Haberin yayım tarihi
2007-11-27
Haberin bulunduğu kategoriler

Yatağan'da ikinci bir termik santrali mi?

Seksenli yılların sonunda bir bahar ucuydu. Belçikalı bir mermerciyle Yatağan dağlarını dolaşıyorduk. " Şu bizim Kozağaç!"deyip geçtiğimiz köyün yaslandığı yamacı tırmanırken mermerci: 
  
"Bay Topçuoğlu, izin verirsen şurada soluklanmak istiyorum" dedi. 
  
Bunu dinlenme izni olarak algıladım. Mermerci, bir kayanın başına oturdu ve sigarasını yaktı. Sigarasından derin bir nefes çektikten sonra: 
  
"İsviçre'yi de Avusturya'yı da dolaştım. Böylesine güzel bir manzara görmedim" deyince şaşırdım. 
  
Elin mermercisi "Şu bizim Kozağaç!" ta ne bulmuştu ki böyle söylüyordu? 
  
Yağmurun iyice yıkayıp da kurutması için güneşin kucağına atıverdiği çamların arasından aşağılara doğru kaydı gözlerim. Çamların bittiği yerde zeytinlerin gümüşi yeşili bayramlı-yordu bizi. Daha sonra da çiçekleri çağlaya dönmüş erik ve badem ağaçlarıyla çığlık çığlığa çiçeklenen çöğür ve armut ağaçlarının peşinde köyün dar sokaklarına giriyorduk. Köy, sarp yamaçlı dağların kucağında bir bebek gibi masum, uyuyordu. 
  
Çoğunluğu toprak damlı taş evlerin bacalarından çıkan ince dumanları ve sağ yamaçta çift süren köylüyü görmesek bu köyde kimse yaşamıyor derdik. Ses yoktu. Ömrünün bir saatinde herhangi bir nedenle fırçalarını, boyalarını sandıklara saklamış bir ressamın tövbesini bozduracak; esin perisini yitirmiş nice şaire, benzersiz dizeler yazdıracak bu görüntünün büyüsünden bir keklik gak gak gubarağı duymasak ne mermerci ne ben sıyrılabilirdik. 
  
Mermerci, yukarılardaki mermer ocağına gidecek, fabrikası için mermer beğenecekti. Gitmedi. "Dönelim." dedi. Neden diye sormama fırsat vermeden ekledi: 
  
" Benim işim güzellik yaratmak, güzeli talan etmek değil." 
  
Mermercinin sözü günlerce beynimin içinde köşe kapmaca oynadı. En yakınımızdaki güzelliklerin farkında olmayışımızın nedeni göz alışkanlığı mıydı; yoksa bize güzel, başka türlü mü ezberletilmişti? Yoksa yoksa kendi iyiliğimizi başkalarının iyiliğinden, kendi güzelliğimizi doğanın güzelliğinden üstün tuttuğumuz için mi hep, yap boz oyunları oynuyorduk. 
  
O zamandan sonra dağlarıma, sularıma, ovalarıma, ağaçlarıma, otlarıma; bilcümle hayvana, haşarata, kuşa böceğe ve insanıma hep mermercinin gözüyle bakar oldum. Anladım ki bu topraklar boşuna yurt seçilmemiş. Buralarda aşka adanmış şehirler boşuna kurulmamış, dünyada bir örneği olmayan tapınak boşuna yapılmamış, insanın sanatı sayesinde tanrılarla yarışabileceği, ölümsüzlüğünü sulara gizleyebileceği söylenceleri boşuna uydurulmamış.  
  
Dünyada başka bir Stratonikeia yok, Hekate tapınağı yok, Marsyas çayı yok.
   
Son zamanlarda birçokları ezber bozmaktan söz ediyor. Ezberi olmayanlar, hangi ezberi bozabilirler ki? Onlar ganimet kültürünün çocuklarıdır. Bu yüzden nerede bir değer görseler çekirge sürüleri gibi talan etmeyi adamlıktan, yurtseverlikten sayarlar. 
  
Yıllar önce öyküyü duyduğumda Mevlana'ya kızmıştım. 
  
Devrin sultanı, bir gün Mevlana'ya sormuş: 
  
" Ya Mevlana ben bir duvar yıktıracağım. Kime yıktırayım." 
  
"Türklere, yıktır." diye yanıtlamış bilge şair. 
  
Yine bir gün: 
  
" Bir duvar yaptıracağım. Kime yaptırayım" diye sorunca. Mevlana'nın yanıtı bu kez: 
  
"Rumlara yaptırın." olmuş. 
  
Sanırım Mevlana'nın dili sürçmüş de tersini söylemiş. Bu toprakların çocukları olarak biz hep yapıcı olduk; hiç kırıp dökmedik, öfkemizi sabrın çarmıhında durulttuk; can yakmadık, analar ağlatmadık. Oysa onlar geldiler Stratonikeia'yı yok ettiler. Yıllardır insanlarımıza zehir soluttular. Onlar nereden bilecek seksenlik ninelerin emek emek yetiştirdiği marulların, maydanozların üç beş dakika içinde sapsarı bir sümüğe dönüştüğünü görünce döktüğü gözyaşlarını? Onlara ne anlatır doksanlık dedelerin taşlı tarlalarda bir ömür gece gündüz çalışarak yetiştirdiği elmaların,  eriklerin, cevizlerin, armutların meyvelerine uzaktan bakmasının acısı? 
  
Akıllarınca, şimdi sıra Lagina'da diyorlar. Ama aldanıyorlar. Koyun olup ses anladık; ama herkes, kendimizi sürüye saydırmayacağımızı bilmelidir. 
  
Kim ki yıkmanın ustasıdır, bizden değildir. Kim ki bu yıkımın altına imza atar, bu yıkıma çanak tutar, bizden değildir. Çünkü biz geçmişe saygısı olmayan, fincancıya giren filler gibi kırıp döküp ardına bakmadan geçip gitmeyi alışkanlık edinmiş o para dullarını çok iyi biliyoruz. Biz bindiği dalı kesen Hoca Nasrettin'lere çok güldük; ama bindiğimiz dalı kesenlere gülmeyecek kadar deneyimliyiz artık.   
  
Son sözüm, yok mu başka çimento fabrikası, termik santral diyen başkanlara, beylere, paşalara, mühendislere, işçilere, el kapılarına tamah eden köylülerime… Bu topraklar, bin yılların mirasını bize kadar getirdi. Üretmesini bilirsek soyumuzu dünya durdukça doyuracak kadar cömert. Termik santralciler, çimentocular bu topraklardan alacakları bitince çekip gidecekler. Ama geride karnınızı doyuracak toprak, içecek bir bardak temiz su, soluyacak temiz hava bırakmayacaklar. Belki şimdi üçünüz beşiniz kendinize, oğullarınıza, kızlarınıza iş bulacaksınız. Arabalarınızı, televizyonlarınızı yenileyecek; ama akşamları zehir soluyarak büyüyen çocuklarınıza, torunlarınıza, asitle pişmiş çimento, kömür tozu karışımı bir somun ekmek götüreceksiniz.  Onları aç bırakmadığınız için mutlu da olabilirsiniz; fakat kanserden ölen arkadaşlarınızın, analarınızın, babalarınızın, çocuklarınızın, torunlarınızın sallarına omuz verirken "Bu ölümde benim payım nedir" diye kendinizi sorgulayan vicdanınıza ne yanıt vereceğinizi şimdi bir kez daha düşünmelisiniz.
 
Hamdi Topçuoğlu
Hamdi@bosayegitim.com
 

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.