Haberin yayım tarihi
2011-11-28
Haberin bulunduğu kategoriler

Yaşamaya Dair

Herkes gibiyim, sıradan ve basit; ama bir o kadar da özel ve girift. Günahlarım ve sevaplarımla, acılarım ve sevinçlerimle. Kısacası her hâlimle. Bir de hayata dair ümit ve beklentilerimle elbette.

Hayat... Galiba bir nevi vazife o hepimiz için. Neticesi bize, içini nasıl dolduracağımıza bağlı bir görev. Kimi zaman zifirî karanlığından korksam da dünyanın gidişatının galiba ben de kendi şahsî menkıbemi yaşamak istiyorum, biraz farklı fakat. Dolu dolu yaşamak, hayatı ıskalayanlara inat. Bir deniz ya da daha iyisi hırçın bir okyanus gibi belki, her gününü yoğun ve bir o kadar da dalgalı kılarak. Eteklerimden tutan bin bir türlü derde nispet yaparcasına hem de. Ve yaşamak, adam gibi, sevgi dolu bir hayat. Tüm çirkefliklerine rağmen mensubu olduğum cemiyetin ve onun tefessüf etmiş yapısının köküne kibrit suyu dökercesine... Umarsızca yaşamak. Rindane bir şairin kaleminden çıkan şiirin güzelliğinde ve naifliğinde bir hayat sürmek. Cemiyetin bütün softalıklarını ardımda bırakarak hem de.  

Adalet üzre bir hayat aynı zamanda arzuladığım, yine herkes gibi yani. Özgürlük eksenli de tabii ki, ama sırf kendim, ailem, çevrem, arkadaşlarım, fikrî ya da ideolojik aidiyetim olan gruplar için değil; başta düşmanlarım, nefret ettiklerim olmak üzere herkes için; ama bu defa herkesten olmasa da çoğunluktan farklı olarak. Çok şey istiyorum, biliyorum. Bu isteklerin mevcut sistemi altüst etmekle kalmayıp kapitalist paradigmayı yer ile yeksan edeceğini de kestirebiliyorum. Komunizme atıf yapmayacağım, çünkü o, ben daha bıyığı yeni yeni terlemeye başlamış liseli bir delikanlı iken gitmişti tarihin çöplüğüne, neredeyse asırlık bir acuze olan Ajda Pekkan’ın sonsuz sayıda estetikli ve aşırı derecede makyajlı hâlinin gençlik ilahesi diye insanlığa sunulması misali içi boş, kendini koyvermiş, suni ve sahte bir sistem olduğu dünya milletleri tarafından fark edilince.

Tarih... Zannımca tarih, herkesin bildiği ama ne hikmetse birbirine söylemekten imtina ettiği, dahası kimilerince bir bilim dalı olarak bile adlandırılan kronolojik yalanlar silsilesidir sadece. Yaşadığım tecrübeler ve okumalarım neticesi bunu biliyorum artık. Galip olan mütekebbirlerin sonsuz kibirleri ile kaleme alınmış bir safsatalar kitabı, her nevi ahlaksızlığı meşrulaştırmaya yarayan bir vasıta. Asla daha ötesi, bir adım ilerisi değil ama. Allah’ım, bu kronolojik yalanlar zincirine bir halka gibi katılacak olmak ne korkunç bir şey! Ve hepimizin bunu bilerek yaşamaya devam etmesi, bu ise tarifi imkânsız bir his.

Hâlet-i ruhiyem, hayatı boyunca vaktinin büyük kısmını boşa geçiren her yetişkinin yaşadığından başkası değil muhtemelen, farkındalık ciheti hariç. Oysa hayalim, bitimsiz sandığım çocukluğun her anına paralel bir şekilde dopdolu bir oyun gibi yaşamaktı hayatı, zamanın da çocuk olduğu o sonsuz masumiyet ikliminde ve onu hiç bozmadan. İlk gençlik yıllarımı geride bırakırken -kimilerine göre çok erken diye düşünüyorum- okul kantinleri, kafeler vb. gibi mekânlarda boşa geçirdiğim yitik hazine hükmündeki zamanlar sırtıma kamçıyla vurmaya başlayınca idrakine vardım sanırım vaktin kıymetinin. Geç kalmış olsam bile, atalar sözüne uyarak, zararın neresinden dönsem kârdır diye düşünüyorum şimdi. Demem o ki yaşamak her daim güzel, hem de her şeye rağmen. 

Düne dair izler mi, onlar hep var olacak içimde, herkeste olduğu gibi. Ne daha az onlarınkilerden, ama ne de daha fazla. Ve biliyorum, bu izler ruhumun derinliklerine tesir etmeye devam edecekler gökkubbenin altında soluk aldığım müddetçe. Dert katsayım yükselecek bu yüzden biteviye. Ama yine de yaşamak ve yaşarken zamanı “öldürülecek bir mefhum” olmaktan çıkarıp kıymeti takdir edilecek bir cevhere, yani aslına dönüştürmek gerek zannımca.

Zaten yaşamak, yani gerçekten yaşamak, kimi zaman yorgun ve kimsesiz gurbet akşamlarında, kendine bile küskünken hem de, sevdiğinin iç titreten sesini yüreğinin derinliklerinde duymak ve bu sesin ruhunu okşaması, içindeki fırtınaları dindirmesi değil midir? Kimi zaman da elinde bir demet kırmızı, kıpkırmızı ama, kan kırmızısı gülle yorgun argın eve dönmektir yaşamak, içimizdeki aşkla birlikte elimizdeki kan kırmızısı gülleri sevdiğimize sunmak için. Ve yaşamak, Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin’den ilhamla söylediği gibi “Yârin yanağından gayrı her şeyi paylaşmak”tır bitimli şu dünyada.   

Hasıl-ı kelam, yaşamak sadece soluk alıp vermek değil acıyı bal edip içine atmaktır; ölürken oldurmaktır; yaşamak, kendine rağmen sevdiklerini yaşatmaktır.

Y. Rıfat İDİLLİ

rifatidilli@hotmail.com     

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.