Son bir ayda, binlerce km yol gittim.
Rüyasında Peygamberi görüp de heyecandan "Şefaat! Ya Resulallah!" diyeceğine "Seyahat! Ya Resulallah!" diyen Evliya Çelebi gibi, ben de bu son günlerde Eskişehir, Edirne, İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Emirdağ arasında mekik dokudum.
Aslında şikâyetçi de sayılmam.
Bir gece İzmit'in misafir odası sayılan Sekapark'ta gezerken, diğer gün Edirne'nin yakıcı güneşinde mısır tarlalarını seyretmek,
Bir sonraki gün ise Emirdağ Pazarında dolaşmak doğrusu zevkli oluyor.
Üstelik gurbetçilerimizin, özelliklede Belçika'dan gelenlerin lüks araçlarından yer bulup da aracınızı park edebilmenizin nerdeyse imkânsız olduğu şu günlerde.
Şaka yapmıyorum.
Emirdağ sokakları, bu günlerde sanki ikinci el lüks araç pazarı gibi.
Belki çoğunuz Emirdağ ismini ilk kez duyuyor olabilirsiniz ama inanın Afyonkarahisar'a bağlı bu ilçemizin ünü sınırlarımızı çoktan aşmış. Gerçi Emirdağ'ın adını duymayanlar bile eminim türkülerinden bir kaçını biliyordur.
En azından "Al Fadimem, bal Fadimem, Yanakları gül Fadimem
Uyan uyan sabah oldu, Namazını gıl Fadimem" türküsünü ya da
"Harmana sererler sarı samanı, Hiç bitmiyor Emirdağ'ın dumanı
Gel otur yanıma canım sevdiğim, Ayrılık mı okur yayla zamanı"
Adlı türküyü duymayan yoktur.
Belçika'da yabancıların Türklere:"Türkiye mi daha büyük yoksa Emirdağ mı?" diye sordukları da Emirdağlılar arasında galat-ı meşhurdur.
Almanya'da yaşayan kuzenim:"Abla Brüksel'de bir cadde var. Görmen lazım.
Oradaki Emirdağlılar hala köylerinde yaşadıkları gibi yaşıyorlar.
Evlerin tuvaletleri bahçede. Bulaşık yıkıyorlar suyunu yola serpiyorlar.
Kavun karpuz kabukları sokaklarda. Kıyafetler aynı buradakiler gibi. Yolda yürüyen beyaz gömlekli ama içinde renkli atleti olan herkes Emirdağlıdır, hiç şüphen olmasın. Belçikalılar oradan elini eteğini çekmiş artık" Diyor.
Bu arada bizim babaannemizde Emirdağlı. Onun hikâyesini başka bir yazıya saklıyorum.
Zira O tam bir Roman kahramanı.
Ağzım açık kuzenimi dinlerken pazarın en az İstanbul'dakiler kadar pahalı olduğu dikkatimi çekiyor. Esnaf uyanık.
Etrafımda kolları kuyumcu dükkânı gibi kadınlar, boyunlarında altın zincirler bulunan
Ray-Ban gözlüklü üçüncü jenerasyon gurbetçi gençler, sapsarı yabancı gelinler ve tabi Frig Vadisinin karizmatik insanları arz-ı endam ediyor.
Gurbetçilerimiz bir yana vadinin bütün esrarengizliği bu yörenin insanına sinmiş. Farkında olmasalar da yerli halk hala bu kültürün izlerini taşıyor. Giyimleri, tavırları bir Anadolu köylüsünden çok farklı.
Mesela "Frig" bir kadın ismi olarak bu bölgede çok yaygın. Nüfus müdürlüğü bunu Feride olarak kaydetse de halk bu ismi olduğu gibi kullanıyor.
Kuzenim, köyün çıkışındaki höyüğün artık sit alanı olduğunu söylüyor. Daha önceleri buradan kum alan köylülerin bir sürü kemik parçası, kap kacak bulduklarını da sözlerine ekliyor. Bunların sanat tarihi açısından değeri nedir bilmiyorum.
Sahip çıkan olmadığından bu antik döneme ait resimlerin ve yontuların olduğu taşlar, civardaki köylerde sadece tarla sınırlarını belirlemek için kullanılıyor.
Aslında kendi haline bırakılan bu taşları toplayıp güzel bir peyzaj çalışması yapmak lazım.
Hem eserler korunmuş hem de gözümüz bayram etmiş olur. Ama bu defada devlet "Tarihi eser kaçakçılığı suçlamasıyla" peşimize düşer herhalde.
Sevindirici olan şu ki; son zamanlarda Afyonkarahisar-Eskişehir-Kütahya illerinin sınırlarında kalan bu vadinin turizme kazandırılması için Frig Vadisi Turizm Kuşağı Projesi kapsamında bir hareketlilik göze çarpıyor.
Seyahatimin Eskişehir durağında Baro'dan aldığım bölgeye dair dergide okuduğuma göre, Mardin'den Eskişehir'e gelen yeni Vali, Mehmet Kılıçlar bu konuya büyük önem veriyormuş. Umarım açık hava müzesi haline getirebilecek kadar çok eserin tamamı yok olmadan bu proje hayata geçirilme şansı bulabilir.
Bu seyahatlerim sonrasında değinmeden geçemeyeceğim bir başka konuda ulaşım!
Artık şeksiz şüphesiz söyleyebilirim ki, şehirlerarası seyahatte en konforlu ulaşım aracı tren! İnanın bana, ne uçak, ne özel otomobiliniz ne de deniz yolu, bu konuda TCDD'ye rakip olamaz. Birde şuan için sadece Ankara-Eskişehir arası çalışan hızlı tren İstanbul seferlerine de başlarsa artık TCDD'yi kimse tutamaz.
Hele hele şehirlerarası otobüsler bence artık bitmiştir.
Öğrenciliği boyunca İstanbul- Eskişehir arası git gel altı saat formatına alışmış(trenle bu yol dört saat) yollardaki büfelerin bile adını ezberlemiş bir yolcu olarak, en son Eskişehir'e yolculuğum esnasında bindiğim otobüsün tam bir fiyasko olduğunu söylemek zorundayım.
Daha Esenler Otogarında, bavulumu bagaja söylenerek koyan yaşlı muavinimizin, arabaya bindiği ilk andan itibaren sürekli eliyle soğuk hava üflemesi gereken düğmeleri kontrol etmesinden klimada bir problem olduğunu anlamalı ve derhal bileti iade etmeliydim.
Ama çekecek çilem varmış.
Siz siz olun, muhatabınıza komik geleceğini bilseniz bile, klimanın çok iyi çalışıp çalışmadığını sormadan ve bundan emin olmadan Ağustos ayında bir otobüsle altı saatlik yola çıkmayın!
Üstelik bir de şoför efendi tüttürdüğü sigarası ile arabasının eski köy otobüslerinden beter haline aldırmadan çingene vapuru gibi her terminale girerek sabrınızı test etmeyi deniyorsa, ilk fırsatta o otobüsten inin! Çünkü zararın neresinden dönseniz kardır.
Ben bunları yapamadım ama camın altındaki şikâyet için bildirilen numaraya her şeyi eksiksiz yazıp yolladım.
Sırf benden sonrakiler bu çileyi çekmesin diye.
Kendim için bir şey istiyorsam namerdim!?
Şaka bir yana tilki misali gezip dolaşıp hafta sonu yine İstanbul'a evime dönmek inanın çok hoş. Galiba bende Yahya Kemal gibi bu gezilerin en çok "İstanbul'a dönüşünü seviyorum."
http://www.kadinhaberleri.net/index.php?content_view=11544&ctgr_id=150