YENİ BİR TÜRKİYE
Birol Ertan
Siyaset Bilimci / Yazar
***
Siyasal iktidar, ülkede ötekileştirici, aşırı partizan, adam kayırmacı, nepotist ve kültürel yozlaşmacı politikalarından bir an önce vazgeçip tüm ülkeyi kavrayan çağdaş politikaları bir an önce yaşama geçirmezse, yaşadıklarımızdan çok daha ağır kitlesel protestoların ve direnişlerin yaşanması kaçınılmazdır.
***
Türkiye, Mayıs sonundan başlayarak iki haftayı aşan bir sürede tarihsel bir süreç yaşadı. Bu süreçte ülkenin her yerinde gösteriler, yürüyüşler ve protestolar gerçekleştirildi. Buna karşı Hükümetin tavrı ise sert polisiyse önlemler alarak ve protestocular ile diyalog kapılarını kapatarak klasik savunma tavrını takınmak oldu. Ne var ki, bir yandan dünyadan gelen tepkiler, diğer yanda direnişin hız kesmemesi, güçlenmesi ve giderek yaygınlaşması karşısında Hükümetin geri adım atması zorunlu hale geldi. 14 Haziran 2013 günü sabahın erken saatlerinde bir grup sanatçı ve Taksin Gezi Parkı eylemcilerini temsil eden bir grupla görüşen Başbakan Erdoğan, başından beri kendisinden beklenen tavrı geç de olsa takınarak diyalog kapılarını açtı. Taksim meydanına Topçu Kışlası yapılmasına ilişkin ısrarından pratik olarak vazgeçmiş olan Hükümet, olayı zamana yaymayı tercih etmiş oldu. Gelişmeler, sürecin evrilmesinde belirleyici olacağa benziyor.
Sanatçılar ve Taksim Gezi Parkı eylemcileri temsilcileri ile yapılan görüşmede Hükümet, halen yürütmeyi durdurma kararı verilmiş olan Taksim Topçu Kışlası Projesi konusunda mahkeme sonucunu bekleme, mahkeme sonucundan istediği sonucu alsa bile konuyu Plebisit yöntemiyle İstanbullulara sorup plebisit sonucuna göre hareket etme kararı aldı. Sonuç, hükümetin dayatmacı, tek taraflı, sert güvenlik önlemleri ile geçiştirmeye çalıştığı bir direnişin karşısında boyun eğmesiyle sonuçlandı.
Direnişi Anlamak
Taksim Gezi Parkı’nın yıkımına direniş ile başlayan ve bir anda tüm ülkeye yayılan protesto hareketleri, Türkiye için yeni bir dönemin başladığının da işaretiydi. Her gün on binlerce kişinin sokaklara çıkarak Hükümeti protesto etmesine neden olan bu süreci, Türkiye’de önceden tahmin eden çok az sayıda (belki de birkaç) siyasal analizci ortaya çıktı. Bunlardan birisi de bu yazıyı kaleme alandır.
Şubat ayının başlarında kaleme aldığım bir yazının başlığı, “Türkiye’de Devrim” idi. Bu yazımı birden çok internet haber sitesinde yayınladığım için ilgilenenlerin kısa bir araştırma yaparak bulması ve okuması mümkündür. Bu yazımda, özet olarak, “Türkiye, güçlü kurumsal yapılarının darmadağın edilmesi nedeniyle ‘devlet olarak’ rejim değişikliğine daha açık hale gelmiştir. Bu durum, Türkiye’nin devrim dönemine girdiği anlamına gelir” tespitini yapmıştım. Ayrıca, aynı makalemde, “Yeni Türk Devrimi Geliyor mu?” başlıklı bölümde şunları belirtmiştim:
“Yeni Türk Devrimi Geliyor mu?
“Türkiye’de rejim değişikliğini engelleyebilecek örgütsel yapı, TSK idi. Bugün TSK, mevcut siyasal sistemin mağduru durumuna getirilmiştir. Bu durum, ülkedeki değişim ve devrim sürecine direnecek en güçlü yapının yok edildiği anlamına geldiği için Türkiye, devrime dünden daha yakındır.
“Türkiye, son 10 yıllık iktidar elitinin yönetimi ile gelir dağılımı uçurumu açısından tarihinin en kötü dönemindedir. Her geçen gün dolaylı vergiler yoluyla bu uçurumun derinleştiği, geniş halk kesimlerinin yoksullaştırıldığı, yolsuzlukların rutinleştiği bir noktaya sürüklenmiş olan Türkiye’de her düzeyde adam kayırmacılık, partizanlık ve nepotizmin yaygınlaşmıştır. Bu nedenlerle, Türkiye’de köklü değişim ve devrim için bütün koşulların gerçekleşmiş olduğu anlaşılmaktadır.
“21. yüzyılın ikinci on yılı başlarında Türkiye’de geniş halk kesimlerinin iktidardan beklentileri ile iktidarın bunları karşılama oranı arasında öylesine geniş bir açıklık ortaya çıkmıştır ki, bu durumun “devrimci bir gedik” açarak mevcut sistemi tehdit etmeye başladığını görmeliyiz.
“Kısacası, bugün Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar devrimci bir dönüşüme açık ve hazırdır. Bu devrimin hangi yönde ve ne zaman olabileceği konusunu ise başka bir makaleye bırakmakta yarar vardır.”
Türkiye’de iki haftada yaşanan gelişmeleri, bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Konuyu yalnızca Parktaki birkaç ağacın kesilmesi (asla küçümsediğim için söylemiyorum, bir ağacın kesilmesi bile çok zorunlu olmadıkça bir cinayettir) ile ilişkilendirmek, Türkiye’deki değişimi anlamamakla eşdeğerdir.
İktidarın Kötü Sınavı
Gezi Parkı direnişleri ve sonrasında tüm ülkeye yayılan Hükümet protestoları süresince iktidarın büyük bir acemilik ve basiretsizlik örneği sergilediği görülmüştür. Bunun nedeni, iktidarın lideri konumundaki Başbakan Erdoğan olduğu kadar, ondan daha çok, çevresinde Başbakan’a ve hükümete danışmanlık yapan ve akıl verenlerin bilgisizliği ve yetersizliği ile çok yakından ilgilidir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetirken başta emniyet ve istihbarat örgütü olmak üzere geniş olanakları kullanan Hükümet, Türkiye’de böylesi bir direnişin ortaya çıkacağını tahmin bile edemedi. Sonradan yapılan “biz üç ay öncesinden bu olacakları biliyorduk” söylemi, sürece hazırlıksız yakalanmalarından anlaşılacağı üzere, “zevahiri kurtarmak” kapsamında yapılan bir açıklama olarak tarihe geçmiştir.
Bu süreçte dört vatandaşın hayatını kaybetmesi, ondan fazla insanın ağır yaralanması, binlerce insanın ise ciddi biçimde yaralanmasına yol açan çok ciddi bir aşırı güç kullanımı gerçekleşmiştir. Türkiye’nin birçok şehri, gaz bombaları ile kaplanmak durumunda kalmıştır. Bu durum, Hükümetin güvenlik yetkilileri ve danışmanlarının beceriksizliğini ve basiretsizliğini ortaya koyması açısından ibret verici bir tablodur.
Yeni Bir Türkiye
Bu yazımın başlığı, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” olarak asla anlaşılmasın. Son dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin şekli ve yönetim biçiminin ciddi biçimde dönüşüme uğradığı gerçektir, ancak hala her şeye karşın mevcut durumda ayakta duran bir Türkiye Cumhuriyeti var olmaya devam ediyor.
Temel tespitim şudur : 15 Haziran 2013 tarihi itibarıyla Türkiye, artık eskisi gibi yönetilemez. Hükümeti ve iktidarı elinde bulunduran liderlerin de bunu anlamasında ve bundan sonraki politikalarını buna göre oluşturmasında yarar vardır.
Diğer tespitim : Büyük kent merkezlerinde direnişin gerçek temsilcileri olan gençlerin neden sokaklara indiğini anlayamayan bir hükümet, Türkiye’de iç savaşa davetiye çıkarmaktan başka bir sonuçla karşı karşıya kalamaz.
Kentlerde direnişin kaynağı, üniversite mezunu eğitimli ve kalifiye işsiz gençler, üniversiteyi kazanamamış ve üniversite kapısında bekleyen dinamik genç kitle ve gelecek umudunu kaybetmiş lise düzeyinde ya da lise mezunu diğer gençlerden oluşmaktadır. Bunlara, ülkede iktidarın ötekileştirdiği ve sistem dışına ittiği genç-yaşlı kitleleri de eklerseniz, ciddi bir direnişçi profili oluşturmuş olursunuz. Bu kitlenin ölümüne bir dirençle gösterdiği direnişin bir Park Direnişine indirgenemeyeceği açıktır ve kısa sürede bitirilemeyeceği de yaşanarak görülecektir.
Siyasal iktidar, ülkede ötekileştirici, aşırı partizan, adam kayırmacı, nepotist ve kültürel yozlaşmacı politikalarından bir an önce vazgeçip tüm ülkeyi kavrayan politikaları bir an önce uygulamaya başlamazsa, yaşadıklarımızdan çok daha ağır kitlesel protestoların ve direnişlerin yaşanması kaçınılmazdır.
Türkiye’de Taksim Gezi Parkı protestoları ile başlayıp ülke geneline yayılan direnişin sanatçılar ve Park içinde direnen eylemcilerin temsilcilerinin tatmin olması ile durdurulmasını beklemek, tarihsel gelişmeleri anlamamak demektir. Ülkeyi bu noktaya getiren ve sistemin temel dayanaklarını köklü biçimde değiştiren iktidar uygulamaları son bulmadan ve iktidarın aşırı partizanca, diyalogdan yoksun ve otoriter eğilimler içeren politikası terk edilmeden Türkiye’de çok daha fazla kitlesel ve yaygın protesto ve direniş ile karşılaşmak kaderimiz olacaktır.
Bizden söylemesi …