Haberin yayım tarihi
2014-02-12
Haberin bulunduğu kategoriler

İNSANIZ BİZ?

Yazan: Sevim Ünal

Bir zamanlar bu sorunun yanıtını çok merak ederdim. Sorunun yanıtını aldığımda ise merakım başka bir duyguya dönüşmüştü.

Çocukken düşünmezsiniz böyle şeyleri. Oysa büyüdükçe bir çok şey tetikler soruların oluşmasını. Merak oluşur.  Rahat bırakmaz bu duygu yakanızı. Aslında masumane bir sorudur sizinkisi. Yanıtı ise zordur. Sorunun yanıtını bilen çok az kişi kalmıştır. O kişiyi bulmaktı benim işim.

Bir gün hızla mutfağa daldım. Annem yemek pişirmekle meşgüldü. ‘Anne’ diye seslendiğimde.  Dönüp bakmadan.  Elindeki tahta kaşıkla pilavın altı tutmasın diye karıştırmakla meşguldü. ‘Efendim’ diye yanıtladı. ‘Bir şey sormak istiyorum’ dedim.  Öyle bir ses tonuyla soylemiştim ki, bu cümleyi sanki dünyanın sırrını keşfetmeye karar vermişim ve bunda çok kararlı gibiymişim gibi.

 ‘Sor’ dedi annem  pilavı karıştırırken.

‘Biz neyiz biliyor musun?’ diye sordum.

  Annem kaşığı pilav tenceresinin kenarına vurarak temizledikten sonra kapağını kapatıp bana şöyle bir baktı. ‘O nasıl soru öyle?’ musluğa yönelip domatesleri yıkamaya başladı.

 ‘Ya, işte neyiz?’ diye sordum tekrar.  Yüzü gerildi, elindeki domatesi hızla yıkayıp kenara , tezgahın üstüne attı. ‘Gidip babanla konuş benim işim var’ diye söylendi.  Annemden bu konuda bir yanıt gelmeyeceğini anlamıştım. Onu daha fazla germemek için hızla salona yönelip, kanepede uzanmış TV’den haberleri dinleyen babama yönelmiştim.  Beni görünce  ‘Yemek ne alemde kızım?’ diye sordu.  ‘Annem pişiriyor. Baba sana bir şey sorabilir miyim? Annem yanıtlamadı sorumu’.

 ‘Sor bakalım neymiş’ dedi gülümseyerek.  ‘Sence biz neyiz veya kimiz?’ dedim meraklı bir sesle.

Babamın yine alaycı tavrı üstündeydi. ‘Kızım ; sen sensin ve ben de benim tabiki’ dedikten sonra patlatmıştı kahkahayı.  Televizyondaki bir haber dikkatini çekince  ‘Dur şimdi. Bak bu haber çok önemli.  Aç şunun sesini. Git annene yardım et yemeği hazırlayın hadi bakalım’. 

Umutsuz vakaydı durumum.  Diğer büyüklerime sormalıydım.  Aradan bir kaç hafta geçtikten sonra bir gün tüm sülale biraraya gelmişti. Yine kimin ne konuştuğu belli değildi. Herkes bir ağızdan konuşuyordu.  Amcam dikkatimi çekmişti. Amcam bir kenarda oturmuş konuşulanları da dinlemiyordu.  Tam sırası diye düşünerek yaklaşmıştım  ona. ‘Çok merak ettiğim bir şey var’ dedim. Tepesinde dikilerek.

 ‘Hayırdır, Neymiş ?’ diye sordu. Fırsatı kaçırmamam gerektiğini düşünerek yanına oturmuştum. Fısıldayarak sordum sorumu.  Amcam fısıltıyla konuştuğumu görünce daha da meraklanıp, kulağını  dudaklarıma yaklaştırıp duymaya çalışıyordu.  O gürültünün içerisinde pur  dikkat söyleyeceğim şeyi  anlamaya çalışması da onun gülünç görünmesine neden oluyordu. Gülmekten sorumu soramıyordum.  ‘Sence’ diyip gerisini getiremiyordum.  ‘ Ne diyorsun anlamıyorum’. Diye öfkeyle çıkıştığında ciddiyeti kavrayı vermiştim.  Sorumu bir çırpıda sorumuştum.  Kaşları çatık, yüzü öfkeli dönüp  ‘bunu mu söyleyecektin? Bu ne saçma bir soru böyle?’  Onun  kızgın çıkışından ürküp yavaşça uzaklaşmakta buluyorum çareyi. Babaannem her zamanki gibi sesinin en yüksek perdesinden kimseye fırsat vermek istemezcesine konuşuyordu. Usulca yanına varıp koluna sarılarak oturuyorum.  Bir süre  oturup konuşulanları anlamaya çalışıyorum. Anlamıyorum. Bu da çözemediğim bir başka sorundu. Büyüklerimiz biraraya gelince yüksek sesle, kavga edercesine sohbet ediyorlardı fakat ben hiç bir zaman ne konuştuklarını anlayamıyordum. O yetenek bende yoktu sanırım.  Babaannem sonunda  susmuştu. Gelininin getirdiği çayı alıp büyük bir yudumla içmeye başladığında yüzünün ifadesi de memnuniyete dönüşmüştü.  Yanında, ona yapışır vaziyette oturduğumu fark ettiğinde  gülümseyerek sarıldı bana. ‘Nasılsın kızım?’ dedi. Yanıtımı beklemeden ekledi. ‘Babaannesi kurban olsun bunlara’. Bunlardan kastı torunlarıydı. Torun muhabbeti açılmadan babaanneme de yöneltmeliydim bu soruyu. ‘Babaanne! Bir şey soracağım ama kızmak yok!’. Merakla yüzüme baktı. ‘Kızım ben niye kızayım sana? Hiç kızar mıyım? Sor bakalım’. Diye ekledi.  Amcamdan yana bakarak ‘Peki, soruyorum’ dedim. Bu arada amcam televizyonda paparazi haberlerini izlemeye dalmış olduğu için benim onu göz hapsine aldığımı fark etmemişti.

‘Babaane’ diye başladım. Sanırım sesim yüksek çıkmıştı. Amcam hariç hepsi dönüp merakla bana bakmışlardı.  Birden odada büyük bir sessizlik sarmıştı. ‘Hülya Avşar bügün…’ diye başlayan televizyonun sesi dışında çıt çıkmıyordu.  Büyük yengem televizyonun kumandasını kapıp sesi hafifçe kısmıştı. Bu hareketi amcamın hoşuna gitmesede önemsememişti. Bunun benden kaynaklandığını sezen amcam bana bakıp başını olumsuz şekilde sağa sola salladıktan sonra yeniden televizyona  daha doğrusu Hülya Avşar’a  dalmıştı. Belkide konuşacak bir şeyleri kalmamış olduğu için herkes benim  ne söyleyeceğimi merakla bekliyordu.  Yengem atılmıştı. ‘Hadi kızım. Ne diyeceksin, merak ettim?’  Odadaki bu sessizlik beni heycanlandırmıştı. Herkesin susup birisini dinlemek istemesi olağan üstü bir durumdu. Şans bana gülmüş olmalı ki, bu durum benim başıma gelmişti.

 Yüksek bir ses tonuyla döndüm odadakilere ‘Bizim kim olduğumuzu bilen var mı?’ diye patlattım sorumu.  Bir köşede elinde kara kehribar tespihi ile keyifli bir şekilde oturmuş olan dedem yerinden doğrularak bir iki öksürükle gırtlağını temizledi. Elindeki kara kehribar tespihin boncuklarını aheste aheste çevirirken şöyle dedi. ‘Kızım sen bilmez misin bizim kim olduğumuzu, anan, baban hiç mi demedi kim olduğumuzu? Biz Aleviyiz, dede soyundanız. Bunu böyle bilmen gerekirdi’. Sesi  nasihat doluydu. Bunun da bir tek anlamı vardı. Sohbete dönüşecek ve bu saatten sonra konu bu şekilde uzayıp gidecekti. Genelde böyle sohbetlere geçildiğinde bilgilendirici şeyler anlatılırdı. Alevi olmak üzerinde titizlikle durulurdu. Dedem uzun bir söyleve başlamıştı. Usulca çıktığımı fark etmediler. Sorum yine yanıtsızdı.

Koridorda yengelerimden birisiyle karşılaşmıştım.  ‘Nereye kızım? Kete yaptım gel ye. Sen seversin bilirim’ dedi sevecen  gözlerle. Bu yengemi çok severdim. Ona sorsam diye geçirdim içimden. Pat diye sordum. ‘Yenge sence biz Çerkez, Laz, Arap, Azeri, Rum, Ermeni veya benzeri bir şey miyiz, neyiz biz?’ diye sert bir ses tonuyla sormuştum. 

Yengem; elinde bir tepsi dolusu keteyle derin bir düşünceye dalıp gittmişti. Sonra bir şey hatırlamış gibi silkinerek kendine geldiğinde. ‘Biz Aleviyiz’ dedi usulca. Sonra kendi kendine tastikledi. ‘He, biz Aleviyiz’. Başka bir şey söylemeden elime bir kete tutuşturup hızla  dönüp  tepsiyle  salona doğru yürüyüp gitti.

Bu soruyu sormaktan vaz geçmem gerektiğini düşünerek dışarıya yöneldim. Temiz hava bana iyi gelecekti ve ben bu saçma soruyu sormaktan kurtulacaktım. Bazen çok inatçı oluyordum. Kafama bir şey takıldı mı onu mutlaka çözmek isterdim. Bu sefer çözememiştim. Bir suçluluk duygusu sarmıştı. Soruyu çözemediğim için mi yoksa  bu tarz bir soruyu sorduğum için mi bilemiyordum. Dış kapıyı açıp çıktığımda dışarda kapıya yakın bir yerde, taburede oturmuş olan  Elif teyzeyi gördüm.

 Geleneksel kıyafeti içerisinde, elinde sigarası, bakışlarını uzaklara dikmiş düşünceli düşünceli tüttürüyordu.

 Büyüklerimin içinde en aykırı duruşa sahip olan kadındı o.

 Kadın veya erkek kimliği üzerinde hiç durmamış es geçmiş ve bildiği gibi yaşayan  bir kadındı. Annemin amcasının eşiydi.

 

Yanına gidip yere bağdaş kurarak oturmuştum.  ‘Toprak soğuktur üşütürsün sonra. Git bir sandalye al gel’ dedi. ‘Böyle iyi’ diye yanıtladım. ‘Kimsenin de umrunda değil zaten hiç bir şey’ diyerek söylendim. Merak dolu gözlerle bana dönüp bir süre inceledi beni. Sanki canımı sıkan şeyi yüzümden okuyacakmış gibi bakıyordu. ‘Ne oldu Sevem, seni birisi mi kızdırdı yine?’ dedi gülümseyerek.

 ‘Söyle bakalım ne yapmışlar kızıma, niye kızmışlar?’.  Vaz geçmek üzere olduğum şeyi tekrarlamak istemiyordum fakat merak duygusu o kadar güçlüydüki umutla beraber geri geliyordu o soruyu sorma arzum.

‘Elif teyze; Sen bizim kim olduğunuzu, ne olduğumuzu biliyor musun? İçerde herkese sordum ama bazıları kızdı çoğu da aynı şeyi söylüyor. Soruma yanıt veren olmadı’ dedim yakınır bir sesle.

Elif teyze sigarasından  derin bir nefes çekip  havaya üfledi. Uzaklara dikti gözlerini, sessizce inceledi dağları. Sonra bana döndü aniden. ‘Bak kızım’ dedi ciddi bir ses tonuyla. ‘Şu dağları, ovaları, dereleri görüyor musun?’. Bunun sorumla ne ilgisi var? Nasihat geliyor galiba diye düşünmeye başladım. İçimi bir sıkıntı kapladı.

Eliyle uzakları göstererek sözlerine devam etti.  ‘İşte  bir avuç toprağın  üstünde İNSANCA yaşıyoruz. Şu, bir parça mavi gökyüzünü İNSANCA paylaşıyoruz.  Yani kızım, senin sorunun yanıtı;  İNSANIZ. Bu sorunun başka yanıtı yoktur.

06-02-2014

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.