Haberin yayım tarihi
2008-04-02
Haberin bulunduğu kategoriler

Bahadır Kaleağası:Türkiye'de kamuoyu iç siyasete esir edildi..

Bahadır Kaleağası:Ülkeler bazen intihar edebilirler. Bunun tarihte çok örneği var. Türkiye'nin AB üyeliği bir medeniyet projesidir. Burada her şeyden önce kendi halkımızın çıkarı söz konusudur. Türkiye eğer isterse 5 yıl içersinde AB'ye tam üye olma bağlamında tüm kriterleri yerine getirmiş, hazır bir ülke haline gelebilir. Ülkemizde aklı-selimin galip gelmesi ve kısır çekişmelerden süratle uzaklaşarak ülkemizin çıkarları doğrultusunda gerçek gündeme dönmesi en büyük dileğimizdir..

Neşe Şen: Avrupa Birliği fikri nasıl doğdu? Avrupa ülkelerini bir birlik kumaya iten siyasi, ekonomik ve sosyal şartlar nelerdi?
 
Bahadır Kaleağası (B.K.): Avrupa Birliği, Avrupa'nın 2. Dünya Savaşı'ndan alınan dersler sonucunda ülkeler arasında mümkün olduğunca ortak çıkar alanlarını gözeterek ekonomik bir birlik ve bunun akabinde de siyasi bir birlik kurma, 20. yüzyılda barış ve refah toplumu yaratma projesidir. Bu proje özellikle Almanya ve Fransa'nın yüzyıllardır sebep oldukları savaşların sonuçlarının üstesinden gelme, soğuk savaş atmosferinden sıyrılma, Doğu ve Batı Avrupa arasındaki siyasi, ideolojik ve ekonomik sistemlerin çatışmalarını en aza indirgeme, Avrupa'nın batısında ülkelerin dayanışma temelli bir birlik kurma amaçlı ortaya çıkmıştır. 
 
N.Ş: Türkiye Avrupa Birliği sürecine nasıl dahil oldu? Türkiye'yi AB'ye yönlendiren koşullar nelerdi?
 
B.K.:   1950'lerin sonunda altmışlara gelindiği zaman Türkiye'nin yaptığı bir ulusal çıkar muhasebesi ve çeşitli analizler sonucunda, bu önemli dayanışma ve işbirliğinin içinde yer almasının Türkiye'nin istikrarı ve dünyadaki yeri açısından önemli olacağı ortaya çıktı. Bu birliğin dışında kalmanın, Türkiye'nin aleyhine sonuçlar doğuracağı farkedildi. Bu değerlendirmelerin ışığında Türkiye bir ulusal politika olarak AB üyeliğini benimsedi ve 1963'te de ortaklık anlaşması imzaladı. Ankara anlaşması ile de süreç başlamış oldu. 
 
N.Ş: Türkiye'nin geçmişte AB'ye girme şansı yakaladığına dair bir söylenti var. Böyle bir süreç gerçekten yaşandı mı, yaşandıysa Türkiye bunu neden değerlendirmedi?
 
B.K.: Türkiye pekçok kez böyle bir süreç yaşadı. Daha doğrusu Türkiye, Avrupa Birliği'ne  çok daha önceden üye olabilirdi; fakat Türkiye'nin kendi iç sorunları Türkiye'yi maalesef uluslararası düzende yarışın dışında bıraktı. Bunların başında insan hakları ve demokrasi sorunları geliyor. Ekonomik ve sosyal kalkınmanın yeterli düzeyde olmaması da bunlara eklenebilir. Siyasi istikrar olsaydı, Türkiye çok daha iyi yönetilebilen, çok daha yüksek seviyede eğitim sağlayabilen, teknolojiyi daha çok destekleyebilen, dünyayı daha iyi okuyabilen, küresel gelişmeyi 1960'larda 70'lerde daha iyi anlayıp bunun akabinde demokrasiye önem veren, iyi ve düzgün işleyen, haksız rekabete karşı  düzgün işleyen bir piyasa ekonomisine daha hızlı geçmiş bir ülke olsaydı şüphesiz ki AB'nin bugün çok güçlü ve saygın bir üyesi olmuş olurdu. Türkiye maalesef bu süreçlerde geride kaldı.  Zaman zaman üyeliğe yakınlaşmıştır, hatta Yunanistan'ı yakalayabileceği anlar olmuştur; fakat siyasi basiretsizlikten dolayı bu fırsatlar bir bir kaçırılmıştır. 
 
N.Ş: Bize sunulan ilk fırsat zannediyorum Yunanistan'ın AB'ye girdiği yıllardaydı. Bir risk alıp girseydik AB içersinde kendimizi geliştiremez miydik, böyle bir risk alınamaz mıydı?
 
B.K:  Türkiye hazır olmadan Avrupa Birliği'nin kabul etmesi, ortak yapması mümkün değildir. Herkes ortağı, hissedarı olacak kişinin, kurumun ne yaptığına, ne olduğuna, geçmişine, ne vaat ettiğine yani geleceğine bakar. Ülkenin güven vermesi gerekir, Türkiye bu güne kadar güven veren bir ülke olamadı.  Demokrasi, insan hakları, toplumsal kalkınma gibi iç sıkıntıları Türkiye'yi ilerlemekten alıkoydu. Yunanistan'ın girdiği yıllarda Türkiye en azından süreci başlatabilirdi. Süreç 1987 yerine 1979'da,  1980'de başlatılabilirdi. Eğer süreç o zaman başlamış olsaydı bu ülkede reform süreci de hızlanabilirdi ve hatta askerî darbe olmazdı, Türkiye dünyadan kopmazdı. Avrupa Birliği önemli bir kaldıraç rolü oynamakta, süreçlerde itici motor rolünde bir nevî. Ne var ki Türkiye o yıllarda fırsatı kaçırdıktan sonra 7 yıl daha bekleyerek dünyanın çok gerisinde kaldı.  
 
N.Ş: Bu dediklerinizden şunu anlıyoruz: hangi dönemde olursa olsun Avrupa Birliği'nin her zaman belli kriterler vardır. Bu temel kriterleri yerine getirmeyen ülkenin AB'ye girmesi mümkün değildir.
 
B.K: Evet, şöyle diyebiliriz: Bu konuda Türkiye'nin AB sürecinde daha hızlı ilerlemesi konusunda fırsatı kaçıran birtakım hükümetler, siyasî devirler var. Bunlar Menderes, İnönü, Demirel, Ecevit, Ulusu, Özal, Demirel, Çiller, Yılmaz, Akbulut, Ecevit, Gül ve Erdoğan hükümetleridir. Bu hükümet döneminde fırsatlar kaçırldı, ülke geri kaldı, uluslararası düzende yeterince güçlenemedi.  En basitinden insan hakları sorunları üzerine eğilmediler ki bu düşmanlar için Türkiye'ninyumuşak karnıdır. 
 
N.Ş: Gül ve Erdoğan dönemlerini de fırsat kaçıran hükümetler arasında saydınız; ama AB'ye uyum sürecinde Türkiye'nin en çok ilerlediği dönem aslında son dönem, yani Gül ve Erdoğan dönemleri gibi gözüküyor.

 
B.K.: Müzakerenin başladığı dönem olduğu için öyle görünüyor, özellikle son iki yıl içinde hükümet bu sürece yoğunlaştı, önemli adımlar attı. Ondan çnceki Ecevit hükümeti de önemli adımlar attı, idam cezasının kaldırılması gibi. Her hükümetin başardığı çok şey var; hükümetler bazı şeyleri, başarmak için geliyorlar. Biz onların neyi başardığıyla değil, neyi başarmadığıyla ilgileniyoruz. Herkes işini yapmak zorunda. Dünyanın neresine göre geride kaldıklarına bakın. Siz 10 adım atarsınız; ama rakipleriniz 50 adım attıysa bu başarı değildir. Bu açıdan bakıldığında bu hükümetlerin bilançosu olumsuz. 
 
N.Ş: Son bir yıl içinde Türkiye'nin ekonomiye gerekli önem vermediği, siyaset yoğunluklu söylemlerin ağırlıkta olduğu şeklinde eleştiriler var.
 
B.K.: Aynı fikirde değilim. Hükümeti bakanlar, bürokrasi gayet iyi çalışıyor; fakat önümüzdeki fırsatlar, Türkiye'nin potansiyeli ve rakiplerimizin yaptıkları açısından yeterli değil. "Hiçbir şey yapılmıyor." demek haksızlık olur; ama daha iyi yapılmalı, çok daha iyi yapılmalı.  70'li yıllarda Güney kore Türkiye'nin gerisindeydi, düşünün lütfen. Portekiz, İspanya, Romanya, Bulgaristan nasıl gelişti bunu unutmayalım. Türkiye'nin geri kalmasındaki en önemli etken ihmal edilen eğitim hamlesidir. Lojistik olarak, içerik olarak küresel ekonomik rekabet gücü yüksek, uluslararası zihniyeti gelişmiş, dünyayı iyi anlayan, ülkenin sorunlarını dünyanın sorunlarıyla bağdaştırabilen, yereli, ulusalı ve uluslararasını iyi özümseyebilen bunlar arasındaki etkileşimi iyi tespit edebilen insanlar yetiştiremeyen bir eğitim sistemimiz var. 
 
N.Ş: Türkiye'de, Türkiye'nin AB'ye girmesini istemeyen ya da giremeyeeğini düşünen büyük bir entelektüel kitle var ve Avrupa'daki aydınların büyük bir çoğunluğu Türkiye'nin AB'ye üye olmasından yana değil. Her iki tarafı da ikna etmek miçin neler yapılabilir?
 
B.K.: Avrupa ikna oldu. Aydınlara yönelik özel bir istatistik yok; ama AB Türkiye'nin üyeliği için alması gereken tüm kararları aldı, müzakereleri başlattı. Yol haritasını çizdi. 27 ülkenin dışişleri bakanı  13 Şubat 2008 tarihinde ortaklık belgesi imzalayıp, bunu resmi gazete de yayınlattılar. Bu şu demek oluyor: Türkiye'nin Şubat 2008'de 28 ülkenin teyit ettiği bir AB üyeliği hedefi var. Resmi gazetede yayınlandığı için de yasal olarak bağlayıcı. Toplumda Türkiye'nin üyeliğine karşı olanlar hem Türkiye'de hem de Avrupa'da var. AB'dekiler şöyle düşünüyor: Türkiye önemli bir ülkedir; ancak ortak etmeye gerek yok, zaten Türkiye üye olmak için gerekli koşulları yerine getiremez, nasılsa ekonomik açıdan da Avrupa'ya bağlı; ekonomi, sanayi, turizm konularında Türkiye önemlidir, onu özel bir statüde tutalım. Küresel gerçekler böyle. Türkiye'de bazı kesimler Türkiye'nin geleceğini daha kapalı bir ortadoğu ortamında görüyor. AB'yi bilmediği ve tanımadığı için her duyduğundan, yanlış bilgiden etkilenen ve duyduğu söylemleri genelleştiren, bilgiyi doğru kullanamayan, iyi değerlendiremeler yapamayan kesimler de AB konusunda şüpheci olabiliyor. Halbuki bu bir süreçtir, gereğini yapıp yapmamak size kalmış. 
 
N.Ş: Buraya davet ettiğimiz aydınlarımızdan Türk Tarih Kurumu başkanı Yusuf Halaçoğlu'na Türkiye'nin AB üyeliği hakkındaki şahsî fikrini sorma fırsatı buldum. Bu sürecin Türkiye ile AB arasında bir oyun olduğunu, bizim bu oyunu iyi oynadığımızı; ancak bu oyunun sonunun bizim beklediğimiz gibi omadığını, türkiye'nin AB'ye girmesinin oldukça zor olduğunu belirtti. Bu görüşte olan azımsanamayacak kadar çok aydınımız var.
 
B.K.: Onlar Türkiye'yi küçümsüyorlar ve saygın, güçlü bir demokrasi devleti olacağına inanmıyorlar. Türkiye saygın ve güçlü bir demokrasiye kavuşursa tüm kapılar açılacak. Burda çok önemli bir nokta var: başkasında suç aramanın manası yok, uluslararası ilşkilerde her şey çııkarlar üzerine kuruludur. Önce, bir ülke kendine ne kadar iyilik yapıyor ona bakmalı, ondan sonra diğer ülkelerle olan ilşkilerine bakmalı. 
 
N.Ş: Türkiye karşıtlığı zaman zaman söylemlere de gayet açık bir şekilde yansıyor. Belçika'yı ele alacak olursak buradaki İşçi Partisi çok net bir şekilde Türkiye'nin AB'ye asla üye olamayacağını, olmaması gerektiğini dile getiriyorlar. Diğer siyasî partilerden sadece Liberal Parti seçim öncwsi Türkiye'nin AB'ye üye olmasının Türkiye'den çok Belçika'nın çıkarına olduğunu belirtti; fakat bu yaklaşım diğer siyasî partilerin hiçbirinde yok.
 
B.K.: Çok yüksek sesle olmamakla birlikte Sosyalistler de destekliyor. 
 
N.Ş: Çok yüksek sesle değil. Hristiyan Demokratların önüöüzdeki yıl bölge seçimleri için hazırladıkları beyannamede türkiye'nin AB iyeliğine karşı söylemlerin olduğu söylentileri dolaşıyor.
 
B.K.:  Bu konularda dikkatli olmak gerekir; ama Belçika Hükümeti Türkiye'nin AB üyeliğini veto etme gibi bir karar alırsa uluslararası hukuk açısından garip bir durum ortaya çıkar. 
 
N.Ş: Ülkeler kritik noktalara geldiklerinde halkoyuna gidiyorlar...
 
B.K.: Fransa ve Avusturya'nın halkoyuna gideceği söyleniyor bu aralar. 
 
N.Ş: böyle bir durumda kamuoyu çok önemli, insanlar ikna olmak zorunda. İnsanların türkiye'yi kabul etmeleri, kucaklamaları lazım. Bunun için de siyasî partilerin Türkiye hakkındaki söylemlerinin pozitif olması önemli değil mi?
 
B.K.: Kamuoyu etkeninin bir aşamada devreye gireceği doğrudur ve girdiği noktada Türkiye Ab üyeliğine hazır hale gelmiş bir ülke olmak zorunda. AB üyeliğine hazır hale gelmiş bir ülke demokrasi, insan hakları, ekonomik ve toplumsal kalkınma, AB'yle mevzuat uyumu gibi tüm konuları tamamlamış bir ülkedir. Böyle bir Türkiye, imajı ve iletişim gücü farklı olacak. Diğer taraftan AB ülkeleri Türkiye'nin tam üyelik sürecine girmesi ve ilerlemesi konusunda otak bir karar verdiler. Bu ülkelerin de zamanı geldiğinde aldıkları bu kararı kamuoylarına açıklamaları gerekiyor. Türkiye henüz hazır olmadığından aslında bu türk tartışmalar şuanda manasızdır. Hazır olduğu zaman bunların ortadan kalkacağını düşünüyorum. 
 
N.Ş: Geçtiğimiz günlerde, tüm İstanbul'da 1000 genç üzeinde yapılan bir araştırma bu gençlerden %50'sinden fazlasının Türkiye'nin AB'ye giremeyeceğini düşünüyor. Gençlerin bu umutsuzluğunun sebebini ne olarak görüyorsunuz?
 
B.K.: Sadece gençlerde değil tüm toplumda bir özgüvensizlik var. Bu ülke gençlerini yıllardır genel kültür olsun, siyasî tartışmalar olsun özgüvensiz yetiştirdi. Milliyetçiliğin yükseliş sebebi de bu. Kendilerine güvenmedikleri için azınlıklara karşı, farklı dine inananlara karşı hoşgörüsüz oluyorlar. Bigiyi iyi kullanan, bilgiye ulaşan, bilgiyi sorgulayan ve analiz eden bir kuşak oluşmadı. E-postalarda her okuduğuna inanan, verilen her formasyonun tuzağına düşen, hemen genellemeler yapan geniş kitleler var maalesef. Sadece AB il,şkilerinde değil uluslararası ilşkilerde de bu ciddi bir sorun yaratıyor. Bu bir ulusal güvenlik sorunludur, bir ülkenin gençleri, seçmenleri eğer bilgiyi doğru kullanamıyorsa o ülke batar. Aşırı milliyetçi duygusal tepkiler, ulusalcı, dindar söylemler seçim öncesi sıklıkla kullanılıyor. Bunlar toplumu çağdaş, ilerici bir yönde geliştirmez. İstediğiniz kadar aşırı millyetçilik yapın bu sonuç olarak bir aşağılık kompleksidir, kendine güvenmemektir. Yabancılardan korkmak ve buna yönelik Türk Ceza Kanunu'nda 301. madde gibi maddelerin bulunması Türkiye'ye yakışmayan, ülkenin onuruyla oynayan Atatürkçü düşünceden uzak, eski İttihatçı, Enver Paşacı yaklaşımlardır. 1. Dünya Savaşı ertesinde Kurtuluş Savaşı'na katılan kadro unutmayalım ki en zor döneminde bile Avrupa ile ilişkilerini iyi tutmuş, savaştığı halde batıcı bir yaklaşımda olmuş, Avrupa'yı iyi anlamış, kendi içindeki sorunları iyi teşhis etmiş bunlara göre güçler dengesini Türkiye'nin lehine kullanmış, oyunu kurallarıyla, iyi oynamış ve Türkiye'yi savaştığı dünyanın  saygın bir ülkesi olmak üzere yönlendirmiş, cumhuriyetin kurmuş bir kadrodur. Şimdiş Türkiye'de kendine milliyetçi, ulusalcı, dindar, halkçı diyen kitleler fevri, bilgiyi iyi kullanamayan, hayalperest, ayakları yere değmeyen ittihatçı kafayı hatırlatıyor. Dolayısıyla Türkiye, cumhuriyetçi kuruluş felsefesini kaybetmek üzeredir. 
 
N.Ş: Türkiye'nin Müslüman kimliğinin AB üyeliğine etkisi nedir? Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olanların iddia etttiği gibi AB bir Hristiyan Birliği midir?
 
B.K.: AB'nin bir Hristiyan Birliği olması mümkün değil; çünkü bir kere kendi içinde bir birlik olan Hristiyan dünyası sözkonusu değil. Hristiyanlığın siyasî boyutu Vatikan'da simgeleşiyor. Orada da Katolikler çoğunluk değil; yani Vatikan'a bağlı olmayan ülkeler çoğunlukta. Kaldı ki Katolik de olsa her ülkenin içinde toplumun en az  %50'si laik ve kiliseden tamamen kopuk partilere oy veriyor.  Merkez sol, liberal, yeşil partiler kraliyetin kilise egemenliğine karşı doğmuş hareketlerdir. Bu sebeplerden Avrupa'da bir Hristiyan birliğinden söz edemeyiz; ama ülke kamuoylarının genişlemeye yaklaşımında bir sorun var. Ab komuoyunda da AB'nin politikaları ile ilgili bilgi açığı var. İster istemez zaten kalabalık olan Avrupa daha da kalabalıklaşacak diye bir korku var halbuki genişleme bir ülkenin Avrupa'ya gelmesi değil, Avrupa'nın o ülkeye gitmesidir, bunu insanlara anlatmak gerekiyor. İlk sorun, küresel çıkarlar gerektirdiği zaman AB'nin daha geniş bir siyasî birlik ve tek bir pazar olmasının gerekip gerekmediği. Bugün AB bunları gerekli görüyor. Avrupa yaşlanıyor, ABD dünyanın süper gücü haline geldi, Asya Pasifik bölgesi, Çin, Hindistan büyüyor. Bu koşullarda enerji güvenliğinden terörle mücadeleye kadar pekçok alanda AB'nin daha geniş ve güçlü bir küresel güç olmaya gereksinimi var. İkinci önemli nokta şu: Ab'ye yeni bir ülke üye olduğunda AB'nin değerleri, ilkeleri değil siyasî ve ekonomik etki alanı, altyapı, ulaşım, enerji alanları genişliyor. Genişleme AB için muazzam bir zaferdir. Genelgeçer 3 koşul var üyelik için: birincisi dünya konjnktürü, ikincisi, AB'nin çıkarları, üçüncüsü ise aday ülkenin hazır olması. Bu koşullardan üçü birden gerçekleştiğinde genişleme sorunsuz olarak gerçekleşiyor. 
 
N.Ş: AB'yi oluşturan ülkelerin süper güç olabilmek için 4 önemli hedefi var: ortak para birimi, ortak pazar, tek pasaport ve tek ordu. Bu hedeflerden ortak para birimi ve ortak pazar hedefleri gerçekleştirildi; ama diğer hedeflere tam manasıyla ulaşılabilmiş değil. AB'ye yeni üye alınması hedeflere ulaşmayı geciktirmez mi?
 
B.K.: AB'nin geleceğini bilmiyoruz. Bugüne göre daha federal mi yoksa daha konfederal mi olacak yani devletlerin mi ağırlığı olacak yoksa devletlerüstü bir süper devlet mi olacak bilmiyoruz. Muhtemelen bu ikisini arası olacak. Önümüzdeki dönemde AB daha iyi örgütllenmiş, daha sağlam düzene sahip bir birlik olacak; ama ABD benzeri bir süper güç olması için gerekli koşullar henüz oluşmadı. 
 
N.Ş: İngiltere, İspanya, İtalya gibi Türkiye'nin AB üyeliğine taraf olan ülkeler var; ama bir de Almanya ve Fransa'nın başı çektiği, Yunanistan ve Kıbrıs'ın da desteklediği bir Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olan grup var. Sizce bu nereye varacak, Türkiye'nin üyeliği konusunda ülkeler arası bir uzlaşma mümkün değil mi?
 
 B.K: İç siyasetinde Türkiye'nin demagoji konusu olan ülkeler var; ama bahsettiğiniz  Almanya, Fransa gibi ülkelerin genel politikaları Türkye'nin üyeliğine karşı değil. !3 Şubat 2008'de hepsi katılım ortaklığı belgesi imzaladılar ve bu resmi gazetede yayınlandı. Evet, seçimlerde halkı etkilemek için kullanan partiler var; ama bunlar söylem düzeyinden eylem düzeyine geçmedi. Bu tutum genelde göçmen sorunu yaşayan ülkeler de görülüyor ve daha çok popülist yönlere kayıyor. Pratikte bir engellemeyle karşı karşıya değiliz; ancak daha önce de belirttiğim gibi bu ülkeler Türkiye'nin AB'ye hiçbir zaman hazır olmayacağını, özel bir satatüde kalması gerektiğini, AB'nin bir nevi uydusu olmasını düşünüyorlar. Türkiye eğer AB'ye hazır bir hale gelirse bu tür söylemler geçerliliğini yitirir, yani aslında her şey Türkiye'nin elinde. Eğer Türkiye uluslararası toplumun önd gelen ülkelerinden biri olmayı başaramazsa, AB'yle ilişkileri dondursa bile küresel ve ekonomik gerçekler nedeniyle maalesef AB'nin uydusu, sömürgesi haline gelir; çünkü Türkiye'nin ekonomisi, ticareti, turizmi, teknoloji transferleri, altyapı bağlantıları tüm bunlar AB'nin etki alanı içinde.  Türkiye'nin alternatif olarak düşündüğü Kazakistan, Çin, Ortadoğu, Rusya, Balkanlar da ekonomik olarak Avrupa Birliği'ne bağlı. Türkiye açısından iki seçenek mevcut: eğer AB'de işler iyi gider, AB çökmezse –ki böyle bir ihtimal şimdilik yok- ya Türkiye nAB'ye tam üye olmayı başarır, başaramazsa da AB'nin etkisi altında bir uydu haline gelir, bu çok tehlikelidir. 

N.Ş: Bir ülkenin AB'ye üye olması demek o ülkenin Avrupa'ya gitmesi demek değil, Avrupa'nın oraya gitmesi demek dediniz. Türkiye'nin nüfusu Avrupa'daki pekçok ülkeden daha fazla bu yüzden Avrupa'da Türkiye'nin üyeliği konusunda endişeler var; ama bir yandan da Avrupa yaşlanıyor ve genç nüfusa ihtiyacı var, Türkiye'nin nüfusunun azımsanamayacak bir çoğunluğu gençlerden oluşuyor.
 
B.K.: Nüfus konusunda endişeler serbest dolaşım söz konusu olduğunda gündeme geliyor. Ülke AB'ye hazır hale geldiğinde gerek ekonomik gerekse sosyal kalkınmasını tamamlamış olacağından  Avrupa'ya kaçak işçi akımı yaşanması ihtimali olmamalı, varsa zaten ülke hazır değil demektir. Yine de her şey yolunda olduğu halde böyle bir sorun yaşanırsa tam üyelik müzakereleri sonucunda geçiş dönemleri öngörülüyor. Bu dönemde ülke hazır hale gelene kadar serbest dolaşım hakkı askıya alınıyor. Ayrıca Roma Anlaşması'nda bu konuya ilişkin bir koruma maddesi var, eğer olur da Türkiye'den bir ülkeye AB'nin iş piyasalarının istikrarını bozacak derecede bir göç akımı olursa buna karşı o ülke önlem alabiliyor.  Bugüne kadar böyle bir şey hiç yaşanmadı; çünkü dediğim gibi bir ülke üyeliğe hazırsa böyle bir potansiyel sorun yoktur. Bu noktada önemli olan Türkiye'nin istihdam sorununu nasıl aşacağı. Ab'nin genç nüfusa ihtiyacı var; ancak eğitilmiş bir genç nüfusa ihtiyacı var. Nicelik tutsa da nitelik tutmayabilir. Bu yüzden Türkiye'nin çok ciddi bir eğitim hamlesi yapması gerekiyor. 
 
N.Ş: Biliyorsunuz yeni Belçika hükümeti bu eğitilmiş iş gücüneyönelik yeni bir kanun maddesi hazırladı.
 
B.K.: Evet,  pekçok Avrupa ülkesinde alarm zilleri çalıyor. Farkındalar; ama Türkiyenin kendi eğitilmiş nüfusununa kendisinin de ihtiyacı var, bu konuda dikkatli olması gerekir. 

N.Ş: Sizce Türkiye Avrupa Birliği'ne ne kadar hazır? Uyum sürecinde Türkiye ne kadar başarılı? Ne kadar ilerledi, hangi konularda başarılı, hangi konularda daha çok ilerlemeye ihtiyacı var?
 
B.K.: Belki %40'lık bir başarı var; ama daha %60'lık bir yol var önümüzde. Demokrasiden piyasaların istikrarına, devlet yardımlarından tüketici haklarına, çevre korumadan  kamu sağlığına kadar aşağı yukarı her alanda Türkiye'nin eksiklikleri var. Mevcut ilerleme temposuyla üyelik kriterleri tamamlanamaz. Toplumun eğitim, çağdaşlaşma, kadın hakları gibi temel konuların çoğunda ciddi reformlara gereksinimi var. Bu noktada devletin harekete geçmesi gerek; devlet reformu olmadan, daha etkin devlet yapısı olmadan müzakereleri başarıyla tamamlamak zaten hayli zor. İlerleme temposunun hızlandırdığımızı düşünürsek normal koşullarda 2014 döneminde Türkiye'nin tam üyeliğe hazır olması gerekiyor; ancak AB yolunda sapmalar var, geri kalmışlık var. Toparlanmak için henüz çok geç değil; ama giderek geç oluyor. 
 
N.Ş: Peki bunu engelleyen faktörler nedir, iç dinamikler mi?
 
B.K.: Evet, kesinlikle. Türkiye'nin kamuoyu, iç siyaseti AB sürecini daha iyi yönetmekle meşgul değil, başka şeylerle meşgul. Siyasi partiler arasındaki rekabetin ana konusu bu olmalı. 
 
N.Ş: AB sürecinde Türkiye'nin önüne sürekli sürülen Ermeni, Kürt, Kıbrıs sorunları gibi konular var. Sizce Türkiye bu konularda ne kadar ileriye gidebilir, taviz vermeli midir?
 
B.K.: Taviz vermesine gerek yok. Türkiye çok güçlü bir demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti olursa bu konulardaki konumu zaten güçlenecektir. Türkiye, bu konularda şimdiye kadar ilerleyememiş olmasının bedelini ödüyor. İnsan hakları, temel hak ve özgürlükler kültürel haklar konusunda Türkiye dah önce çok ileri bir noktaya gelseydi tüm konularda çok uluslararası arenada çok daha rahat hareket edebilen, çok daha saygın, etkili olacaktı. Evrensel değerler temelinde bir ülke zayıfladığı zaman ona karşı darbe vurmak isteyenler çok daha rahat edebiliyor, güç kazanıyorlar. Türkiye maalesef yıllardır bu gücü kazandırdı ve kazandırmaya devam ediyor. TCK'nın 301. maddesi gibi şeyleri öne sürerek bugüne kadar Türkiye'nin ilerlemesini engellemiş her siyasî yetkili aslında PKK'ya, ASALA'ya, fanatik dincilere, aşırı milliyetçilere hizmet etti. 
 
N.Ş: Buradan medyaya bağlayacak olursak Türkiye'de son günlerde de çok yoğun tartışmalar var, biliyorsunuz Bülent Ersoy'a bir sözünden dolayı dava açıldı. Başbakan pekçok köşe yazarıyla davalı durumda. Hrant Dink'in öldürülmesi keza... Türkiye'de insanlara fikirlerinden dolayı dava açılması, hapse girmesi ve hatta öldürülmesi Türkiye'nin uluslararsı imajını nasıl etkiliyor?
 
B.K.: Türkiye'nin imajını yerle bir ediyor, Türkiye'yi komik durumua düşürüyor., özgüvensiz, böyle konuların üzerine gidemeyen bir toplum imajı yaratıyor. Dünyada her toplum teknolojiyi nasıl daha iyi kullanabileceği, refah bir toplum olmak için neler yapabileceğini düşünürken Türkiye'de hala böyle konuların gündemde olması gerçekten acınacak bir tablo yaratıyor. Türkiye'nin demokratik reformlarda ilerlemesiyle güç kaybeden Türkiye karşıtı lobiler de oksijen bulmuş gibi serpiliyorlar. 
 
N.Ş: AB ile Türkiye arasındaki ilişkiler sadece ekonomik tabanlı mı? Eğitim, kültür, turizm gibi alanlarda da projeler var mı?
 
B.K.:  Pekçok alanda projeler yürütülüyor. Şuan on binlerce Türk genci AB fonlarıyla Avrupa'da eğitim görmekte veya staj yapmakta. Birçok araştırma geliştirme projesi, bilimsel proje, sivil toplumsal proje AB fonlarından yararlanıyor. Bunların birikimi toplumda AB konusunda bir duyarlılık yaratıyor. Bu yüzden her türlü yanlış algılamaya rağmen AB'ye toplumsal destek hala erimedi.  
 
N.Ş: Peki kurum olarak TÜSİAD'ın öğrenci veya uzmanlara yönelik proje veya çalışmalarınız var mı?

 
B.K.: TÜSİAD daha çok özel sektörün sesi olarak bunu kamuoyunda ve siyasî makamlar nezdinde dile getiren bir kurumdur. Birebir projemiz yok; ancak bir tür baskı grubu olduğumuz söylenebilir. 
 
N.Ş: Türkiye ile AB arasındaki süreç tamamlanıp tam üye olmamız söz konusu olduğu zaman Türkiye-AB ilişkilerini düzenlemek için yaklaşık yedi bin personele ihtiyaç duyulduğu söyleniyor.
 
B.K.: Dediğim gibi TÜSİAD bir baskı kurumudur; bu konuda devlet bir şeyler yapsın diye rapor hazırladık. 
 
N.Ş: Gözlemleriniz bizimle paylaşailir misiniz, bu konuda ciddi hazırlıklar var mı?
 
B.K.: Bürokrasinin bu konuda belli bir deneyim ve bilgi birikimi var. Türkiye'de AB konusunda eğitim veren birçok üniversite olduğu için bunların mezunları da önemli bir yer tutuyor. Müzakere süreci açısından bakarsak şuanki süreç için bir sorun yok; ama önümüzdeki 5 yıl içinde sorun oluşur; çünkü AB daha da genişleyecek. Avrupa Birliği gibi toplumun her kesimini, her alanını, kamu hayatının her boyutunu ilgilendiren bir projeden bahsettiğimiz için zaman içinde ciddi bir açık olacaktır. Bu günden geleceğe yatırım yapmak gerekiyor. Ab'nin de adalet personeli, yeni personelin eğitimi gibi pojeleri var; ancak Türkiye'yle kıyasladığımızda Türkiye'deki oranların düşük olduğunu görüyoruz. Genelde eğitim oranı düşük olduğu için bu ister istemez  her türlü göstergeyi aşağıya çekiyor. Ülkenin eğitim düzeyinin düşük olması her şeyi aşağıya çekiyor, Türkiye'nin en önemli sorunu budur. 
 
N.Ş: AB üyeliği yolundaki Türkiye'de pekçok öğrenci özellikle son yıllarda siyaset bilimi, uluslarası gibi alanlara yöneldi. Bu tür bölümlerde okuyan öğrencilere tavsiyeleriniz nedir?
 
B.K.: Öncelikli tavsiyem somut bir konu üzerinde yoğunlaşmalarıdır. Kendilerini nasıl bir iş ortamında görmek istiyorlarsa ona yönelik projelerde yer almalılar. Ancak uzmanlaştıkları konu ne olursa olsun genel kültürü de gözden kaçırmamalılar. 
 
N.Ş: AB'nin kendi terminolojisi ve lügatı var. AB hakkında en doğru bilgiyi alabileceğimiz bilgi bankası acaba nedir?
 
B.K.: AB Genel Sekreterliği'nin sitesi ve AB Komisyonu Ankara Temsilciliği'nin Türkçe ve İngilizce sitesi bu konuda en iyi sitelerdir. Bunun dışında çeşitli dernek ve vakıfların sites var. Zeynep Göğüş'ün yönettiği www.euroactiv.com da AB'nin en çok okunan, en iyi sitelerinden biri. AB Haber Ajansı'nın sitesi de Türkiye'de en çok okunan sitelerden. 
 
N.Ş: Türkiye'nin AB üyeliği hakkında sizin fikriniz nedir, Türkiye AB'ye tam üye olabilir mi? Olursa bu ne zaman olur?

 
B.K.: Türkiye daha iyi yönetilirse ve daha hızlı kalkınırsa 2014-2018 civarında AB'ye tam üye olur. Bu iyi bir yönetimin yanı sıra tüm Türkiye vatandaşlarının kendisini dünyada daha güçlü kılacak ne yaptığına bağlı. 
 
H.D: Türkiye'nin AB'ye üye olması biraz genel koşullara bağlı değil mi? Örneğin  bizim NATO'ya girişimiz koşulların gereğiydi. Dünya iki bloğa ayrılmıştı ve biz orada bir tercih yapmak mecburiyetindeydik. Bugün için Türkiye'nin AB'ye giremeyeceğini düşünen aydınlarımız da var. Biryandan AB'ye girebilmek için büyük çaba harcıyoruz, diğer yandan sürekli umutsuzluk duygusu yaratan açıklamalar oluyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
B.K.:AB'ye üye olamayacağımzı düşünenler Türkiye'yi küçümsüyorlar. Türkiye saygın bir demokrasi seviyesine ulaştığı takdirde AB üyesi olmaması için hiçbir engeli kalmaz. Bazı aydınlarımızın maalesef AB konusunda statik bir duruşları var. Uluslararası ilişkilerde her şey çıkarlar üzerine kurulmuştur. İyi gitmeyen şeylerde suçu başkalarında aramaya hakkımız yok. AB'ye giremeyeceğimizi söyleyen düşünce sahipleri tembel, miskin, kendi üzerine düşeni yapmaktan korkanların hastalıklarıdır. Gelişmeye açık olmayan, kendi halkının refahı için cesur davranmayan, halkı için çalışmayan toplumlar çökmeye mahkumdurlar. Osmanlı'yı da aslında bu statukocu kafalar çökertti. 
 
H.D.: AB'yi çözüm olarak görmeyenler başka alternatif düşünceler ileri sürüyorlar. Örneğin Rusya, Çin, İran ve Hindistan gibi ülkelerle işbirliğinde söz ediyorlar. Şangay paktı bir alternatif olarak ileri sürülüyor. Sizce bu yaklaşımlar ne kadar tutarlı?
 
B.K.:Şangay Paktı AB'ye alternatif nitelikte bir oluşum değildir. Türkiye elbette dünyada bir çok farklı oluşumlarla ilişki içersinde bulunmaktadır. Türkiye'nin AB dışında bulunan ülkelerle ilişkileri arttığı ölçüde AB nezdinde de itibarı artacaktır. Bununla birlikte Türkiye'nin AB ile ilişkileri güçlendiği ölçüde de diğer dünya ülkeleri nazarında daha itibarlı duruma gelecektir. Fakat henüz bu aşamada bir olşumu diğer oluşuma alternatif olarak görmek yanlıştır. Şangay paktında özellikle işin demokrasi boyutunun olmaması iyi bilinmelidir. Türkiye için bu tür ilişkilerde daha çok işin demokrasi ve insan hakları boyutu çok önemlidir. 
 
N.Ş.: AB sürecinde son zamanlarda kaygı verici gelişmeler oluyor. Siz son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
B.K.: Ülkeler bazen intihar edebilirler. Bunun tarihte çok örneği var. Türkiye'nin AB üyeliği bir medeniyet projesidir. Burada her şeyden önce kendi halkımızın çıkarı söz konusudur. Türkiye eğer isterse 5 yıl içersinde AB'ye tam üye olma bağlamında tüm kriterleri yerine getirmiş, hazır bir ülke haline gelebilir. Ülkemizde aklı-selimin galip gelmesi ve kısır çekişmelerden süratle uzaklaşarak ülkemizin çıkarları doğrultusunda gerçek gündeme dönmesi en büyük dileğimizdir..

Dr. Bahadır Kaleağası kimdir?
Dr. Bahadır Kaleağası eğitimini Galatasaray Lisesi, AFS programı ile gittiği ABD, Brüksel Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi'nde tamamladı. En yüksek derece ile mezun olduğu Brüksel Üniversitesi'nin Avrupa Etütleri Enstitüsü'nde ve Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde 1989-1996 yılları arasında uzman araştırmacılık ve öğretim üyeliği görevlerinde bulundu. Ders ve araştırma konuları Avrupa Birliği'nin karar alma sistemi, ABD-AB ilişkileri ve AB'nin dış ekonomik ilişkileri üzerinde yoğunlaştı.

1990-1993 yılları arasında AB'nin Jean Monnet ve NATO araştırma burslarını alan Bahadır Kaleağası, değişik dönemlerde ziyaretçi akademisyen olarak Harvard, Georgetown ve Kudüs üniversitelerinde bulundu. 1991 'de AB'yi kuran Maastricht Antlaşması'nın müzakeresine yönelik çalışma gruplarından birinde raportörlük görevini üstlendi. AB Komisyonu'nun stratejik araştırmalardan sorumlu biriminin projelerinde yer aldı. Ayrıca bir çok AB projesinde çalıştı; Türkiye'de ve uluslararası alanda kamu ve özel sektör kuruluşları için danışmanlık yaptı.

Halen, 1996 yılında Brüksel'de kurulmasıyla görevlendirildiği TÜSİAD Avrupa Birliği Temsilciliği'ni yönetmekte, Berlin, Paris ve Pekin bürolarının koordinatörlüğünü üstlenmekte ve Avrupa özel sektörünün temsil kuruluşu BUSINESSEUROPE nezdinde TÜSİAD ve TİSK daimi delegeliği görevini yürütmektedir. Ayrıca Brüksel Üniversitesi Avrupa Etütleri Enstitüsü'nün Bilimsel Üyesi olarak akademik etkinliklerini sürdürüyor. TEMA-Brüksel kurucu başkanı, Junior Chamber International ve Forum İstanbul Yönetim Kurulu Üyesi ve bir çok uluslararası dernek ve vakfın üyesidir. Her yıl bir çok konferans, seminer ve medya programında konuşmacı olarak yer alıyor, uluslararası basında yazıları yayınlanıyor.

Çok sayıda uluslararası bilimsel makale sahibi olan Bahadır Kaleağası, ayrıca İngilizce "Towards a New Europe" (Brüksel, 1993), Fransızca "Les défis de l'Elargissement" (Brüksel, 1994), "La Turquie en Mouvement" (Paris, 1995) ve "La République laïque turque" (Paris, 2003) kitaplarının ortak yazarı, "Tek Pazardan Parasal Birliğe" (IKV, 1995), "Avrupa Yolunun Haritası-Brüksel Seyir Defteri" (Dünya, 2003) ve "Avrupa Galaksisinde Türkiye Yıldızı" (Doğan Kitap, 2007) başlıklı kitapların yazarıdır. Radikal Gazetesi'nde, Finans Dünyası dergisinde ve bir çok internet sitesinde düzenli olarak makaleleri yayınlanmaktadır.

Not: Bu reportaj Gündem Haber Sitesi Baş Editörü Hüseyin Dönmez ve Erasmus Projesi kapsamında staj yapmak üzere Belçika'da bulunan TOBB Üniversitesi öğrencisi Neşe Şen ile birlikte yapılmıştır.
 
Neşe Şen'i soru, kayıt çözüm aşamasında ortaya koyduğu mükemmel çalışmasından dolayı kutlar, eğitiminde başarılar dileriz..
 
Tüsiad AB Temsilcisi Dr. Bahadır Kaleağası'nın reportaj isteğimize zaman ayırması ve tüm sorularımıza verdiği samimi ve içten cevaplardan dolayı kendisine teşekkür ederiz.. 
  
  
  
 

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.