Haberin yayım tarihi
2017-11-07
Haberin bulunduğu kategoriler

AHDE VEFA, DÜRÜSTLÜK VE UNUTMAK

Bilenlerimize tekrar olsa da, henüz duymayanlarımıza yazdığımızı kabul edin. Hayatımızın tam ortasından ders dolu üç kıssadan hisse:

’’Yaşlı bir adam sokakta yürürken bir bisikletli çarpmış ve hafif yaralanmış. Etraftakiler hastaneye götürmüşler. Hemşireler, röntgen çekerek, her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler.

Yaşlı adam huzursuzlanmış; acelesi olduğunu, röntgene gerek olmadığını söylemiş.

Hemşireler, merakla acelesinin nedenini sormuşlar:

 “Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum” demiş.

Hemşireler “Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz” deyince;

Yaşlı Adam, üzgün bir ifade ile: “Ne yazık ki, karım Alzheimer hastası hiçbir şey anlamıyor, hatırlamıyor ve hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor” demiş.

Hemşireler hayretle:

 “Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyor sunuz?” diye merak ve şaşkınlıkla sormuşlar.

Adamın zaman başta herşeyi durduran cümlesi:

 “Ama ben, onun kim olduğunu biliyorum!”

                                                    ******

Genellikle kimlerin sesinin yüksek çıktığını hayata yaşadıklarımız öğretti bizlere. İşte bunlardan birinin hikayesi:

Yaşlı adam ve eşi mahanete muhtaç olmamak için evde tereyağı yapıyordu, kocası ise bunu her gün yakınlardaki bakkala götürüp satıyor, onunla geçiniyorlardı. Bakkal, adamın getirdiği tereyağını hiç tartmıyordu ancak, bir gün ’’Acaba?’’ dedi.  İhtiyar adam gittikten sonra tereyağını tartıya koydu ve adeta gözlerine inanamamıştı. Tereyağının bir kilo değil, 900 gram olduğunu gördüğünde çok öfkelendi, kan beynine fırladı adeta...

Müşterilerinin şaşkın bakışları arasında ’’Yarın o bi gelsin. Bi gelsin. Ben ona sorarım. Bu ne ahlaksızlık. İnsan yaşından başından utanır. O artık çok bekler. Ondan daha zırnık bişey almam’’ diye bağırmaya başladı.

Ertesi sabah yaşlı adam elinde tereyağı torbasıyla yürüdüğü yolun yorgunluğundan yavaş yavaş içeriye girip, ‘Selamünaleyküm. Hayırlı işler, bereketli kazançlar evlat’’ dediğinde, hiç denilenleri duymamış gibi davranan bakkal, oldukça sert bakışlarla:

’’Senden bir daha tereyağı, mereyağı almayacağım’’ diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.

Yaşlı adam neye uğradığının şaşkınlığıyla tarifsiz üzülerek: ”Oğul bir yanlışım mı oldu? ” dedi.

Oldukça asabileşen bakkal,  “İhtiyar, senin bana verdiğin tereyağını tarttım; bir kilo değil, 900 gram geldi. Ayıp değil mi, bu yaptığın! Yaşlı başlı adamsın, utan! Utan! ” diye gürlerken, içerideki müşteriler de meraklı gözlerle neler oluyor diye birbirlerine bakıyorlardı.

Yaşlı adam utandı, ezildi ve başını yere eğik kenara çekilerek, bakkaldaki müşterilerin çıkıp yalnız kalmalarını bekledi ve:

 “Oğul, bizim terazinin okkası yok. Sizden bir kilo şeker almıştık onu okka, tartı olarak kullanıyoruz” dedi ve yavaşça ardına bile bakmadan dükkandan çıkıp gitti...

Bakkal ne yapacağını şaşırdı, eli ayağı birbirine dolandı, yüzü domates gibi kızardı, oturduğu yerde yığıldı kaldı...

Mekana giren müşteriler ise, bakkallarının hiçte alışık olmadıkları bu haline şaşkın şaşkın bakıp, ne olduğunu merak ediyorlardı...

                                                           ******

Hayatın yorgunluğundan beli iki büklüm olmuş, yüzünden adeta nur saçan dede, elindeki bastonuna dayanarak zar zor geldiği telefoncu dükkanına girip selam verdi. İçeride müşteriler vardı. Kenarda duvara yaslanarak beklemeye başladı. Nur yüzlü dedeyi gören mekan sahibi kendilerinin oturduğu bir iskampleyi hemen çıkarıp ona götürerek, ’’Hoşgeldiniz Hacı Amca. Buyrun, biraz dinlenin, soluklanın. Sonra size yardımcı olalım’’ dedi.

’’Tamam yavrum, Allah razı olsun’’ diye kendine uzatılan iskampleye oturan dede, elini çeketinin cebine atıp evlatlarının aldığı büyük tuşlu cep telefonunu çıkardı. Dükkandaki diğer müşteriler de, ak sakallı dedeye bakıyorlardı. O da onlara tebessümle karşılık veriyordu. Müşterilerden birisi, ’’Biz bekleriz, Hacı amcamın işine bakabilirsiniz’’ dedi telefoncuya.

Telefoncu: Buyur Hacı Amca. Nasıl yardımcı olabiliriz? diye sordu.

Biraz nefeslenerek rahatlamış dede kendisine ikram edilen bir bardak suyu içip, şükür ve ikram edene teşekkür ettikten sonra: O insanın içini ısıtan kadife ses tonuyla; ’’Oğul, bu telefonu bana çocuklar aldı. Galiba bozuk. Bi bakıp tamir edebilir misiniz’’ dedi yaşlı adam.

Telefoncu, telefonu aldı ve tezgahının arkasına geçti. Telefon adeta hiç kullanılmamış gibiydi. Merakla baktı çekti ve telefonun arızalı olmadığını gördü ve dedeye dönerek; Hacı Amca, bu telefon bozuk değil, hiç bir şeyi yok’’ dedi.

Telefonunun bozuk olduğunu sanan nur yüzlü dede şaşkın, titreyen ve bir o kadarda üzgün bir sesle:

’’Peki, o zaman beş evlat ve dokuz torunumdan biri bile beni niye aramıyor?’’ diye sitem ederken, gözleri doldu. Dedenin bu hali, dükkandaki müşterileri de derinden hüzünlendirirken, ortalığı adeta ölüm sessizliği kapladı...

Bu üç kıssadan hikayenin okunması ümidiyle paylaşmak bizden, yorumları ve üzerinde düşünmesi ise sizlerden.

İster gülün, ister ağlayın.

Budur halimiz....

Muhsin Ceylan

Journalist - Kolumnist - TV-Moderator

Gazeteci – Yazar – TV Moderatörü

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.