Haberin yayım tarihi
2013-02-11
Haberin bulunduğu kategoriler

TARİH'TE KADIN RESSAM OLMAK

Yazan Sevim Ünal

Bu haftaki yazım, batılı kadın ressamlar hakkında olacak. Kadına dair eşitsizlik ilkesi, her şeyde olduğu gibi, sanat’ta da kendisini göstermiştir.

Tarih sayfaları arasında şöyle bir gezinti yaptığımızda, geçmişten günümüze epey yol kat ettiğimizi daha net bir şekilde görürüz. Günümüzde dahi kadın dünya çapında hala ikinci sınıf vatandaş olarak varlığını sürdürmektedir. Bu belki bir ülkeden diğerine değişir, fakat hiç bir ülkede bire bir, bir eşitsizlik mevcut değildir henüz.

Gelelim geçmişten günümüze kadının sanat içindeki konumuna. Aslında,tarihte ünvan yapmış kaç kadın tanıyorsunuz?

Aklınıza hemen gelen bir isim var mı? Sanırım, öyle pat diye aklınıza bir kadın ismi gelmiyordur değil mi?

Yani, tarihte, bir Remberant, Rubens veya benzeri isimler gibi benimsenmiş kaç kadın ressam var?

Geçmişi bırakın, günümüzde dahi bu derece ün yapıp, benimsenmiş bir kadın isminin aklınıza gelmesi mümkün müdür?

Hollanda’yı ele alalım. 2009 tarihinde Akademiye 8000 bayan öğrenci, sanat dallarının farklı kollarına kaydını yaptırmıştır. Aynı yıl 6000 bay öğrenci de Akademi’ye aynı şekilde kaydını yaptırmıştır. Bu sayı bize, sanat’ta ne kadar çok bayan olduğunu göstermektedir.

Peki sonuç?

Hollanda’da ilk, resmi olarak 1870 tarihinde kadınlar Akademiye girme hakkı elde etmişlerdir. Peki bu tarihten önce, bu ülkede Akademi yok muydu?

Elbette vardı. Bu tarihten 200 sene önce Den Haag şehrinde Krallık Akademisi vardır. Ülkenin en eski Akademisi ünvanına sahiptir. Buna rağmen, o dönemlere ait usta kadın ressamların eserlerine rastlamak çok zordur.

Peki neden bu döneme ait ressam kadınları tanımıyoruz?

Bunun yanıtı şurda gizli olabilir mi?

Tanınmamış bir yapıt incelenirken, bir erkek sanatçıya ait olarak inceleniyor. O eserin bir kadına ait olabilme ihtimali, ilk etapta hiç kimsenin aklına gelmez. Belki çok uzun inceleme ve araştırmalardan sonra, tabi düşünülen erkek ressamın adı aranırken, bunun aslında bir kadına ait olduğu tesadüfen bulunur.

Tabi bu olasılığı düşük bir varsayım. Hatta mağaralardaki çizimleri düşünürsek, bu çizimlerin erkekler tarafından yapıldığını düşünmez miyiz?

Kimsenin aklına o çizgilerin bir kadına ait olabileceği asla gelmez, oysa ilk çağlarda, erkek ava gittiğinde evde kalan kadın değil midir?

Peki, kadın onca zamanı nasıl değerlendiriyordu?

Bunları mantıken, fikir yürüterek belki sonuçlandırabiliriz fakat tabi yinede varsayım olarak kalır ve biz mağaradaki resimlerin sahiplerini erkek olarak düşünmeye devam ederiz. Şimdi gelelim tarihin tozlu sayfalarına ve tarihte altı ressam kadının neler yaşamış olduklarına bir bakalım. Roma bilim adamı Plinos’un betimlemelerine göre eski dönemlerde resim yapmış ve başarılı eserler üretmiş kadınların, eserleri üzerinde epey oyunlar dönmüştür. Örneğin, o dönemde bir eser kadın tarafından yapılmışsa alıcı bulması mümkün değildi. Sanat tüccarları ve koleksıyonerler bu sanatçıların eserlerinin altına o dönemin isim yapmış sanatçılarının imzalarını atıp, bu eserlerden bolca kazanç elde etmişlerdir. O dönemlerde, kadınlara ait tüm eserler erkek imzası atılarak elden çıkartılabiliyordu. Bunun nedeni, o dönemlerde kadının adının duyulmaması,temiz ve saf kalması önemsendiğindendi. Aksi takdirde, ünvan yapmış bir kadın asla evlenme şansı yoktu. Bu da kadınların ürettikleri başarılı eserlerinin tanınmış erkek ressamların imzası altında yok olmaya mahküm ediyordu. Evlenip, eşlerinin soyadlarını alan kadınların ünvan sahibi olmaya hakkı yoktu.

ESER SAHİBİNİ ANLATIR

Her sanatçı, yaşadığı hayattan izler bırakır eserinde. Geçmişteki kadın ressamlarda öyle tabiki. Tanınmış erkek sanatçılar tarafından imzalanmış fakat eserin asıl sahibi kadın olan, bir çok tablo geçtiğimiz yüz yıllarda su yüzüne çıkmıştır.

Bu eserler genellikle naturmord’du. O dönemin saygın beyleri ise, bayanların resimde başarılı olabilmeleri için epey yol kat etmeleri gerektiğinden yanaydı. Onlara göre, naturmord türü çalışmalar yapmak, sadece teknik bilmeye dayalıydı.

Yeteneğe ihtiyaç yoktu yani. Oysa kadınlar incil’deki temaları yapamazlardı. O temaları yapmak yetenek ve hayal gücü gerekmekteydi. Beylere göre kadınlarda yetenek olmadığından incil’deki temaları çalışamıyorlardı ve hiç bir kadın da yapmamıştır. Oysa, naturmord çalışmak, yani çiçek, yemek, ev işleri gibi şeyler o dönemde kadının yapması zorunlu olduğu geleneksel bir yaşam tarzıydı.

Temalarını, yaşadıkları hayattan almaları yanlış mıydı?

Antwerpen’li Clara Peeters 1594-1657. Sanatçının çalışmaları genellikle naturmord ağırlıklıydı. Fakat çalışmalarında iki mum veya iki meyve kullanmaz, kendisine özgü çalışmalar yapardı. Onun çalışmaları, onun kişiliğinin sembollerini, onun duygularını, onun felsefesini yansıtıyorlardı. Daha sonraki çalışmaları ise cam bardaklar, kendisine ait ufak ebatta portreler, metal kadehler şeklinde olmuştur. Bu tür çalışmalar ise bir kadını anlatıyordu.

Bir çok kadın ressam evlenecekleri dönemde, eserlerini çarşaflara sarıp tavan arasına kaldırmaya mecbur kalmışlardır. Artık, onların görevi bol çocuk doğurmak ve ev işleriyle uğraşmaktır. Fakat Clara Peeters çok şanslıydı. 45 yaşındayken evlenmişti ve evlenmeden önce yüzden fazla eser üretebilmişti.

Onun kadar şanslı olmayanlar çoktu. Örneğin Hollandalı Judit Leyser. Judit Leyser 1609 doğumlu sanatçı. Batının ilk isim yapmış ve başarılı bayan ressamlarındandır. O naturmord çalışmalar yapan hem cinslerinden biraz farklıydı. Daha ileriye giderek, kendisine ait, büyük ebatta bir portre yapmış ve bu resim 1633 yılında Harlem Sint-Lucasgilde kabul görmüştür. (Sint-Lucasgilde, o dönemin önemli sanat derneklerinden birisidir. Yalnızca en başarılı sanatçıların üye olduğu bir kurumdur ve sadece ressamlar içindir).

Tabiki, o dönemde bir çok başarılı kadın portre yapıyorlardı, fakat bu portreler evden dışarı çıkarılamıyordu. Leyster, seçtiği temalarda da çok ilgi çekiciydi.Günlük hayattan temalar seçiyordu. Kendi portresini de şövale’sinin arkasında duran bir kadın olarak betimlemişti. Fülüt çalan bir çocuk, dans eden adamlar gibi. Tüm çalışmalarını kendisine ait atölyesinde yapıp, ordan sanat hayatını yönlendirebiliyordu. Ne yazık ki, evlendi. Evlilik hayatı ile de sanatın sonu bir nevi gelmiş oldu. Leyster, Jan Mıense Molenaer adlı bir ressamla evlendi. Beş çocuğu oldu, çocukların bakımı, evin muhasebesi ve eserlerin satış işlerini o yapıyordu. Bu işler öylesine çok vaktini alıyordu ki, resim yapmaya fazla zamanı yoktu artık. Buna rağmen Judit Leyster’a ait tanınmış bir naturmord vardır. Onun dışında diğer tüm eserleri eşinin imzasıyla satılmıştır.

Daha sonraları kendi yapmış olduğu eserlere kendi imzasını kullanmaya başlamıştır. İsminin baş harfini ve (eşinin soyadı) soyadının baş harfini kullandığı imzasının yanına, sembolik olarak bir de yıldız eklemiştir. Bunun anlamı, ‘Acılar içinde yaşayan bir yıldızdır’. Sanat’tın altın çağında, naturmord çok populer oldu. Özellikle çiçek çalışmaları çok istenen temalardı.

O dönemlerde, çiçek çalışmalarında çok usta olan kadın ressam Rachel Ruysch idi. Rachel Ruysch 1664 doğumlu ressam Amsterdamlıydı. Babası bitki dalında profösör’dü. Babasının mesleği kadın sanatçının , bitkileri ve hayvanları yakından inceleyip tanımasına yaramıştı. Bitkileri ve doğada yaşayan diğer canlıları yakından tanıması onları tablolarında daha canlı ve renkli çalışmasında çok yararlı olmuştu.

Onun, bitki, böcek,yılan,salyangoz çalışmaları öylesine canlıydılar ki, bakanlar onların tuale yapıştırıldığını dahi düşünebiliyorlardı. Alman prensi Johann Wilhelm II von der Pfalz bu eserleri büyük bir beğeniyle duvarlarında bulunduruyordu. Aynı zamanda, o dönemin asillerine de çok beğendiği bu eserleri hediye olarak sunuyordu. Bu da eserlerin paha biçilemez yapıyordu. Alman prensi Johann Wilhelm II von der Pfalz öylesine iyi bir ekmek kapısıydı ki, sanatçının on çocuğu dahi onu şövalesinden koparamamıştır. Bu şekilde yüzden fazla eser üretmiştir ve adı diğer kadın sanatçılar gibi yok olup gitmemiştir.

Sanatçıların, kendilerini geliştirebilmeleri için sürekli geziler yapmaları gerekiyordu. Bu yeni teknikleri öğrenebilmeleri için gerekliydi ve Romaya, İspanya’ya giderek kendilerini geliştirebiliyorlardı. Fakat, kadın sanatçıların bunu yapmalarının mümkünatı yoktu. Tek başına yolculuk yapmak son derece tehlikeliydi. Ayrıca mitolojik, dinsel, tarihsel temalar da çalışmaları mümküm değildi.

Bu tür çalışmalar anatomi bilgisi gerektiriyordu ve anatomi bilgisini edinebilmeleri için, çıplak modeller kullanara çalışmalar yapılan atölyelere girmeleri gerekiyordu. Çıplak modellerin olduğu atölyelerde kadınların bulunmaları zaten yasaktı.

Kadın sanatçıların anatomide kendilerini geliştirmeleri hiç bir şekilde mümkün değildi. Bu da tarihte neden kadın sanatçıların, tarihi, mitolojik ve dini temalarda başarılı çalışmalar yapamadıklarını biraz anlatıyor sanırım.

Günümüze ulaşmış ve müzelerde yerini almış ünlü çalışmaların çoğu da bu temalarda işlenmiş olan eserlerdir. Tabi yine de bilemeyiz, belki de ünlü bir erkek sanatçıya ait olduğunu sandığımız bir çalışma aslında bir kadın sanatçınındır.

Kadınlara ait çalışmalar üstünde oynanan oyunlar daha içerisinde neler barındırıyor bilemiyoruz.

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.