Haberin yayım tarihi
2007-10-18
Haberin bulunduğu kategoriler

Türkiye'de Din Dersi Tartışmaları..

Türkiye'de din eğitimi sorunu, yaygın olarak tartışılmakta ve sürekli güncelliğini korumaktadır. Türkiye'nin Avrupa Birliğine aday olması, tartışmalara ayrı bir boyut daha kazandırmışken, yeni anayasa hazırlıkları tartışmaları adeta alevlendirmiştir.
 
Bilindiği gibi, okullarımızda din dersi kimi zaman isteyene okutuldu, kimi zaman isteyen muaf tutuldu. 1982 yılından bu yana din kültürü ve ahlak öğretimi zorunlu dersler arasında yer aldı. Yeni hazırlanan anayasa taslağında din eğitiminin nasıl yer alacağı konusunun yeterince tartışılmasını sağlamak ülkemiz açısından önemlidir.
 
Bu yazıda, önce genel olarak din öğretimindeki yaklaşımlar açıklanacak, Avrupa ülkelerindeki din eğitimi uygulamaları kısaca özetlenecek ve son olarak Türkiye'deki uygulamalar ile karşılaştırılması yapılacaktır.
 
Problem
Din dersleri, Cumhuriyetin kurulmasından bu yana üzerinde en çok tartışılan konulardan biri olagelmiştir. En çok tartışılan bir konu olmasına rağmen, Türkiye'de çoğu zaman din dersleri bilimsel yöntemle incelenip, araştırılmış değildir. Tartışmalar hep ideolojik yönde seyretmiş ve bu alanda birbirine zıt iki görüş sürekli savunulmuştur. Bu görüşlerin birisine göre, "Din, bizim tarihî, hatta millî olmuş kıymetlerimizden birisidir. Bu sebeple onu çocuklarımıza öğretmeliyiz." (Okutan, 1980, 1) Çünkü toplumdaki tüm kötülüklerin, ahlâksızlıkların, huzursuzlukların kaynağında kişilere iyi din ve ahlâk eğitimi verilmemesi vardır. Bunun karşıtı görüşe göre, "Türkiye laik bir ülkedir, laik bir ülkenin okullarında zorunlu din dersi yer alamaz."(Koçer, 1967, 179) Bu görüşü destekleyenlere göre okullarda Din dersinin okutulması Atatürk ilkeleri ve çağdaşlaşma için tehlike arz etmektedir.
 
Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da tartışmaların çoğu zaman bilimsellikten uzak olduğu gözlenmektedir. Bu konu tartışılırken toplumun ihtiyaçlarının değerlendirilerek, alan için uygun öğretim yöntemi ve ilkeleri geliştirilerek bilimsel bir temele oturtulması üzerinde durulmamıştır.(Tekin, 1986, 4) Bu nedenle konunun bilimsel çerçevede ele alınmasında yarar vardır. Bunun için başta Avrupa olmak üzere çeşitli ülkelerde din eğitimi uygulamalarını bilmemiz ve bu tecrübelerden yararlanarak kendi sistemimizi değerlendirmemiz gerekmektedir. O hâlde bilimsel bir tartışma için gerekli araştırmaların yapılması gerekir.
 
Eğitim sistemi ile ilgili tartışmaların bilimsel bir temele dayandırılması ile ilgili, eğitim bilimci Fatma Varış'ın şu sözlerini aktarmak yararlı olacaktır.(Varış, 1988, 14) "Eğitim uygulamalı bir bilim alanıdır. Bu bakımdan, yenileşme çabalarının, kâğıt üzerinde özenerek çizilmiş yapı değişiklikleriyle, yapılan konuşma ve tartışmalarla veya herkesin kendi tecrübe dağarcığından çıkararak en iyi niyetlerle ortaya attığı önerilerle gerçekleşeceği düşünülmemelidir.Her şeyden önce, memleketimizde eğitimin toplumsal ve bireysel temellerini araştırarak, eğitimin sistematik teorisini dile getirmek ve eğitim politikasını ve amaçlarını bu teoriye göre düzenlemek gerekmektedir. Bireyin topluma yapıcı bir şekilde aktif uyumunu sağlayacak, davranışların gelişmesine yön çizecek olan amaçların, bilimsel bir temele oturması önem taşır. Eğitim amaçlarının gerçekleştirilmesinde uygulanacak muhtevanın seçimi ve düzeni bu alanda akademik çaba gerektirmektedir." (Varış, 1988, 14)
O hâlde konuyu ele alırken, din ve ahlâk öğretiminin toplumsal ve bireysel temelleri ortaya konulmalıdır. Bireysel yönden, dinin insanın farklı çağlarına ve ihtiyaçlarına göre nasıl öğretim konusu yapılacağı belirlenmelidir. Toplumsal yönden ise, genel eğitim politikası, dinin amacı ve toplumun ihtiyaçları arasında bir denge kurulması ve bu yönde din dersinin teorisinin geliştirilmesi gerekmektedir.
 
Din Derslerinin Tarihi
Cumhuriyetten önce din eğitimi camiler, medreseler, tekkeler, enderun, sıbyan mektepleri, rüştiye, idadî ve sultanîler gibi çeşitli öğretim kurumlarında yapılırdı. Cumhuriyetin ilanından sonra 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Yasası ile bütün eğitim öğretim kurumları "Maarif Vekaleti"ne bağlandı. Bu yasanın 4. maddesinde, yeni dinî öğretim kurumları ile ilgili hüküm, "Maarif Vekaleti, yüksek dinîyat mütehassısı yetiştirmek üzere Darülfünunda bir İlâhiyat Fakültesi tesis ve imamet gibi hidemâtı dinîyenin ifası vazifesi ile mükellef memurların yetişmesi için de ayrı mektepler kûşad edecektir." şeklinde yer almıştır.
 
1926 yılında, ilkokulların 2. ve 3. sınıflarına haftada ikişer, 4. ve 5. sınıflarına da haftada birer saat olmak üzere seçmeli Din Bilgisi dersi konulmuştur. Bu ders 1929 yılında ilkokulların 4. ve 5. sınıfları ile ortaokulların 1. ve 2. sınıflarında haftada birer saat; Öğretmen Okullarının birinci ve ikinci sınıflarında haftada ikişer saat olarak okutulmaya başlanmıştır. Din Bilgisi Dersleri, 1931-1932 öğretim yılında ortaokul öğretim programından; 1935 yılında da ilkokul haftalık programından çıkarılmıştır.
 
1949 yılında ilkokulların 4. ve 5. sınıflarında haftada ikişer saat olmak üzere yeniden okutulmaya başlanan ve sınıf geçmeye etki etmeyen Din Bilgisi dersi, 1950 yılında ilkokulların 4. ve 5. sınıflarında birer saate indirilmiş ve sınıf geçmeye etki eden bir ders hâline getirilmiştir.
 
1953 yılında İlk öğretmen Okullarının 1. ve 2. sınıflarında zorunlu olmak üzere, 1956-1957 öğretim yılında, ortaokulların 1. ve 2, sınıflarında, sınıf geçmede etkili olmak kaydıyla; 1967-1968 öğretim yılında lise ve dengi okulların 1. ve 2. sınıflarında isteğe bağlı olarak okutulmak ve bu dersi seçen öğrenciler için sınıf geçmeye etki etmek üzere haftada birer saat din dersi okutulmaya başlanmıştır.
 
1974-1975 öğretim yılında, ilkokulların 4. ve 5., ortaokulların 1, 2 ve 3., liselerin 1. ve 2. sınıflarında Ahlâk dersi okutulmaya başlanmıştır.
 
1975-1976 öğretim yılında ortaokullar ile lise ve dengi meslek okullarının son sınıflarına isteğe bağlı olarak Din Bilgisi, aynı öğretim yılında lise ve dengi meslek okullarının son sınıflarına da Ahlâk dersleri konulmuştur. 1982 Anayasası'nın 24. maddesinin "... Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır..." hükmü doğrultusunda Din Bilgisi ve Ahlâk Dersi birleştirilerek adı da Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi olarak değiştirilmiş ve ilkokul, ortaokul ve liselerimizde okutulan zorunlu dersler arasında yer almıştır.
 
Hâlen bu ders, ilköğretim 4 ve 8. sınıflarında haftada ikişer, liselerde haftada birer saat olarak okutulmaktadır.
 
Dinî Eğitimden, Din Öğretimine Geçiş
Büyük dinlerin özellikle İslâm dininin getirdiği dünya görüşü hayatın bütünlüğü ilkesine dayalıdır. Bu görüş eğitim öğretim sistemini bütünüyle etkilemiştir.
 
Türklerin çok eski tarihleri ve bu tarihlerinden gelen hayat görüşleri olduğu bilinmektedir. Fakat yakın zamana kadar Türk tarihinin başlangıcı İslâm tarihinin başlangıcı ile aynı sayılmıştır. Büyük şahsiyetlerin soy kütükleri İslâm'ın ilk devirlerdeki büyük şahsiyetlere dayandırılmış, öğrencilere peygamberler tarihinden sonra, İslâm devletleri tarihi ve bu arada Selçuklu ve Osmanlı tarihleri öğretilmiştir. Osmanlı toplumunun değerler sistemi, siyasi ve sosyal yapısı, tarihin daha çok bir din tarihi olarak anlaşılmasına elverişlidir. Bu dönemde diğer milletler de benzer anlayışlara sahiptirler.
 
Hayatın böyle bütüncü bir yorumu, eğitim öğretimi bütünüyle onun emrine vermişti. Daha sonra hangi branşlara ve mesleklere hizmet verecek olursa olsun, bütün eğitim-öğretim kurumları temelde bu yorumu, bu bakış açısını bütün öğrencilere vermek durumundaydı. Bu sebepten bu devredeki eğitim ve öğretime "dinî" diyoruz.
 
Eğitim öğretim faaliyeti bir devlet görevi olarak zorunlu hâle getirilince durum değişti. Artık vatandaşlar çocuklarını, programını devletin belirlediği okullara gönderiyorlardı. Din bu okullarda yine öğretiliyordu, fakat öğretime artık dinî denemezdi. Çünkü orada doğrudan doğruya dinden kaynaklanmayan, dine dayalı olmayan dersler de yer alıyordu. Öğretimin bütünlüğü içinde din, din öğretimi olarak branşlardan biriydi.
Dinî öğretimden, din öğretimine geçişin güçlükler meydana getirmesi doğaldı. Çünkü artık hayata bakış bir türlü değildi. Belli bir hayat görüşünün doğruluğu üzerine kurulu din dersi ile bu görüşe bağlı olmaksızın deneysel araştırma sonuçlarına dayanan derslerin insan kafasında bütünleştirilmesi kolay değildi. Bunlardan hangisi esas alınacaktı?
 
Dünyanın diğer ülkelerinde de dinî öğretimden, din öğretimine geçişin sorunlara sebep olduğunu biliyoruz. Zaman içinde sorunlar her toplumun kendi özelliklerine göre çözümlenmeye çalışılmıştır. Ancak sorunların bittiği söylenemez.
 
Genel eğitimde olduğu kadar, dinin hedefinde de insana zorlama yoktur. Her ikisinin ortak hedefi özgür iradenin gerçekleşmesidir. Özgür irade ise, seçime imkan tanımayan tek yönlü bir tanıtımla gerçekleşemez. Birden çok dünya görüşünün bulunduğu ve bu görüşlerin artık kapalı kalamadığı çağdaş çoğulcu toplumda, öğrencilerin bunlardan haberdar olması, kendi görüşlerini daha iyi tanımaları ve ona bağlanma sorumluluğunu yüklenmeleri açısından gereklidir.
 
Bugün din öğretiminin en önemli sorunu, din dersinin şekli ve muhtevası üzerinde tartışılırken çoğu zaman unutulan, Türk halkının güncel dinî ihtiyaçlarına en iyi şekilde nasıl cevap verebileceği sorusudur.(Diyanet, 1988, 332)
 
Görüldüğü gibi, konunun temelinde din dersinin teorisinin iyi bir şekilde ortaya konulup geliştirilmesi sorunu vardır.
 
Din Dersinin Teorisi
Din dersinin teorisi, çok amaçlı (plüralist) toplumun, onun bir uzantısı olan okulun ve dinin amaçlarının birlikte düşünülüp değerlendirilmesi ile geliştirilebilir. Başka bir ifade ile böyle bir teori için genel eğitim felsefesinin (uzak hedef), okulların genel amacının ve dinin özel amacının birbirini zedelemeyecek bir biçimde bir araya getirilmesi gereklidir.
 
Okulun görevi, toplumun çok amaçlı özelliğini hiçe saymak, onu görmezlikten gelmek veya ideolojik olarak yıpratmak gibi uygulamalarla bağdaşmaz. Çok amaçlı toplumun okuluna uygun olan, ideolojik bir öğretim amacı değil, fakat öğrencilerin, gerçeğin bütünü ile karşılaşmasını hedef alıcı bir öğretimdir. Bu bütünlük içinde okul öğrencilere, dinlerin getirdiği dünya görüşünün temel ilkelerini tanıtmak, onlara gerçeğin dini açıdan nasıl yorumlandığı konusunda da bilgi vermek durumundadır. Okul, din ile ilgili sorular yokmuş gibi davranamaz, onları kendiliğinden veya başka branşlar yolu ile de cevaplandıramaz. Toplum politikası açısından din dersi, okulda, dinin toplum içinde sahip olduğu yere uygun bir biçimde temsil edilmek durumundadır.
 
Dinin genel eğitimindeki yeri ve okul böyle bir disiplini ihmal ederse, görevini tam olarak yapmamış olacağı konusunda üç amaç ileri sürülebilir. Bunlar, insani amaç, kültürel amaç ve toplumsal amaçtır.(Bilgin, 2001, 67-69)
 
1. İnsanî Amaç: İnsanî amaç, genel eğitimin, insanı, bütün yetenekleri ile bir bütün olarak yetiştirmek görevinden kaynaklanmaktadır. İnsan, hayatı yorumlamak ve yaşantısına bir anlam kazandırmak ihtiyacındadır. İnsanın bu duygusunun karşılanması, doyurulması ve geliştirilmesi gereklidir. Bu anlamda, İslâm dininden gelen cevaplar, İslâm dininin mümini olan kişilere verilmek durumundadır. Onlar bu cevabı diğer alanlardan öğrenecekleri cevaplarla karşılaştıracaklardır.
 
2. Kültürel Amaç: Kültürel amaç, sahip olduğumuz ve sahip olmak durumunda bulunduğumuz kültürümüzü büyük ölçüde etkilemiş olan İslâm dinini, yetişmekte olan nesle tanıtmaktır. Edebiyatımızda, müziğimizde, mimarimizde, hatta niçin öyle değil de böyle hareket etmekte olduğumuzda ve konuşma biçimimizde, dinle ilgili motifler, sembolik ifadeler, çok yönlü izler vardır. Dini öğrenip bilmek, bütün bunları anlamak için kaçınılmazdır. Din bilgileri, okullardaki, Türkçe, Sosyal Bilgiler, Tarih vb. derslerin işlenmesinde de yardımcıdır ve gereklidir. Tarih dersinde bir olayın yorumlanmasında, Türkçe dersinde bir fıkranın, bir şiirin anlaşılmasında din bilgilerine daima başvurulacaktır. Ders öğretmenleri arasında alışverişte, din öğretmeni de üzerine düşeni yapacaktır.
 
3. Toplumsal Amaç: Toplumsal amaç, davranışlarımızla sorumlu olduğumuz ve davranışlarını tanımak durumunda olduğumuz toplumsal çevreye, İslâm ahlâkı yolu ile yaklaşabilmektir. Hangi görevde ve sosyal faaliyette bulunursak bulunalım, arkadaşlık ve komşuluk ilişkilerinde bile davranışlarımıza yön veren inanışlarımızı karşılıklı tanımak ve onları hesaba katmak durumundayız. Bu bakımdan sadece kendi inandığımız dini değil, çevremizde yaşayan dinleri de tanımak ve hesaba katmak durumundayız. Herkes Türkiye'de yaşayan dinler hakkında bilgi sahibi olmak durumundadır. Zaten din dersi öğretim programlarında bu bilgilere yer verilmektedir.
 
Din dersi okula, onunu eleştirici özelliği açısından da yardımcı olabilir. Değişik felsefî görüşler ve ideolojiler, insanın varlığı, geleceği ve mutluluğu ile ilgili değişik yorumlar getirirken, dinin getirdiği yorum, bir imkan olarak onların yanında yer alacak, onların da eleştiri konusu yapılabileceğini ortaya koyacaktır. Böylece gerçeğin henüz çözümlenmemiş olduğu, ona bakışların ve onu yorumlayışların bir türlü olmadığı gerçeğinin ortaya konularak, tartışma konusu yapılmakla yeni yetişenlerin ufkunun açık olduğu, onların da bu konuda düşünüp katkıda bulunabileceği belirtilmiş olacaktır.
 
Din eğitimini hiç yapmamak veya yalnız bireylerin ve ailelerin isteklerine bırakmak, bir anlam­da dikkate almamak ve ihmal etmek mümkün değildir. Bu konuda iki ihtimal vardır: Ya doğru ve yeter­li din eğitimi yaparız veya sağlıksız, yanlış ve yetersiz din eğitimine ortam hazırlarız. Bu nedenle sağlıksız, yetersiz ve geleneksel din eğitimi sonucu ortaya çıkan birtakım bireysel ve toplumsal davranış bozukluklarına karşı devletin örgün din eğitimini ve kurumlarını geliştirme­ye çalışması gerekir.(Ayhan, 2005, 217)
 
Dünyada ve Türkiye'deki Din Öğretimi Uygulamaları Avrupa Birliğine girme süreci içerisinde olan Türkiye'de birliğe tam üyelikle birlikte birçok şeyin değişmesi kaçınılmazdır. Bu çerçevede Avrupa Birliği üyeliği ile eğitimimizde özellikle de din eğitimi uygulamalarında nasıl değişiklikler olacaktır? Avrupa Birliği, din eğitimi konusunda Türkiye'den bazı değişiklikler isteyecek midir? Bu vb. sorular zaman zaman sorulmakta ve çoğu zaman Avrupa Birliği ülkelerindeki uygulamalar bilinmeden, herkes kendi kafasında oluşturduğu Avrupa çerçevesinde değişiklikler beklemektedir. Bu konuda kimi çevreler, Avrupa ülkeleri okullarında zorunlu din dersi yoktur derken, kimileri de Avrupa Birliğine girersek dinî özgürlüklerimizin artacağını söylemektedir. Bu konuda cevaplandırılması gereken iki soru da şudur: 1.Avrupa Birliği bizim din eğitimimizi ne kadar değiştirecek? 2.Din eğitimi uygulamalarında Avrupa ülkelerinin hepsinde durum aynı mıdır?
 
O hâlde, din öğretiminin ülkemiz eğitim sisteminin içindeki yerini belirlemede iki önemli noktayı dikkate almak durumundayız. Dünyada din eğitimi uygulamaları nasıldır ve bu uygulamaların temel felsefeleri ve tarihi arka planları nelerdir? Bu uygulamalardan elde ettiğimiz tecrübelerden ülkemiz açısından nasıl yararlanabiliriz?
 
Burada bir noktaya daha temas etmekte yarar vardır. Günümüzde, aile, din ve kitle iletişim araçları gibi toplumsal kurumların ve toplum içinde olmanın insana kazandırdığı çeşitli yaşantıların ürünü olarak da bir eğitimden söz edilebilirse de, hemen hemen her toplumda planlı eğitim okulun görevidir. Bugün dünyada, çocuk ve gençlerin eğitiminin büyük bir kısmını okullar üslenmiştir. Hem uluslar arasında hem de belli bir ulus içinde okulun amacı bakımından bazı farklar görülmekle birlikte okulda yer alan öğrenme-öğretme süreci bunların hepsinde hemen hemen aynı kalmaktadır.(Bloom, 1979, 6)
 
Artık, çocuklarımız evde ailelerinin yanından çok, okullarda kalmaktadır. Hemen her ülkede okul eğitimi zorunlu hâle gelmiş ve eğitim bir devlet görevi olmuştur. Üstelik zorunlu eğitimin süresi de gittikçe erken başlayıp geç bitme şeklinde gelişmektedir. Aynı şekilde hükümetler, anaokullarını yaygınlaştırmaya ve erken yaşta çocukları okula başlatmaya uğraşmaktadır. Örneğin, Belçika'da çocuklar 2,5 yaşında anaokuluna başlamaktadır. Durum böyle olunca insanın hem bireysel hem de toplumsal açıdan bir ihtiyacı olan din eğitiminin okullarda yapılması önem kazanmaktadır.
 
Günümüzde, dünyada din dersinin okul programlarında yer alıp almamasından daha çok, nasıl yer alacağı konusu üzerinde tartışmalar yapılmaktadır. Bu tartışmalar, laiklik, devletin bir dinin öğretilmesine katkıda bulunup bulunamayacağı, devletin ya da okulun her hangi bir dini zorla öğretip öğretemeyeceği, dersin içeriğinin bir dini ya da mezhebi benimsetecek veya sadece kültür olarak verilebilecek şekilde hazırlanması vb. konularda yoğunlaşmaktadır. Bu tartışmalar, her ülkenin kendi toplumsal, kültürel ve devlet yapısına ve özellikle tarihi tecrübelerine göre değişmektedir.
 
Son olarak, burada kullanılan eğitim ve öğretim kelimelerinin ne anlamda kullanıldığına dikkat çekmek istiyorum. Eğitim, bireyin içinde yaşadığı toplumda davranış biçimleri kazandığı süreçler toplamıdır. Eğitim kavramı bu kadar geniş olduğu için din eğitimi denilince de ailelerin, bir dinî kurumun ya da eğitim kurumunun, sosyal çevrenin, bireylerin dinî yaşantılarını düzenlemek ve zenginleştirmek için yürüttüğü tüm etkinlikler akla gelmektedir. Öğretim ise, planlı, programlı, destekli ve genellikle bir belge ile sonuçlanan eğitim etkinliklerini ifade etmektedir. Bu sebeple, din öğretimi terimi ile de okullarda yürütülen etkinlikler (özelde de din dersleri) kastedilmektedir.
 
Özet ve Değerlendirme
Din eğitimi uygulamaları açısından her ülkenin kendi tarihsel, siyasal ve toplumsal yapısına göre farklılıklar bulunmaktadır. Ülkeler kendi devlet yapısına göre din öğretimine yer vermişlerdir. Türkiye'den farklı olarak Batı ülkelerinde devlet okulları yanında, bağımsız ve çoğu dinî cemaatlere ait özel okullar bulunmaktadır.
 
Dünyadaki din öğretimi ile ilgili uygulamaları din dersinin statüsü açısından şöyle özetleyebiliriz:
 
1. Devlet okullarında din öğretimi vermeyip, ancak özel okullarda ve (kilise vb.) dinî kurumlarda, din öğretimine izin veren ülkeler, A.B.D., Fransa, Japonya gibi.
2. Resmî ve özel okullarda din öğretimine seçmeli ders olarak yer veren ülkeler, İtalya, Portekiz, İngiltere gibi.
3. Resmî ve özel okullarda öğrencilerin din ya da ahlak derslerinden birisini seçmek zorunda olduğu ülkeler, Almanya, Belçika gibi.
4. Resmî okullarda din dersinin zorunlu olduğu ülkeler, İslam ülkeleri, İsveç, Norveç, Yunanistan, Danimarka gibi.
5. Dinlerle ilgili konuları tarih, coğrafya, felsefe, yurttaşlık bilgisi gibi diğer kültür derslerinde öğreten ülkeler, Fransa gibi.
 
Din derslerinin içeriği açısından çeşitli ülkelerdeki uygulamalar ise şöyle özetlenebilir:
1. Dinler hakkında öğretim, mezhebe/dine dayalı olmayan (non confessional) yaklaşımla ancak, belli bir din ya da mezhebin ağırlıklı olarak okutulduğu model, İsveç, Norveç, Yunanistan ve Danimarka gibi.
 
2. Sadece belli bir dinin ya da mezhebin öğretildiği din eğitimi, mezhebe/dine dayalı (confessional) yaklaşımı, Almanya, Belçika, İtalya, Portekiz, İspanya gibi.
3. Dinlerin tanıtımı ile ilgili bilgileri tarih, edebiyat, felsefe, yurttaşlık bilgisi gibi diğer kültür derslerinde öğretildiği model, Fransa gibi.
 
Din derslerinin içeriği açısından baktığımızda, Türkiye'deki din dersleri, dinler hakkında öğretim, mezhebe/dine dayalı olmayan (non confesional) yaklaşıma uymaktadır. Bugünkü hâliyle Türkiye'deki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri, resmî okullarda tüm öğrencilere zorunlu olarak okutulan İsveç, Norveç, Danimarka ve Yunanistan'daki din derslerine benzemektedir. Bu ülkelerdeki ilk ve orta dereceli okullarda din dersi zorunlu dersler arasındadır. Bu dersten muaf olmak için farklı din mensubu olmak gerekmektedir.
Meslekî din eğitimini devletin vermesi açısından Türkiye'deki uygulama Yunanistan'a benzemektedir. Yunanistan'da ilahiyat liseleri vardır.
 
Her ülkede olduğu gibi Türkiye'deki din eğitimi ve öğretimi ile ilgili uygulamalar da kendi tarihi, siyasal ve toplumsal yapımıza göre şekillenmiştir. Bunun böyle gelişmesinin en önemli sebeplerinden birisi İslam dünyasında özellikle de Türkiye'nin tarihinde din ve devletin ayrı ayrı kurumlar hâlinde ortaya çıkmamasıdır. Zaten İslam dinin yapısı gereği İslam'da, Hristiyanlıktaki gibi Kilise benzeri bir otorite ve kurumun meydana gelmesi mümkün değildir.
 
Türkiye'yi diğer ülkelerden ayıran önemli farklılık, Türkiye'nin devlet yapısını laiklik üzerine kurmuş olduğu hâlde din öğretimini bizzat kendisinin yapmasıdır. İşte Türkiye'nin hem laik bir ülke olması hem de bizzat din eğitimini denetim ve gözetim altında tutması kendisine özgü bir uygulamadır. Gerçi din adamlarına ve dinî eğitim kurumlarına direk ya da dolaylı olarak yardım yapan birçok Batı ülkesi vardır. Ancak, birçok Batı ülkesinde devlet, dinî kurumlara para yardımında bulunsa ve din görevlilerine maaş verse bile, dinin kurallarına, din görevlilerine ve din dersinin içeriğine karışmamaktadır. Örneğin Belçika devleti dinî okulların masraflarını karşılamakta, din dersi öğretmenlerinin ve din görevlilerinin maaşlarını vermekte, ancak onların ne öğrettiklerine yani din dersinin içeriğine karışmamaktadır.
 
Demokratik toplumlarda, "din eğitimi hakkı" tartışılamaz. Sorun, bu eğitimi kimin, nasıl vereceğinde düğümlenmektedir. Din eğitimi, devlet tarafından vatandaşlara tanınan "dinî özgürlükler" içinde mi yoksa vatandaşın "dinî haklar"ı içinde mi yer alacaktır? Genel olarak Amerika'da ve Avrupa ülkelerinde din eğitimi alanı, "dinî özgürlükler" içinde algılanmaktadır. Bunun sonucu olarak, devlet, vatandaşın dinine karışmayı özgürlüğüne müdahale olarak algıladığı için, din eğitimini özel kesime yani ilgili dinin temsilcisi cemaatlere ve kurumlara bırakmakta ancak masraflarını karşılamaktadır.
 
1982 Anayasası, "Tevhid-i Tedrisat Yasası" uyarınca, eğitimi bu arada din eğitimini de devlet tekeline almaktadır. Din eğitimini, bir "hak" olarak düzenleyen, tercihini bu yönde yapan bir düzende, devlet, halkın din eğitimi talep ve ihtiyacını karşılamak zorundadır. İşte bu anlayışın sonucu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı vardır ve devlet okullarında din öğretimi yapılmaktadır.
 
Din eğitimi konusunda Türkiye, kendi tarihsel ve toplumsal yapısına uygun bir model geliştirmiş ve bunu uygulamaktadır. Türkiye'deki din eğitimi ile ilgili uygulamaların, sınırlı da olsa din eğitiminin devlet tarafından yapılması ve devlet içinde bir din kurumunun yer alması kendi tarihsel tecrübesine uygundur. Bu nedenle, Türkiye'nin sosyolojik ve tarihî yapısından dolayı pratik gerçekleri açısından da din dersinin okullarda yer almaktadır. Bilindiği gibi, din sosyolojik bir gerçektir. Dinsiz insan olabilir, ancak dinsiz bir toplum olmamıştır. Türk toplumunun dini de yaklaşık bin yıldır İslâm dini olmuştur. Dine inananların olduğu yerde dinî kurumlar, uygulamalar, törenler ve eğitim de doğal olarak olacaktır. Bu açıdan baktığımızda, Türk insanı da dinini öğrenmek istemektedir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de din eğitiminin yasaklanması veya yeterince karşılanmaması durumunda dinini öğrenmek isteyenler, gizli din eğitimi yolunu seçmektedir. Bu durum da doğal olarak birçok sakıncayı beraberinde getirmektedir. Nitekim ara sıra resmî eğitim kurumlarının dışındaki kişi ve kuruluşların yanlışlarını duyuyor, görüyoruz. Sağlıklı din eğitiminin verilmediği durumlarda, din adına yanlış anlayış ve oluşumların ortaya çıkması doğaldır ve ülkemizde de yanlış din anlayışlarının nelere mal olduğu açıktır.
 
Ülkemizde din eğitimi konusu sürekli laiklik söz konusu edilerek tartışılmaktadır. Laikliği, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, dine karşı kayıtsızlık veya insanların din ve vicdan özgürlünü sağlayarak, inançlarından dolayı baskı görmelerini engelleme ya da farklı din anlayışlarına eşit mesafede durma şeklinde anlayanlarla, din karşıtlığı olarak görenler ve onu bir din karşıtı ide­olojisine dönüştürenler arasında yapılmaktadır.(Aycan, 2005, 37)Din eğitimini ve öğretimini laikliğe karşı bir eylem olarak görenlerin, dini bilginin mahiyeti hak­kında da yanlış bilgilere sahip oldukları görülmektedir. Toplumda, din öğretimi talebinin karşılanması­ veya engellenmesi sonuçta siyasallaşma, radikalleşme ve çeşitli akımlar olarak ortaya çık­maktadır. Din öğretiminin gereği gibi yapılamadığı yerde, dinin özü öğretilememekte, çoğu defa dinin özüne aykırı fikir ve inanışlar din adına yayılmakta ve din toplumsal muhalefetin, sosyal ni­telikli kutuplaşmaların ifade kanalına dönüşmektedir.(Aycan, 2005, 37)
 
Ülkemizde bugün için batıda olduğu gibi, çok dinli ve çok kültürlü çoğulcu bir toplumsal yapı söz konusu değildir. O halde din, öğretime konu edilirken birinci derecede kendi toplumsal ihtiyaçlarımızı ve tarih boyunca ortaya çıkan İslam yorumlarının İslam'la ilişkilerini göz önünde bulundurmak ve buna göre bir model geliştirmek durumundayız.
 
Toplumumuzda ahlâkî yozlaşmanın çoğaldığı sık sık yapılan şikâyetlerdendir. Elbette ahlâkî davranışlar, aile, çevre, okul, medya vb. birçok etkinin sonucunda oluşur. Ancak yetişmekte olan çocuk ve gençlerin ahlâk konusunda bilgilendirilmeleri bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın karşılanması sistematik olarak okullarda olmalıdır.
 
Türk toplumunun bireylerine doğru, sağlıklı ve yeterli dinî bilgi ve dinî duygu verilmesi, aslında bir millî güvenlik sorunudur. Toplumun tek bir ruh ve üstün ilkeler etrafında bütünleşmesi, kaynaşması; toplumsal bünyeye arız olan virüslerden, hastalıklardan salim kalabilmesi, toplumsal korunmanın gerçekleşmesi de sağlıklı bir din duygusu ve ileri bir din bilgisi ile mümkündür.(Doğan, 2005, 215)
 
Türkiye coğrafî ve kültürel açıdan stratejik bir konumdadır. Bu durum, dün olduğu gibi bugün ve yarın da böyle olacaktır. Bu nedenle ülkemizde sadece dinî amaçla değil başka birçok amaçla yapılan misyonerlik faaliyetleri hiç eksik olmamıştır. Son yıllarda ise, misyonerlik çalışmalarının arttığı artık herkes tarafından kabul edilmektedir. Günümüz şartlarında misyonerlik faaliyetlerinin polisiye tedbirlerle önlenemeyeceği açıktır. Misyonerlik tehlikesinin tek çözümü sağlıklı ve doyurucu din eğitiminin verilmesidir.
 
Yaklaşık 25 yıldır uygulanan zorunlu Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi konusunda münferit ve ideolojik çıkışlar dışında önemli şikâyetler olmamaktadır tam tersine bu dersin olumlu sonuçlarını görmekteyiz.(Aydın ve Esen, 1997, 59-74) Din eğitiminin devlet eliyle verilmesine halkımızın çoğu tarafından herhangi bir itiraz da söz konusu değildir. Çoğu anne baba, çocuğunun kötü alışkanlıklara kapılmamasını, kendisine saygılı, ana baba hakkı gözeten, bir kişi olarak yetişmesini istemektedir.(Aycan, 2005, 37)
 
Şüphesiz ki din eğitimi hususunda yaşanan bu tarihi tecrübeden günümüz sorunlarının daha sağlıklı bir şekilde çözülmesine yardımcı olacak çok önemli sonuçlar çıkmaktadır. Bütün sıkıntılarına ve yetersizliklerine rağmen son yarım asırlık sürede din eğitiminin devlet eliy­le herkese açık, pedagojik gereklere ve toplum beklentilerine uygun olarak belli ölçüler içinde ve­rilmiş, olması Türkiye'ye çok önemli kazanımlar sağlamıştır.(Cebeci, 2005, 93)
 
Ülkemiz şartlarını dikkate aldığımızda, zorunlu din öğretiminden vazgeçme görüşü birçok yönden sakıncalıdır. Öncelikle isteğe bağlı din dersi uygulaması 1948 yılından başlayarak 30 yıl boyunca sürdürülmüş ve işe yarar bir sonuç alınamamıştır. Bu tecrübeden son­ra 1980 askeri müdahalesi öncesinde yaşanan ve ülkeyi bölünüp parçalanma noktasına getiren olaylardan sonra ilk ve orta öğretim kurumlarında din ve ahlak öğretimi zorunluluğu getirilmiştir. Böylece zorunlu din ve ahlak öğretimi uygulaması bir ihtiyaçtan doğmuş ve bunu sağlam temele bağlamak için de anayasa hükmü hâline getirilmiştir.(Cebeci, 2005, 97)
Şu anda uygulanmakta olan DKAB dersi, 1982 Anayasa'sına konulurken uzun ve birçok tarafın katıldığı tartışmalar sonucunda ortaya çıkmış bir görüştür.(Ayhan, 2004, 271-323; Bilgin, 2001, 47-81) Bu tartışmalarda konu, akla gelebilecek her yönü ile tartışılmıştır. 1982 öncesi seçmeli din dersi uygulamaları sırasında, her yerde dile getirilen görüşlerin dışında çoğumuzun unuttuğu veya bilmediği sorunlardan biri de dersin isteğe bağlı oluşunun, öğrencilerin birbirleriyle ilişkilerinde olumsuz etkiler bıraktığı ve aralarında ciddi bir ayrılık ve tartışmaların çıktığıdır. Örneğin, din dersini seçen ve seçmeyen öğrenciler, birbirleriyle "dindar, dinsiz" şeklinde tartıştıkları çok görülmüştür. Nitekim bunlar, o dönemde hazırlanan resmi raporlarda dile getirilmiştir.(Ayhan, 2004, 320)
 
Okullarında seçmeli veya isteğe bağlı din dersi uygulamaları olan ülkedeki eğitimci arkadaşlarla çeşitli vesilelerle görüşmelerimizde, uygulamada birçok sorunla karşılaştıklarını Türkiye modelinin daha güzel olduğunu dile getirmektedirler. Örneğin, okulda seçmeli din ders olduğu zaman, seçmeyen öğrencilerin o sürede ne yapacakları, serbest mi kalacakları başka bir etkinlikte mi bulunacakları vb. birçok pratik sorunlar çıkabilmektedir.
 
Din dersleri seçmeli hâle gelecek olursa seçenlerin dinci, yobaz, seçmeyenlerin dinsiz olarak nitelendirildiği çatışmalara geri dönülmüş olacaktır. 1982 yılından beri 25 yıldır yürütülmekte olan zorunlu din ve ahlak öğretimi uygulamasında herhangi bir sorun yaşanmamış, toplumda dinî yönden daha bilinçli bir hoşgörü ve uzlaşı havası oluşmuştur. Gayrimüslimlerin muaf oldukları bu derse giren Müslüman çocukları birbirlerinin mezhebini önemsemeden hatta bunun farkına bile varmadan genel bir İslam kültürü ve ahlak bilgisi öğrenimi almaktadır. Seçmeli din dersi uygulaması getirildiği takdirde bu çocukların Sünni-Alevi, Hanefi-Şafi şeklinde ayrışmasına sebep olacak ve bu ayrışma, sonu kestirilmeyen sürtüşme ve çatışmaların önünü açacaktır.(Cebeci, 2005, 97)
 
Ülkemizde mezhebe/dine dayalı din eğitimi en azından şu andaki toplum yapımıza uygun değildir. Zaten teorik olarak, mezhepler ve tarikatlar din değil, dinin etkisinde gelişmiş kültür unsurlarıdır. Din ile itikadî ve amelî mezhepleri, tarikatları ve cemaatleri özdeş kabul eden bir din eğitimi ve öğretimi anlayışı çok sakıncalı sonuçlar doğurup; çeşitli mezhep, tarikat ve cemaat mensuplarının birbirinden hızla ayrışmasına, hatta çatışmasına zemin hazırlayarak, toplumsal ruhu bölüp, birlik ruhunu ortadan kaldırabilir. Bundan kesinlikle kaçınmak ve dinin özündeki Tevhid ruhunu ortaya çıkaracak, insanımızı millî birliğe götürecek ve toplumumuza temel insanî değerlerde insanlıkla büyük buluşmanın kapılarını aralayacak bir anlayışı ön plana çıkarmak, din eğitim ve öğretiminin vazgeçilmez ilkesi olmalıdır.(Doğan, 2005, 215)
Alevîlik, Sünnîlik, Şiilik, Hanefilik gibi itikadî ve fıkhî mezhepler ve oluşumlar İslâm dininin sosyal hayata yansıyan kültürel ve mistik arayışlı tezahürleri ve kültürel zenginliğidir. Bunların, din ile özdeş olduğu veya bunlardan herhangi birisinin dinin dışında olduğu yolundaki yaklaşımlar, dinin özü söz konusu olduğunda, anlamsızdır. Bu itikadî, siyasî, kültürel ve mistik oluşumlardan birini din dediğimiz kapsamlı olgu ile özdeş kabul etmek veya dine alternatif olarak göstermek kesiklikle bilimsel gerçeklerle örtüşmez.(Doğan, 2005, 215)
 
Din eğitim ve öğretiminin resmi kanalla bilimsel ve akılcı yöntemlerle yürütülmesi toplumda sağduyulu, olgun dinî anlayış ve yaşayışın yerleşmesini sağlamakta, dinî aşırılıkları ve din merkezli zıtlaşma ve çatışmaları önlemektedir. Bu yapılmadığı takdirde dini öğrenme ihtiyacının illegal ve düzensiz yollarla karşılanması kaçınılmaz olmakta bu da dinî duygu ve ihtiyaç­ların farklı amaçlarla yönlendirilmesine ve istismar edilmesine yol açmaktadır.(Cebeci, 2005, 223)
 
Dinin siyasallaşmasını ve radikalleşmesini önlemek için, toplumun din eğitimi talebinin devlet eliyle karşılanması gerekir.(Aycan, 2005, 38) Ülkemiz şartlarını dikkate aldığımızda, din eğitiminin halka, gruplara ve cemaatlere bırakılması, birçok yönden sakıncalıdır. Din eğitiminin devlet kurumları dışında yapıldığı kimi İslam ülkelerinde, toplumun birlik ve bü­tünlüğünü tehdit eder boyutta ayrışmalara ve zıtlaşmalara sebep olmakta, bilimsel ve pedago­jik gereklerden uzak olarak herkesin kendi bildiğine bir yol tutması sonucu dinin birleştirici ve bütünleştirici ruhundan uzaklaşılmakta, toplumda güven duygusunu bozacak eğilimler ortaya çıkmaktadır.(Cebeci, 2005, 223)
 
Müslüman bir toplumun devleti ile barışık olmasını sağlamanın yolu, onu dini duyarlılığından ko­parmak değil aksine dinî cehaletinden kurtarmaktır. Çünkü İslam dini farklı inanç sahipleri ile bir­likte barış içinde yaşamayı, toplum bütünlüğünü, huzur ve mutluluğunu önemseyen; huzuru, ba­rışı ve güveni sarsacak her türlü eylemi yasaklayan bir dindir. Böyle bir din üzerindeki duyarlılık­tan değil, bilgisizlikten korkmak gerekir.(Cebeci, 2005, 223) Sonuç Her toplumun kendi tarihsel, kültürel ve sosyal yapısı gereği din dersinin farklı uygulamaları olabilir. Nitekim Avrupa ülkeleri içerisinde farklı uygulamalar olduğunu görüyoruz. Örneğin, bir Belçika'daki yapıyla Fransa'daki yapı birbirine hiç benzememektedir. Avrupa Birliği yasalarında ve belgelerinde de "her ülke din eğitimini kendi yapısına göre belirler." ilkesi geçerlidir. Türkiye, din eğitimi konusunda, kendi tarihsel, toplumsal ve siyasal yapısı içinde çeşitli uygulamaları deneyerek bir model geliştirmiştir. Gelişmiş ülkelerde din eğitimi alanı "dinî özgürlükler" içinde algılanmaktadır. Bunun sonucu olarak, devlet vatandaşın dinine karışmayı özgürlüğüne müdahale olarak algıladığı için, din eğitimini özel kesime yani ilgili dinin temsilcisi cemaatlere ve kurumlara bırakmaktadır.Türkiye, din eğitimini, vatandaşlar açısından bir "hak" ve devlet açısından bir "görev" olarak görmektedir. Anayasal tercih, din eğitiminin bir "özgürlükler" konusu değil, devlet tarafından yerine getirilmesi gereken bir "sosyal hak" olarak düzenlenmesi yönündedir. Anayasa uyarınca devlet, eğitimi bu arada din eğitimini de tekeline almaktadır. Din eğitimini, bir "hak" ve "görev" olarak düzenleyen, tercihini bu yönde yapan bir düzende, devlet, halkın din eğitimi taleplerini ve ihtiyaçlarını karşılamak durumundadır. İşte bu anlayışın sonucu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı olmalı ve devlet okullarında din öğretimi yapılmalıdır.Devletiyle bütünleşmiş bir halk, Türkiye'nin 21. yüzyılın güçlü bir ülkesi olmasının garantisi olacaktır. Devlet halk bütünleşmesini sağlayacak alanlardan birisi de devletin, vatandaşların din eğitimi ihtiyaç ve taleplerini sağlıklı bir şekilde karşılamasıdır. Bu nedenle, meslekî din öğretimi veren İmam-Hatip Liseleri ile ilk ve orta dereceli okullarda okutulan Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersleri halkın talep ve ihtiyaçlarına göre ele alınmalıdır. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi tarafsız bir gözle, bilgi ve öğretim düzeyinde uzman ilahiyat mezunu öğretmenlerimiz eliyle, temel bir ders olarak işlenmeye devam edilmelidir. Dünya genelinde bireylerin ve toplulukların hayatlarında bu kadar fazlaca yer alan dini olgunun, öğretim düzeyinde bile olsa gereksiz görülmesi ve azınlık bir grup tarafından yok sayılması, çocuklarımıza karşı yapılabilecek en büyük haksızlık olacaktır.
 
Bu çerçevede Türkiye'deki din eğitimi uygulamaları ile ilgili şu öneriler de bulunmak mümkündür:
 
1.Mevcut Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi zorunlu dersler arasında yer almalıdır ve Anayasadaki 24. madde aynen korunmalıdır.
 
2.Daha fazla dini eğitim almak ve çocuklarına öğretmek isteyenlerin istekleri ve ihtiyaçları bilimsel yöntemlerle belirlenmeli ve örgün eğitim kurumları dışında yaygın eğitim kurumları aracılığıyla karşılanmalıdır. İsteğe bağlı daha fazla din eğitiminin okulda mı, camide mi, Kur'an kurslarında mı yani nerede, nasıl yapılacağı konusunun anayasaya girmesine gerek yoktur. Bu tartışmayı anayasa tartışmalarından ayrı olarak daha geniş çerçevede yapmak gerekir.

 
Prof. Dr. Mehmet Zeki AYDIN
Sivas CÜ İlahiyat Fakültesi
 

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.