Fatma Pehlivan bu sempozyumda "Türkiye ve Avrupa'da Kadının Yeri' konulu konuşmasında Türk kadının yaşamın bir çok farklı alanında katılımının düşük olmasının oldukça kaygı verici olduğunu ifade etti.
Fatma Pehlivan'ın Yalova Sempozyumunda yaptı konuşma metnini okurlarımızın bilgisine sunuyoruz..
Değerli bayanlar ve beyler,
Öncellikle beni "Yerelde ve ulusalda kadın hakları hakkında farkındalık" sempozyuma davetiniz için sizlere teşekkür ediyorum.
Böyle bir sempozyumda yer almak beni çok mutlu etmiştir.
Avrupa Birliği'ndeki kadının yeri ile ilgili bilgileri bulmak pek zor olmadı. Eurostat, 8 mart 2008'de Avrupa Birliğinde kadın ve erkeklerin yaşamı konusunda çok geniş bir rapor hazırlamıştı. Sizlere bu rapordan bazı bilgileri aktaracağım.
Beklenen yaşam süresi
Avrupa Birliği'nin 27 üye ülkesinde, kadınlar erkeklerden daha uzun süre yaşamaktadırlar. Genelde kadınların beklenen yaşam süresi 80,9 yıl. Erkekler ise 74, 6 yıl. Arada 6,3 yıl fark vardır. Böylece kadınlar güçlü bir cins olduğu ortaya çıkmaktadır.
Espanya, Fransa ve İtalya'nın kadınları en uzun süre yaşamaktadırlar (ortalama 84 yaşına kadar). Romanya, Bulgaristan ve Letonya'nın kadınları daha kısa süre yaşıyorlar (76 yaş cıvarlarında). Görüldüğû gibi Avrupa Birliği'nin yeni ülkelerinde beklenen yaşam süresi çok kısadır. Eski Doğu Bloku ülkeri ile gelişmiş batı dünyasının ülkerleri arasında büyük bir fark vardır.
2008 yılının CIA World Factbook yayınlanan rakamlara göre Türkiye'de kadınlar ortalama 75,7 yıl yaşıyorlar, erkekler ise ancak ortalama 70,7 yıl dayanabiliyorlar. Tam 5 yıl fark var. Beklenen yaşam süresi ortalama 73,1 olan Turkiye böylece dünyada 107'inci sırada bulunuyor.
Avrupa Birliğinin 27 ülkelerinden sadece Bulgaristan, Estonya, Romanya ve Letonya sıralamada daha aşağı yerde. Türkiye'nin düşük pozisyonu kadınların beklenen yaşam süresi çok düşük olmasıyla bağlantılı. Türk kadınlarının pozisyonu Avrupa Birliğinin tüm 27 ülkelerinden daha düşük. Türk erkekleri ise Litvanya, Letonya, Estonya, Romanya, Bulgaristan, Macaristan ve Slovakya'dan daha uzun yaşıyorlar. Göze çarpıcı bir olay.
Ekonomik katılım..
Avrupa Birliği'nin hiç bir ülkesinde kadın ile erkeklerin çalışma oranı eşit seviyede değildir. Erkeklerin ortalama 73,2 % ve kadınların 58,8 % çalışıyor. Fark 14,4%. Kuzey ülkelerinde, Danimarka ve İsveç'te 73,3'% ile çalışma oranı en yüksek. Hollanda'da 70,1%. Güney ülkelerinde ise rakamlar en düşük: Yunanistan, İtalya ve Malta'da kadınların çalışma oranı sırasıyla 48,2%, 46,9% ve 37,5%. ETF 'ye göre Türkiye'de kadınların sadece 22,1% çalışıyor, erkerlerin ise 62,5% çalışıyor. Aradaki fark 40,4%. Bu demektir ki Türk kadının ekonomik hayata katılımı kaygılı bir şekilde düşük orandadır.
Avrupa Birliği'nin ülkelerinde kadınların çalısma oranı Türkiye'dekinden daha yüksek olsa da ekonomik katılımları daha tamamen eşitliğe ulaşamamıştır. Özel şirketlerde kadınlar halen aynı işi yaptıkları halde erkeklerden daha düşük maaş alıyorlar. Ve genelde kadınların halen en yüksek pozisyonlara ulaşmaya zorlanıyorlar. Şirketler yöneticilerin sadece üçte biri kadın; eğitimde de kadınlar erkekler kadar ciddiye alınmıyorlar: ilk ve orta okullarda çoğunlukta olup (2/3), yüksek okullarda kadınlar yine azınlıkta (1/3). Tüm bu eşitsizlikleri dava etmek için kampanyalar yürütülüyor ve kadınların ekonomik hayatına eşit katılımlarını desteklemek için bazı aksiyonlar yapılıyor, ama yine de ancak bazı yasal önlemler alındıktan sonra gerçek değişiklikler olabilecektir.
Politik katılım..
Parlamentoda kadın ve erkeklerin oranı hiç bir Avrupa Birliği'nin ülkesinde tamamen eşit değildir. Eşitliğe en çok yaklaşan İsveç: parlamento üyelerinin 47% kadın. İkinci ve üçüncü sırada Finlanda ve Hollanda, sırasıyla 42% ve 39% ile. Listenin alt sıralarında Romanya ve Maceristan bulunuyorlar; ikisinde de 12% . Ve Malta' da 11%.
Türkiye'de parlamento üyelerinin sadece 9% kadın. Avrupa'nın 23% ortalama oranına ulaşabilmek için Türkiye'nin daha uzun bir yol yapması gerekiyor. Şu an eşit temsilciliği ancak hayal edebiliyoruz.
Türkiye'de kadınlara 1930'da oy hakkı verilmiştir ve kadınlar 1934'te parlamento adayı olma hakkını sahip olmuştur. Bu birçok başka ülkerden daha erkendir. Örneğin Belçika'da son engeller ancak 1948'de kaldırılmıştır. Bugünki Belçika parlamentosu 35% kadınlardan oluşması , pozitif aksiyonlar ve pozitif ayrımcılığın sonucudur. Bu konuya biraz daha derin girmek istiyorum.
1970'de Brugge şehrinde belediye meclisine daha fazla kadın seçilmesi için partileri aşan büyük bir kampanya yapılmıştır. Bu kampanya çok başarılı oldu ve belediye meclisinde kadınların sayısı üçkat arttı. Ayrıca şehrin tarihinde ilk defa bir kadın belediye başkanı yardımcısı seçildi. Dört yıl sonra ulusal seçimlerde, yerel kampanyalar kadın dernekleri tarafından yürütüldü. Yineden başarılı şekilde. Belçika parlamentosunda kadınların oranı ikikat artmıştı, 3,3% ten 6,6%ya. Seçimden seçime kampanyalar tekrarlandı ve sonuç olarak 1991'de Belçika parlamentosunun 10,1% kadınlardan oluşuyordu. Şimdiki Türk parlamentosundan sadece 1% daha fazla. Pozitif aksiyonlar etkili olduğu kesin ama gerçekten kökten bir şeyler değiştirmek için yetersizler. Diyebiliriz ki pozitif aksiyonların en büyük faydası beyinleri bilinçlenerek yasal önlemlerin alınmasını sağlamaktadır.
1994'te iki Belçikalı politikacı, sosyal demokrat partisinden Louis Tobback ve hristiyan demokrat partisinden Miet Smet, tesadüf olmıyarak iki değişik partiden bir bayan ve bir erkek, birlikte bir yasa çıkardılar. Bu yasada aynı partiden seçim adaylarının en fazla üç te ikisi aynı cinsiyetten olması gerektiği kararını almışlardır. Bu yasanın etkisi büyük oldu. 1995'te Belçika parlamentosunda kadınların oranı 18,8% ve 1999'da 24,9%'a kadar çıkmıştı bile.
2002 yılında yeni bir yasa yürürlüğe girdi: bu yasa partiler seçim listelerinde aynı sayıda kadın ve erkek adayları bulunması gerektiğini ve listede ilk iki adaylar birbirinden değişik cinşiyetten olması gerektiğini belirlemişti. Böylelikle Belçika parlamentosunda kadınlar oranı 2003 yılında 33% ve 2007 yılında 35% olmuştu.
Pozitif ayrımcılığın bir dahaki ve son adımı 'fermuar sistemi' uygulanması olabilir. Bu prensip partilerin seçim listelerinde sırayla bir kadın ve bir erkek peş peşe gelmesi gerektiğini belirliyor ve şu anda bile gönüllü olarak benim partim, sosyal demokratlar, tarafından uygulanıyor. Kendim pozitif ayrımcılığın pek taraftarı değilim; kadınların güçlendirilmesi ve erginleştirilmesinden yanayım; ama yıllardan beri oturmuş yalnış bir sistemi düzeltmek için ideal bir yöntem olduğu inkar edilemez.

Netice
Avrupa Birliği'nin 27 üye ülkelerinde kadının yeri hem ekonomik hem de politik yönden daha çok düzelmesi gerekiyor. Türkiye'de bu farklı değil; hatta uyarıcı alarm zilinin duyurulması bile gerekir; bu kadınların beklenen yaşam süresi konusu için de geçerli.
Son olarak Avrupa Birliği ülkerindeki kadınların kültürel hayata katılımı konusunda sizlere bir kaç rakam daha vermek istiyorum. Eurostat'ın raporuna göre kadınlar erkeklerden daha fazla kitap okuyorlar (kadınlardan 74% ve erkeklerden 67%) ama erkekler kadınlardan daha fazla spor yarışmalarına katılıyorlar (erkeklerden 53%, kadınlardan ise 29%). Bu son rakamlar ile ilgili Türkiye'de bunlar farklı olmadığını bilmek için rapor gerekmiyor. Ama kitaplar konusunda öylesine telaffuzda bulunmaya cesaret edemiyorum.
Çoğu Avrupa birliği ülkelerinde okur yazarlık konusunda erkek ile kadınlar arasında fark yokyur. CIA World Factbook'un araştırmasına göre Türk erkeklerin 95,3% okur yazarlığı var; Türk kadınların ise 79,6%. Bu yine Türkiye'deki kadının yeri konusunda daha çok emek verilmesi gerektiğinin sinyalıdır.
Dikkattınız için teşekkür ederim.