Haberin yayım tarihi
2012-05-05
Haberin bulunduğu kategoriler

Türkiye'nin Kıbrıs Politikasızlığı..

Doç. Dr. Birol Ertan

Yeni kurulan bir araştırma merkezi olan Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (www.usgam.com ) için bir yazı kaleme almak için bilgisayar başına oturunca, Türkiye’nin uluslararası alanda en çok önem vermesi gerektiği konunun ne olduğunu düşündüm.  Türkiye’yi en çok ilgilendiren uluslar arası ilişkiler konusu; ne İran, ne Suriye, ne Irak, ne de Yunanistan ile ilişkilerdi. Türkiye için varlık ve yokluk sorunu anlamına gelen uluslararası ilişkiler konusu, Kıbrıs sorunuydu. Çevremizdeki ülkelerle ilgili bilen bilmeyen yeni yetme uzmanlar (!), sayısız –ipe sapa gelmeyen- analizler yaparken, Kıbrıs konusunda Türk medyasında bir sessizlik egemen olmuştu. Bu sessizliği bozmak için bir yazıyı kaleme almak istedim. Aşağıdaki yazı, bu düşüncenin eseri olarak ortaya çıktı ve USGAM Analizi olarak www.usgam.com internet sitesinde yayımlandı. Bu yazımı, sizlerle paylaşmanın yararlı olacağını düşündüm.

***

Türkiye için Kıbrıs, uzun zamandır, “milli bir dava” olarak görülüyordu. Milli Dava söylemi, Türkiye’nin Kıbrıs ve Kıbrıs Türkleri konusundaki politikasının Kırmızı Çizgiler olarak kabul edilmesi anlamına gelmekteydi. Kıbrıs adasında 2004 yılından başlayarak Kofi Annan Planı kapsamında gelişen süreçte ve Türkiye’nin AB ilişkileri çerçevesinde Kıbrıs davasının milli bir dava olmaktan uzaklaştığı, bir an önce kurtulunması gereken bir yük olarak görülmeye başladığı açık biçimde ortaya çıkmıştır. Bu noktada, iki sorunun yanıtını almaya çalışacağız. Bu sorular şunlardır?

1.Türkiye, 2004 yılından bugüne gelene kadar izlediği politika ile Kıbrıs konusunda Milli Dava anlayışından neden uzaklaştı?

2. Son dönemde Kıbrıs sorununun çözümü konusunda Türk ve Rum tarafınca yürütülen müzakerelerde yaşanan tıkanma sonucu Türkiye, Kıbrıs konusunda yeniden eski Milli Dava anlayışına geri mi dönüyor? 

Yukarıdaki iki önemli soruyu yanıtlamadan önce, Kıbrıs ve tarihi konusunda kısa bir değerlendirme yapalım ki, bu adanın Türkiye için önemi anlaşılabilsin.

Kıbrıs Üzerine

Akdeniz’de Sicilya ve Sardunya adalarından sonra en büyük üçüncü ada konumunda bulunan Kıbrıs, 9282 kilometrekare yüzölçümüne sahip olup adanın kuzeyinin yüzölçümü 3355 kilometrekaredir. 2002 nüfus sayımına göre KKTC’nin nüfusu 213 491’dir.[1] KKTC’de kişi başına düşen milli gelir, 14 bin dolar civarındadır.[2] Güney Kıbrıs’ta ise nüfus, 855 bin olup kişi başına düşen milli gelir, ekonomik kriz öncesinde, 17 bin euro dolayındaydı[3].

Kıbrıs adası, 1571 yılında Osmanlı yönetimince fethedilmiştir. Kıbrıs, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra, 1878’de, İngiltere tarafından “kiralanmış”tır. Bu kiralama, Osmanlı İmparatorluğu’nu adada güçsüzleştirmiş ve Yunanistan’ın Megalo İdea hedefleri çerçevesinde adada egemenlik kurma çalışmalarını başlatmasına büyük kolaylık sağlamıştır. Adanın nüfusu, Yunanistan’dan göçler ve etkin propaganda ile 1910’lı yıllarda Rum ağırlıklı hale gelmiştir[4] 1925 yılında Kıbrıs, İngiltere’nin resmen sömürgesi ilan edilmiştir. Daha sonraları Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar, Enosis çalışmalarını artırmış, adanın Yunanistan’a bağlanması için uluslararası alanda faaliyetlerini hızlandırmışlardır. Büyük Yunanistan ya da Magalo İdea akımı, tüm Yunan yerleşimlerinin tek bir devlet altında toplanmasını içeren faşist bir düşünce olup bunlar arasında İstanbul, Girit ve Kıbrıs da bulunmaktaydı.[5]

1960 yılında, Türk tarafıyla Rum tarafının adanın egemenliği konusundaki çatışan isteklerini ve bölgedeki dengeleri göz önünde tutan bir anlaşma ABD’nin de girişimleriyle imzalanmış, Kıbrıs’lı Türk ve Rum’ların ortağı olduğu, İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin garantör devlet olarak öngörüldüğü Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Ancak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması, adadaki Rumların Enosis çalışmalarını durdurmamış, aksine hızlandırmıştır. 1963 tarihinde ortak devletin başkanı Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’ndaki Rum-Türk dengesini değiştirmeye yönelik 13 maddelik anayasa değişikliği teklifini uluslararası çevrelerde dile getirmiş; teklifin Kıbrıs Türk kesimi ve Türkiye tarafından tepki ve protestolarla karşılanması sonucunda değişiklik resmileştirilememiştir. Makarios, bunun üzerine adayı Türklerden arındırmak için yıldırma politikası izlemeye başlamış ve gerek Makarios’un, gerekse dönemin Yunanistan hükümetlerinin kışkırtmalarıyla, Türkiye’nin adaya müdahalesine kadar süren dönemde adadaki Türklere karşı büyük bir katliam faaliyeti başlamıştır. Yunanistan’da darbe gerçekleştiren askeri cuntanın Kıbrıs’ta Enosis’i ilan etmesiyle Türkiye, barış ve huzuru yeniden sağlamak üzere 1974 yılında Kıbrıs adasına Mutlu Barış Harekâtı düzenlemiş, adanın bugünkü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bulunduğu, toplam alanın % 36’sını oluşturan kuzey kısmında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştur.[6] Yunanistan’ın ve Güney Kıbrıs’ın çabaları sonucunda 1997’de adanın güneyi genişleme çabalarının kapsamına alınmış ve Yunanistan’ın genişleme sürecini veto etme tehdidinin etkisiyle 2004 yılında AB üyesi olmak üzere çalışmalar başlatılmıştır. Mayıs 2004, adanın güneyinin AB üyesi olacağı tarih olarak ilan edilmiştir.

Bugün Güney Kıbrıs Rum Yönetimi AB üyesi bir ülke iken, adanın kuzeyindeki Türk devleti KKTC, ambargo ve izolasyonlar altında Anavatanları Türkiye’nin desteğiyle yaşam mücadelesi vermektedir. 

Annan Planı ve Milli Dava Tezinden Kopuş

2004 yılına gelinceye kadar Türkiye, Kıbrıs’ta egemen ve bağımsız bir Türk devleti fikrini açık biçimde savunarak Kıbrıs konusunu Milli Dava olarak görmeyi sürdürmüştür. Kıbrıs konusundaki dış politika değişikliğinin, AK Parti’nin 2002 yılında iktidara gelmesinden sonra da başladığı söylenebilir. Bunun ilk somut örneği, adada Türk tarafının toprak tavizi ile birlikte, Türk ve Rum tarafının ortaklığı temelinde kurulacak bir federasyon modeli olan Annan Planı’nda ortaya çıkmasıdır. Türkiye, Annan Planı’na açık biçimde destek vermiş, ancak Rum tarafının oylarıyla bu plan reddedilmiştir.

Kofi Annan Planı, adanın her iki kesiminin federal bir çözümde anlaşamaması üzerine, tarafların öncelikleri, olmazsa olmazları ve istekleri dikkate alınarak BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından son hali verilen bir federal çözüm belgesidir. Bu plan ile, kabaca, nasıl bir düzenleme getirilmekteydi?

Birkaç kez değişikliğe uğrayan Kofi Annan Planı’nın son versiyonunda Türk tarafı toprak tavizi ile karşı karşıya kalmakta, fakat ortak devlette temsil edilebilme olanağına kavuşmaktaydı. Ne var ki, bu plan ile ortaya çıkan AB mevzuatına aykırı güvenceler ve haklar (derogasyonlar) garanti altına alınmadığı için her an bir Avrupa Mahkemesi kararı ile ortadan kalkma riski ile karşı karşıyaydı.

Annan Planı son versiyonunda, 1000 kilometreden fazla toprak Rumlara terk ediliyor, 50’den fazla köy Rumlara bırakılıyor, sayıları 70 bini bulan KKTC vatandaşı evlerinden ve mülklerinden ayrılarak göçmen durumuna dönüşüyor ve 90 bine yakın Rum evlerine kavuşabiliyordu. Plan ile Rumlar, evleri hariç, topraklarının 1/3’üne sahip olabilecekler, 2/3’ü için ise takas ya da tazminat yolları geçerli olacaktı. 15 yıl içinde takas ve tazminat yollarıyla mülklerinin 2/3’ü ellerinden alınmayan Rumlar, bu mülklere yeniden sahip olacaktı. Türk askeri birliklerinin büyük kısmı adadan ayrılmak zorunda kalacaktı. Ayrıca, 15 yıl sonra tüm ayrıcalıklar iptal edildiği için anlaşma plan hükümleri ortadan kalkmaktaydı. Bu nedenle, Kofi Annan Planı, 15 yıllık bir plandı. 

Kofi Annan planı ile kurulacak federal Kıbrıs devletinde; Temsilciler Meclisi’nde 12 Türk ve 36 Rum, Senato’da ise 24 Türk ve 24 Rum üye bulunacaktı. Başkanlık Konseyi’nde 6 Rum ve 3 Türk üye bulunacak ve 2 Rum ile 1 Türk üyenin oy hakkı olmayacaktı.  Senato ve Temsilciler Meclisi’nde veto yetkisi olmayıp çoğunluk oyu ile Türk Senatörlerin 2/5’inin oyu, karar almak için yeterli sayılacaktı.

Kısaca, Kofi Annan Planı ile ciddi toprak tavizi vererek yalıtılmışlıktan kurtulacak olan Türk tarafı, AB üyesi olacak Federal Kıbrıs devletini birlikte yönetmeye başlayacaktı. 24 Nisan 2004 tarihinde referandum yapıldı ve Kofi Anan Planı, Türk kesimi tarafından kabul edilirken, Rum kesimi tarafından reddedildi. Referandum sonucuna göre ;  KKTC’de 121.162 seçmen oy kullanmış ve 119.618 geçerli oydan Evet oylarının toplamı 77.702, Hayır oylarının toplamı: 41.916 olmuştur. Böylece, Türk tarafı, % 64.9 Evet ve % 35.1 Hayır ile Kofi Anan Planını kabul etmiştir. Rum kesimi ise% 75 den fazla bir oy oranı ile Annan planını reddetmiştir.

Kofi Annan Planı, Türkiye ve Türk tarafına toprak tavizi başta olmak üzere birçok olumsuz sonuç ve yükümlülük getirdiği halde, Rumlar tarafından reddedilmiş, KKTC halkı tarafından kabul edilmiştir. Bu sonucun çıkardığı sonuç şudur:

  • Kıbrıs Rum kesimi, Türk tarafı ile ortak devlet kurmayı ve yaşamayı istememektedir.
  • Kıbrıs Türk kesimi, toprak tavizi vermek ve on binlerce insanını göçmen yapmak pahasına Avrupalı olmayı istemektedir.
  • Kıbrıs Türk tarafı, referandum oylaması öncesindeki bölünmüş yapısını korumaktadır.
  • Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs’ta Rum egemenliğinden ödün vermeyeceğini dünyaya, ABD ve AB’ne göstermiştir.
  • Kıbrıs Türk tarafı, dış müdahalelere ve baskılara açık olduğunu göstermiştir.
  • Kıbrıs Rum tarafı, dış müdahalelere ve baskılara direnmiş, ortak devlet istememek tavrı nedeniyle enosis amacından sapmadığını bir kez daha ortaya koymuştur.

Referandum sonrasında KKTC’de iç siyasal çekişmeler hızlanırken, Türk tarafının önemli bir yanlışı kabul ettiği görüldü. Annan Planı referandumu sonucu planı reddeden Rum kesiminin anlaşmaz tutumu kesin olarak ortaya çıkmasına rağmen, Türkiye’nin zorlamasıyla Türk tarafı, Kıbrıs sorununun çözümü için müzakerelere devam kararı aldı. Bu karar, Rumların uluslar arası toplum nezdinde anlaşmazlığı yaratan taraf olduğu gerçeğini geri plana atıp Rumlara büyük bir nefes alma imkânı tanıdı. Müzakerelere devam kararı, Plana Evet oyu veren taraf olarak Türk tarafının ödünler vermesi gerektiği düşüncesi temelinde gerçekleşecekti. Çünkü, mevcut haliyle Plan, Türk tarafınca kabul edilip Rumlarca reddedilmişti. Rumların da kabul edebileceği yeni bir planda, Rumlara daha fazla taviz verilmesi gerekecekti.

Bu süreçte, 2010 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Annan Planı’na karşı düşünceler seslendiren bir lider, Derviş Eroğlu, Annan Planı’nı destekleyen Mehmet Ali Talat’ı geride bırakarak ilk turda Cumhurbaşkanlığı’na seçildi. Cumhurbaşkanlığı’na Derviş Eroğlu’nun seçilmesine rağmen, müzakerelerde Türkiye’nin desteklediği tavizkar tavır değişmedi. Buna karşın, Rum tarafından zamana oynayan, samimiyetsiz, ikiyüzlü ve anlaşmazlığı sürdürme tavrı ise başından beri devam ediyor.

Rumların Tavrı, Politika Değişikliği Getirecek

2012 yılına gelindiğinde, liderler arası görüşmeler, planlar, BM parametreleri, Cenevre görüşmeleri derken, Kıbrıs adasında Türk ve Rum tarafları arasında adil ve eşit koşullarda düzenlenmiş bir Birleşik Kıbrıs formülünün gerçekleşmeyeceği anlaşılmış durumda. Müzakerelerde Rumların ikiyüzlü ve zamana oynayan tavırları gerek BM temsilcileri ve gerekse de Türk tarafı tarafından anlaşılmış durumda. Bugün geldiğimiz noktada, Kıbrıs sorununun çözümünde Birleşmiş Milletler`in etkisizliği de ortaya çıkmıştır. Dünyanın her bölgesinde hayal kırıklıkları yaşatan ve güven vermeyen BM, Kıbrıs konusunda da en ufak bir adım atılmasını sağlamayı başaramadığı için süreçten kendi inisiyatifi ile çekilme noktasına gelebilir. Bunun ilk somut örneği, çok taraflı görüşmeler ve Uluslar arası Konferans fikriydi. Ancak, bu konuda da Rum tarafı reddedici tavrını sürdürünce, müzakere sürecinden bir sonuç alınamayacağı kesin olarak ortaya çıkmış oldu.

Rumların BM tarafından tanınmış AB üyesi bir "devlet" olarak kabul edilmesi yoluyla ödüllendirilmesinin de etkisiyle ikiyüzlü ve güvenilmez diplomasileri ile yaptıkları şımarıklıklarının başta BM yetkilileri olmak üzere herkesi bıkkınlık noktasına getirdiği açıktır. Özellikle Türkiye Hükümeti, her türlü iyi niyetli ve tavizkar yaklaşıma rağmen Rum tarafının ödüllendirilip Tük tarafının ambargolar altında bırakılması karşısında yeni bir politika ile açılım sağlama kararına varmış durumda. Gelinen bu noktada, Kıbrıs Türkleri için yeni bir açılımın kapısı aralanmak üzere olduğu söylenebilir.

Türkiye`nin giderek artan önemi ve gücü karşısında Yunanistan`ın iflas noktasına gelmesi, AB`nin siyasal bütünleşmeyi gerçekleştiremeyip ekonomik krize teslim olmuş görünmesi ve özellikle İrlanda, Portekiz, İspanya ve diğer ülkelerde yeni iflas beklentileri içine girilmesi, Kıbrıs sorununda Türkiye’nin yeni açılımlar yapması için zamanı uygun bir noktaya getirmiştir. Bunların yanında Türkiye’nin AB tam üyelik umutlarının tükenmek üzere olması, buna karşın Rum tarafının AB dönem başkanlığında Türkiye-AB ilişkilerinin kopacak olması, Kıbrıs sorununda yeni bir açılım için uygun bir zemin daha yaratmaktadır. Bu durumda Türkiye, 2004 yılından bu yana sürdürdüğü müzakereci ve iyi niyetli, bir ölçüde de tavizkar tavrını terk ederek Kıbrıs Türklerini temsil edecek yeni bir devlet (KKTC isminden vazgeçerek Kıbrıs Türk Devleti gibi yeni bir isimle) fikrini uluslararası toplumun önüne koymak konusunda yeni bir açılım içine girebilir. Bu durum da Kıbrıs sorununda yeni bir politika değişikliği anlamına gelir ki, 20004 yılından bu yana izlenen politikanın terk edilmesi sonucunu doğurur.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gerek 20 Temmuz Barış Harekatı kutlamaları için KKTC’ye gittiğinde “Kıbrıs diye bir devlet yoktur” ; “Rum tarafını Türkiye olarak muhatap almayız” ve “Bıçak kemiğe dayanmak üzere. Dayanırsa, Türkiye oturur Kuzey Kıbrıs ile konuşur ve adımını atar`` açıklamaları, gerekse de KKTC yetkilileriyle Ankara’da yapılan sık görüşmeler göstermektedir ki (bunlara Kıbrıs müzakerelerinden umudun kesilmek üzere olduğu ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB dönem Başkanlığı’nda ilişkilerin dondurulacağı açıklamalarını da eklemek gerekir) Türkiye, Kıbrıs konusunda bir açılıma hazırlanmaktadır. Başbakan Erdoğan’ın yeni Kıbrıs politikasının ipuçlarını veren bu önemli açıklamalarına, AB ve Müzakerelerden sorumlu Bakan Egemen Bağış’ın son dönemde yaptığı “ çözüm olmazsa KKTC’nin Türkiye’ye bağlanması dâhil değişik seçeneklerin gündeme gelebileceği” hatırlatması da yeni politika değişikliğinin ipuçlarını vermesi anlamında dikkat çekicidir. Anlaşılıyor ki, AK Parti Hükümeti, Kıbrıs politikasında ciddi bir değişikliğe hazırdır ve bu değişiklik ile Türkiye’nin Kıbrıs politikasında yeni bir yol haritası hazırlanacaktır. Bu değişikliğin zamanı gelmiştir ve Kıbrıs açılımının gerek Türkiye kamuoyunda, gerekse de Kıbrıs Türkleri tarafından yüksek destek göreceğine inanıyorum. 

Toparlarsak, 2004 yılından bu yana Kıbrıs politikasında farklı bir çizgi izleyen Türkiye, 2012 yılından başlayarak bu politikasını terk etme noktasına gelmiştir Önümüzdeki günler, bu değişikliğin yönünü ve şiddetini belirleyecektir.

Sonuç Olarak : Yeni Kıbrıs Politikası Şart

Küresel güçler açısından Orta Doğu`nun artan önemi ve Orta Doğu ülkelerinde yeni askeri operasyon hazırlıkları içine girilmesi, Kıbrıs adasının önemini daha da arttırmıştır. Akdeniz`in ortasında batmayan bir uçak gemisi kimliğiyle Kıbrıs`ın artan stratejik önemi, birçok ülke ve gücün adada söz sahibi olma çabalarına neden olmaktadır. Bu güçler arasında Kıbrıs adasının tümünün AB içine alınması planları doğrultusunda Almanya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika küresel projesinde etkin olma kararlılığı içine giren Fransa, Akdeniz`e açılmak planlarını gündeminden hiç düşürmeyen Rusya ve Orta Doğu`da kapana kısılmak üzere olan İsrail, Kıbrıs üzerinde etkili olabilmenin yollarını arıyor. Diğer yandan, adada egemen üslerini bulunduran İngiltere ve küresel güvenlik politikasıyla ülke güvenliğini bütünleştirme stratejisiyle ABD, Kıbrıs adasında daha etkili olmaya çalışan ülkeler olarak öne çıkıyor. Özellikle İngiltere`nin egemen üslerinin ABD tarafından etkin biçimde kullanılmaya başlaması ile Birleşik Kıbrıs`ın ABD-İngiliz politikaları açısından kabul edilemez noktaya geldiği de gözlerden kaçmıyor.

Kıbrıs adasının bütün olarak AB içine alınmasının Almanya`nın adada etkisi ve denetimini arttıracağı gerçeği, Amerikan-İngiliz çıkarlarına temelden aykırı bir gelişmedir. Bu durumda, Kıbrıs adasında birleşik bir devletin ABD ve İngiltere için kabul edilebilir olması asla söz konusu olmayacaktır. Bunun karşısında, Almanya ve Fransa ise Kıbrıs adasında etkili olmak için federal bir Kıbrıs çözümünü desteklemektedir. Rusya`nın da ABD-İngiliz politikalarını desteklememek doğrultusunda Almanya ile birlikte hareket etmesi kaçınılmazdır. Bu gelişmeler, Kıbrıs sorununun küresel bir soruna dönüştüğünün kanıtlarıdır.

Kıbrıs adasında Rum tarafı, başta Rusya ve İsrail olmak üzere, Fransa ve Almanya ile yakınlaşarak adanın jeo-stratesini ve doğal kaynaklarını pazarlama arayışı içine girmiştir. Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama çalışmalarının başlatılması, bunun en açık kanıtıdır. Bu durum, bölgede her an silahlı çatışmalar yaşanmasını yaratacak kadar önemlidir. Rumların bu tavrı karşısında iyi niyetle Birleşik Kıbrıs müzakereleri yapmanın anlamı ve önemi kalmamıştır. Bu süreçte, Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin yeni açılımlara ihtiyacı vardır.  

Avrupa Birliği`nin Türkiye için etkisini ve çekim gücünü yitirmesi, Rumların iyi niyetli olmayan ve zamana oynayan tavırları nedeniyle müzakerelerden bir sonuç alınamayacağının ortaya çıkması, Türkiye`nin bölgesel bir güç olma noktasından küresel bir güç noktasına yükselmeye başlaması, adanın her iki tarafında birleşik Kıbrıs biçimindeki bir çözüm umudunun iyice zayıflaması gibi önemli gelişmeler; Kıbrıs Türkleri için yeni bir politikanın benimsenmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu yeni politika, KKTC`nin farklı bir isimle de olsa İslam Konferansı Örgütü gibi uluslararası örgütlerin de desteğiyle egemen ve bağımsız bir devlet olarak uluslararası toplumun gündemine getirilmesidir. 

Kıbrıs adasında Türk varlığının korunması ve kalıcı biçimde güvenceye alınması için Kadife Ayrılık formülünün savunulmaya başlaması ve bu konuda adımlar atılmaya başlamasının zamanı gelmiştir. Kıbrıs adasında gerçek çözüm, egemen ve bağımsız iki devletli bir ortamda barış içinde bir arada yaşama formülüdür. Yakın zamanda ortaya çıkacak sürprizlere hazır olmamız gerekir. Son cümlemiz şudur: Kıbrıs konusunda Yeni Politikalar ve Açılımların Zamanı Gelmiştir.


[1] http://www.devplan.org

[2] http://www.abhaber.com/haber.php?id=29813, erişim tarihi : 2 Mayıs 2012.

[3] http://www.abhaber.com/haber.php?id=29813 ve Arı Hareketi, Değişim ve Gelişim Sürecinde Avrupa Birliği ve Türkiye, Toplumsal Katılım ve Gelişim Vakfı Yayınları, Aralık 2003, s. 94.

[4] Güzin Bayar, DPT Uzmanı, KKTC Ekonomisinin Durumu ve Kalkınma Önerileri http://www.dtm.gov.tr

[5] Geniş bilgi için bakınız ; R. Clogg, A Concice History of Greece, CUP, Cambridge, 1992, Bölüm 3 ; C. Tsoucalas, The Greek Tragedy, Penguin Books, Middlesex, 1969, s. 20 ve diğerleri; M. Fatih Tayfur, “Akdeniz’de Bir Adanın Kalın Uçlu Bir Kalemle Yazılmış Hikayesi : Kıbrıs”, Akdeniz’de Bir Ada, (Derleyen : Oktar Türel), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2002, s. 22-26.

[6] M. Fatih Tayfur, “Akdeniz’de Bir Adanın Kalın Uçlu Bir Kalemle Yazılmış Hikayesi : Kıbrıs”, Akdeniz’de Bir Ada, (Derleyen : Oktar Türel), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2002, s. 26. 

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.