Haberin yayım tarihi
2007-12-18
Haberin bulunduğu kategoriler

Fransa kendini kıta içinde kıta olarak görüyor..

Fransa'nın karmaşık ruhu ve Türkiye.
 
Nicholas Sarkozy ile, cumhurbaşkanı seçilmeden önceki bir sohbetimizde kaygı sinyalleri çakmıştı. Türkiye'yi ve Türkleri daha iyi tanımadan atacağı adımların tutarsızlığı barizdi.

Cumhurbaşkanı Sarkozy 14 Aralık 2007 AB Konseyi bildirisinde Türkiye konusunda 'katılım' ve 'üyelik' gibi sözcüklerin kullanılmasını veto etti. Buna tepki olarak Türkiye'yi destekleyen İsveç ve İngiltere gibi ülkeler tam üyelik sürecine ait hukuksal atıfları taslağa eklettiler. Terörle mücadele konusunda Türkiye'ye destek paragrafı ve iki müzakere başlığının açılmasına ise Paris karşı çıkmadı.

Bu çerçevede ortaya dört önemli sonuç çıkmakta:

1- Kurumsal açıdan Türkiye'nin AB üyeliği süreci ilerlemektedir.

2- Fransa'nın bu tutumu, yenilenecek olan Katılım Ortaklığı Belgesi'nde de
devam edebilir.

3- En az 20 AB ülkesi Türkiye konusunda açık destek vermektedir. Sorun bir Türkiye-AB değil, Türkiye-Fransa sorunudur.

4- Bir demokrasinin başka bir demokrasiye bu yönde patolojik bir düşmanlık göstermesi Avrupa idealizmiyle çelişmektedir. İkili ilişkilerin bundan zarar görmesi kaçınılmazdır.

Fransa'yı anlamak zor. Daha önceki yorumları güncelleyerek tekrarlamak yardımcı olabilir.

Fransa'nın çelişkileri ve çeşitliliği

Fransa kendini kıta içinde kıta olarak görür. Avrupa'da kendi başına bir dünyadır. Hem Kuzey'dir, hem Akdeniz. Hem sanayi ülkesidir, hem de tarım. Hem Katolik, hem ultra laik. Sosyal dayanışmacı, eşitlikçi, çevrecidir, hem de en küresel liberal.

Bir taraftan simgesi olan horoz misali kavgacıdır. Her uzlaşmazlık belirtisinde sokaklara taşan şiddetli gösteriler, televizyon programlarına yansıyan sert çatışmalar, Asteriks gibi çizgi romanlarda ve sinemada hicvedilen kolektif fevrilikler, ... Diğer taraftan da Jean-Jacques Rousseau ve Montesquieu ile doktrinleşen 'toplumsal sözleşme' ve köklü bir anayasal düzen geleneği... Decartes'ın akılcılığı, Jaures'in hümanizmi, Sartre'ın varoluşçuluğu ve Aron'un sağduyulu idealizmiyle çeşitlenen bir çağdaş toplum kültürü...
İkinci Dünya Savaşı'nda Nazilere en güçlü sivil direniş de, en derin işbirliği de Fransa'da gerçekleşmiştir. Londra'ya sığınan General De Gaulle'ün radyodan Manş'ın öteki yakasına ilettiği işgale karşı mücadele çağrıları, yeraltındaki direniş hareketi için büyük moral kaynağı olmuştur. Aynı anda bir başka general, Birinci Dünya Savaşı kahramanı Petain, Paris dışında Vichy kentinde kurduğu Nazi işbirlikçisi hükümetiyle kendi halkı üzerinde baskıdan, Yahudi soykırımına alet olmaya uzanan lekeleri dökmüştür Fransa tarihine.

İmparatorluk ve cumhuriyet

Eski bir sömürge imparatorluğudur Fransa. Aynı zamanda da, bugün Afrika, Amerika, Pasifik ve Uzakdoğu'dan çoğu eski sömürge 55 ülkenin Fransızca dili etrafında oluşturdukları Frankofoni'nin doğal lideridir. Fransa 20'nci yüzyılda sömürgelerin bağımsızlığı dalgalarına önce direnmiş, sonra himayeci bir tutumu tercih etmiştir. Fakat, Paris'te ulusal mecliste bir Fransız toprağı olarak temsil edilen Cezayir'de çok zorlanmıştır. Katliam batağına saplandığı Kuzey Afrika'dan Fransa'yı çekip kurtarmak, bu vesileyle siyasete geri dönen De Gaulle'e nasip olmuştur. Karşılığında anayasal düzen yenilenmiş, Fransa yarı başkanlık sistemine ve De Gaulle de neredeyse bir kral yetkileriyle donatılmış cumhurbaşkanlığına kavuşmuştur.

Fransa imparatorluk geleneği ile cumhuriyetçiliği aynı potada eritir. Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra, Batı ve Orta Avrupa'da birçok imparatorluk denemesi yaşandı ise de yakın çağda bu yönde en kapsamlı girişim Napolyon ile Avrupa tarihine damgasını vurmuştur. Sanatın her dalında, mimaride, kent estetiğinde imparatorluk çizgileri Fransa'da canlı kalmıştır. Cumhuriyetçilik ile özdeşleşen halkçı, eşitlikçi, laik ve anti-aristokratik değer ve biçemler için de durum aynıdır.

Böylece, Paris'in kent dokusunu simgeleyen, bulvar, bina ve anıtlar,
14. Louis'den Mitterand'a, III. Napolyon'dan, De Gaulle'e, değişik iktidar oluşumlarının geride bıraktığı izleri taşır. Siyasal söylemde ise 'cumhuriyet değerleri' dendi mi akan sular durur. Şatoları, sarayları, aristokratik ihtişama günlük yaşamda verdiği önemle Fransa cumhuriyetçiliğine toz kondurmaz asla.

Merkeziyetçiliğin evrimi

Fransa, merkeziyetçi siyasal yönetim ve idari yapılanma anlayışının kutsal toprakları sayılır. Türkiye dahil birçok ülkede modern devletin temellerinin oluşmasında etkili olmuştur. Avrupa'da feodal derebeyleri devrinde, merkezde güçlü bir kralın egemenliğine en etkin geçiş Fransa'da gerçekleşmiştir. Zorunlu askerlik, milli eğitim, milli emniyet, kimlik kartı, vali, kaymakam, vergi dairesi, merkez bankası ve KİT'ler gibi birçok merkezi devlet unsurunun gelişmesinde Fransa öncü rol oynamıştır. Elysee Sarayı'nda ikamet eden cumhurbaşkanı 'seçilmiş monark' olarak yönetir ülkeyi. Fakat parlamentodaki çoğunluk kendi partisinden olmadığı ve dolayısıyla başbakan karşı bir siyasal akımın lideri olduğu zaman, cumhurbaşkanının gücü sınırlanır. Yine de yasamayı ve yürütmeyi tıkayabilir, hükümeti görevden alır, meclisi feshedebilir.

Fakat diğer bir yandan da Fransa özellikle son 30 yılda kademeli olarak köklü bir yerinden yönetim reformu süreci yaşamaktadır. Ekonomi, dışişleri, içişleri ve milli eğitim gibi bazı bakanlıklar kendi başına önemli iktidar odağı konumuna gelmiş ve alt bakanlıklara bölünmüştür. İdari yapıda yerel ve özellikle bölgesel yönetim ve parlamentolar son derece güçlenmiş, Paris'in yetkileri kısıtlanmıştır. Basklar, Brötonlar ve Korsikalılar kültürel haklara sahiptir. Denizaşırı toprakların özel statüsü vardır. Korsika'nın özerk konumu ise, hâlâ sonuçlanmamış bir sorun olarak gündemdedir.

Açık toplum ülküsü

Fransa topraklarında Homo Sapiens'in 1 milyon yıl öncesine uzanan varlığından beri çok sayıda kabile, etnik grup ve halk gelip geçmiş, birbirine karışmış: Keltler, Foçalı Grekler, Alamanlar, Vizigotlar, Franklar, Vandallar, Germenler, Venetler, Romalılar, Helvetler, Yahudiler, Tötonlar, Süevler... Öyle ki, Jules Sezar MÖ 57 yılında fethettiği topraklarda Galya eyaletini düzenlerken kurduğu meclis '200 Millet' olarak adlandırılmıştır.

Fransa bugün, ABD karşıtlığıyla, Amerikan rüyası hayranlığını, İngiliz alerjisiyle, Anglosakson cazibesini, Alman fobisiyle, AB işlerinde Paris-Berlin ortaklığını, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi Güney ülkelerine karşı küçümsemeyle karışık tutkuyu eşzamanlı olarak ruhunda barındıran bir ülkedir. Ünlü Fransız ben-merkezciliği, hem üstünlük kompleksi, hem de bastırılamayan bir farklılıklara ve yeniliklere karşı ilgiyi beraberinde getirir. McDonald's şubelerine karşı saldırı yapılan tek Avrupa ülkesi, aynı zamanda Disneyland'in de kıtada konuşlanmak için kendine seçtiği yerdir.

Fransızlar zaman zaman gezegenin tek sakinleriymiş gibi siyasal tavırlar içine girmelerine rağmen, müzelerinden, lokantalarına önde gelen kentleri dünyaya açık bir kültür yansıtır. Özgüvenleriyle özeleştirileri aynı şiddette yansır güncel kültüre. Ünlü komedyenlerin hicivlerinde, popüler filmlerin konularında, çok satan kitapların satıraralarında, kendisini mizah malzemesi yapabilen bir toplumsal benliğin izdüşümleri vardır.

Fransa'da ırkçılık siyasette sağlam bir yer edinmiştir, fakat her etnik kökene açık göç toplumu ülküsü de güçlüdür. Aşırı sağcı Le Pen yüzde 20'lere erişebildi bu ülkede. Hâlâ Yahudilere karşı eylemler, zencilere ve Araplara ve 11 Eylül sonrasında genelde Müslümanlara karşı tutumlar sürpriz sayılmıyor. Her demokraside aşırı sağcı ve yabancı korkusu tetikleyen siyasal söylemler var. Kaygı verici olan bu tür söylemlerin merkez sağ ve soldaki bazı siyasal çevrelere sızması.

Diğer yandan, Fransa'da toplumun her kademesinde, günlük yaşamda, siyasette ve her meslekte, her etnik kökenden insanlar yükseliyor. Hükümette Arap ve Afrika kökenli bakanlar yer alabiliyor. Kökenlerinde Osmanlı ve Macar Yahudiliği olan bir cumhurbaşkanı seçilebiliyor. Almanya'nın çok yakın bir zamana kadarki durumunun aksine, Fransız vatandaşı olmanın koşulları arasında kan etkeni önem taşımıyor. Bu arada Paris yaşam tarzının en yüksek uluslararası simgelerinden Louis Vitton'un Champs-Elysees ana mağazasına Haluk Akakçe'nin görsel sanat çalışmaları renk katıyor.

Fransa, Türkiye'nin AB üyeliğini hem destekleyip, hem de köstek oluyor ve hiç de şaşırtmıyor. Benzer tutumlara daha önce İngiltere, İspanya, Portekiz ve Polonya da maruz kalmışlardı. 40 yıllık AB yolu serüveninde Türkiye'ye çoğu zaman en etkili desteği veren Fransa oldu. Cumhurbaşkanı Chirac'ın "Sonuçta hepimiz Bizans'ın evlatlarıyız" demeye kadar giden birçok açık destek mesajı oldu. Fakat halefi Sarkozy oy hesaplarıyla hareket ediyor. Birçok AB ülkesinin gözünde, Sarkozy Avrupa'nın hem değerleri hem de küresel çıkarlarıyla çelişiyor. Türkiye dosyası dışında, sanayi, tarım ve dış politika alanlarındaki bazı yaklaşımlarıyla da AB içinde Fransa tepki topluyor.

Fransa'daki Türkiye imajı bir çok etkenden dolayı olumsuz:

1. Dar bakış açılı, yüzeysel tarih dersi kitapları.

2. Eski seyyahların Türk diyarları üzerine abartılı yazıları.

3. Fransız medyasında olumsuzluklar odaklı Türkiye haber ve analizleri.

4. Örgütlü Ermeni seçmen lobisinin bir bölümünün ektiği kin tohumları.

5. Fransızların eski sömürgeleri olan Arap ülkeleriyle Türkiye'yi özdeşleştirmeleri (Türkiye'nin AB'ye özel bir statü ile bağlanabileceği umudunun özünde bu yanılgı var).

6. Türkiye kökenli bazı göçmenlerin sosyal uyum sorunları.

7. 80'li yıllarda gelen siyasal sığınmacıların bazılarının kronikleşmiş Türkiye karşıtlığı.

8. Küreselleşmeye, dinsel şiddette ve AB'nin kurumsal ve mali geleceğine karşı duyulan kaygıların genişleme ve özellikle Türkiye konusunda tepkisel bir halk dürtüsüne kaynaklık etmesi .

9. Türkiye'nin uzun yıllar demokratik saygınlık ve insan haklarına duyarlı bir ülke olmayı becerememesi ve bu durumun Türkiye karşıtı lobilere sağladığı muazzam güç (TCK 301 sayesinde ulusal çıkarlarımıza ihanet eden bu durum sürmektedir).

10. Türkiye'nin eğitim, kadın hakları, bilgi toplumu ve genel olarak BM insani kalkınmışlık endeksine yansıyan toplumsal kalkınma sorunlarında 'ilerleyen ülke' stratejisine yeterince sahip olmaması.

11. Türkiye'nin artık dünya uygarlık tarihine geçmiş olan olağanüstü iletişim duyarsızlığı .
Bir diğer sorun ise, Türkiye'yi seçim malzemesi yapan bazı Avrupalı siyasetçilerin aslında yanlış bir soruyu tartışıyor olmaları. Sanki bugünkü Türkiye hemen bugün AB'ye giriyormuş gibi yapılan tartışmanın içi boş.

Müzakere kültürü üzerine bir Harvard Üniversitesi araştırmasının ilginç bir bulgusu: Fransızlar 'evet' derse anlamı 'evet'tir. 'Hayır' derse bunun anlamı 'Müzakereye devam, ileride anlaşabiliriz'dir. Sorbonne Üniversitesi'nden uluslararası müzakere uzmanı Prof. Olivier Faure da bunu teyit ederken, "Fransa ile Türkiye arasında bir ortak nokta daha" yorumunu yapıyor.

Önümüzdeki dönemde Fransa entelektüel birikimi, özel sektörünün Türkiye ile olan derin bağları, turizmin ılımlı etkileri, Fransa'da 2009 Türkiye yılı, diğer kültürel etkinlikler ve her iki tarafta da sağduyu içinde çalışan diplomatik, özel ve akademik kuruluşların çabalarıyla, içine düştüğü bu çelişki girdabından kurtulabilir.

Bu arada en temel gerçek değişmiyor: Türkiye kendi çelişkilerini aşmakta ne kadar ileri giderse, Fransa veya başka ülkelerin çelişkilerine o kadar az maruz kalacak.
 
Dr. Bahadır Kaleağası        

TUSIAD        
Turkish Industrialists' & Business Association    
Representative to the EU and BUSINESSEUROPE
     

(The Confederation of European Business)        
     
Avenue des Gaulois, 13 - 1040 BRUSSELS    
T: +32 2 7364047    F: +32 2 7363993    

kaleagasi@tusiad.org    

www.tusiad.org
    

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.