Haberin yayım tarihi
2014-07-22
Haberin bulunduğu kategoriler

EY ZALİM

BASINDAN SEÇMELER………..

http://www.zaman.com.tr/mobile_detail.action?newsId=2232732

EKREM DUMANLI

Bu yazıyı sana yardım etmek için yazıyorum. Zalime yardım? Evet! Çünkü bir gün buyurdu ki, Hazreti Muhammed (sas): “Zalim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et!” Arkadaşları sordu: “Ey Allah’ın Resûlü, kardeşim mazlumsa ona yardım ederim. Ama zalimse nasıl yardım edebilirim ki?” Ve muhteşem cevap: “Onu zulümden alıkoyar, ona mâni olursun ki bu da ona yardım etmektir. ”İşte ey zalim kardeşim!

Hassaten ‘zalim kardeş’e sesleniyorum; zira dıştaki zalim nasıl olsa bir gün hakile yeksan olacak; ancak içerdeki zulümün daha kalıcı ve derin yara açmasından korkulur...

Senin zulmünü söylemek, seni o zulümden alıkoymak ve zulmüne engel olmak için sana bu mütevazı nameyi yazıyorum. Lütfen darılma; söylenen sözlerin keskinliğine bakma; ‘koynunda akrep var’ diyen bir kardeşinin seni ateşten sakındırmak için çırpınıp durduğunu farz et. Ve inan ki zulüm en çok zalimi yer bitirir..

Hem sanma ki ‘Ey zalim’ hitabının muhatabı tek bir kişidir. Asla! Zulüm bir zihniyet bozulması, ruh kaymasıdır ki her nefis onunla çetin bir sınava tabi tutulur. İşte bu nedenle ‘Ey zalim!’ sözünün muhatabı bir şahsa indirgenemez; zira zalim nefis, renkten renge girer, tebdil-i kıyafet eder, makamdan makama geçer. Zalim çoğu kez zalim olduğunu bile fark edemez...

Zulmün boyutları da farklıdır; kimi bir kişinin hakkını yiyerek zalim olur; kimi binlerce, milyonlarca insanın hakkına tecavüz ederek. Daha da ötesi kul hakkının bütün sınırları yerle bir edilir ve bazen Allah’ın hakkına riayet edilmediği olur. Bazı zulümlerin affı (mazlumların erdemi ve affediciliği nedeniyle) bu fani dünyada mümkün olsa ve helalleşme kapıları kıyamete kadar açık tutulsa bile, o mukaddes emanete karşı yapılan zulmü affetmeye hiçbir fani me’zun değildir...

Ey zalim!

Tarih şahittir ki her zalim kendi uydurduğu ve herkesi inanmaya mecbur hale getirdiği yalanlar üzerinden eziyet eder insanlara. Masum kitlelerin her türlü zulme müstahak olduğunu vehmeder. Zalimin cinneti bulaşıcıdır o yüzden. Kendisi gibi düşünmeyen herkese baskı kurduğu için zulüm umumi bir cinnete dönüşür. Kimi korkusundan, kimi bir menfaat uğruna pençesine düştüğü zulme ortak olur. Ne var ki zulüm kalıcı değildir; mazlumun ahı bir gün yeri göğü inletir...

Zalim olmaktan sakınmanın ilk basamağı peygamberlerin açtığı muhasebe ve murakabe yoluna başvurmak ve gözyaşları içinde Rabb’e karşı, “Ben nefsime zulmettim!” diyerek yakarmaktan geçer. Âdem Peygamber öyle yalvardı Allah’a; ta ki evlatları da öyle yakarsın. Yunus Peygamber de öyle dedi, Musa Peygamber de... Neden? Çünkü, “Ben nefsime zulmettim...” diyen, başkasına zulmedemez. Kendini kusursuz gören ve her yaptığı fiilin doğru olduğuna inanan her nefis, Firavun olma yoluna girmiş demektir. Sahte tevazu kibri örtemez, alçak gönüllülük gösterileri zulmü gizleyemez; zira kimin zalim olduğunu gücü elinde tutan bilemez; onu mazlumun iniltisinde aramak lazımdır...

Zulüm bir süreçtir; kendi özünden kopma, başkalaşma, haddi aşma süreci. İnsanoğlu önce kendi nefsini unutur; sonra Yaradan’ı. Nefsini unutan, özündeki acziyeti, kul olma erdemini bir kenara iter. Kendi aslî sınırını ve irade çemberini tevehhümle başka bir alana taşıyan ve böylece haddini aşan insan, zulmün karanlıklarında yürümeye başlamıştır artık. Zulmün varacağı son noktayı Lokman Aleyhisselam oğluna nasihat ederken şöyle işaretliyor:  “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma, çünkü Allah’a ortak koşmak (şirk), elbette büyük bir zulümdür.”

Zulüm adım adım ilerler ve insan ruhunu esir alır. ‘Ene’ sırrı çözülemediği ve nefis terbiye edilemediği zaman, insan önce kendini beğenir, sonra kendine hayran olur; daha sonra kendine tapınmaya başlar. Kendi sınırlarını yerle bir ettiği için kul hakkını da tanımaz, Allah hakkını da. Çünkü artık her şeyin merkezine ego oturmuştur. İyiler ve kötüler firavunlaşmış egoya göre dizayn edilince bütün mükâfat ve mücazat sistemi de o enaniyet üzerine inşa edilir. Kendini beğenen başkasını beğenemez, kendini seven başkasını sevemez. Seviyor gibi görünse de zalimin tek kriteri vardır: kendisine duyulan muhabbet. Melek gibi biri karşısına çıkıp itiraz etse ona şeytan der ve şeytanlaştırmak için akla hayale gelmedik iftiralarda bulunur. Bir gün şeytan, kapısını çalıp ona övgüler dizse, o iblisi de melek gibi tasvir eder, bağrına basar, işbirliği yapar.

Ey zalim!

Bilmelisin ki ferde zulüm eden, sadece bir kişinin hakkına tecavüz etmiş olur ve onunla helalleşmedikçe iflah olmaz, kurtuluşa eremez. Ya koskoca bir kitlenin hukukuna tecavüz edenler? Ya milyonlarca insan hakkında her Allah’ın günü yalan söyleyen, gıybet eden, iftirada bulunanlar? Şayet sen de zulme uğradığını, sana yanlış yapıldığını düşünüyorsan, bilmelisin ki zulme zulümle mukabele edilmez. Hem üstelik sana zulmettiğini düşündüğün kişilere duyduğun öfke ile suçu günahı olmayan kitlelere saldıramazsın. Kur’an, “Bir kimsenin günahından dolayı başkası kınanamaz.” diyor. Mer’î hukuk da, şer’î hukuk da suçun şahsîliği prensibini gürül gürül ifade ediyor. Suç şahsi ise ve onunla hukuk içinde hesaplaşmak esassa, başkalarına gadretmek korkunç bir vebal değil mi?

Ey zalim!

Zulümlerin en kabası, en acımasızı devlet imkânlarının tepe tepe kullanılması ile ortaya çıkar. Oysa devlet, milletin himmeti ile ayakta durur ve asla millete karşı şiddet unsuru olarak kullanılamaz. Ne var ki bütün ceberut zalimler devleti kendi babalarının malı sanarak ve insandan daha üstün görerek bireyi ezip geçmeyi dener. Güvenlik güçlerini kendi şahsi intikam duygusu için kullanan, yargıyı adaletsiz karar vermesi için zorlayan, maliyeyi keyfi denetimine araç haline getiren -kim olursa olsun ve ne maksatla yaparsa yapsın- zulmetmiş olur. İnsanları haksız yere derdest edebilir, onları adaletsiz bir biçimde zindanlara atabilir, kamuoyunda kara propagandaya neden olacak şekilde kitleleri karalayabilirsin. Ama unutma ki zalimler asla kazanamaz. Zalim zafer naraları atarken ve mazlumun ahı göklere yükselirken kader ağlarını örmektedir çünkü. Kitle psikolojisine muvakkaten esir düşen maşeri vicdan, mutlaka bir gün uyanır ve zalimlerin maskesi düşüverir...

Ey zalim!

Yol yakınken dön. Hangi makamı işgal ediyor ve hangi kin ile meşbu bulunuyorsa; gel o zulüm yolundan gerisin geriye dön. Her bir insan Allah’ın halifesi ve imanlı her bir kalp Kabe hürmetinde olduğuna göre “adalet ve doğruluktan ayrılma”. İnat edip zulme devam edersen, kelamını ve kalemini zulüm yolunda heba edersen -ki öyle olmaz inşallah- kendine de, sana ümit bağlayana da yazık etmiş olursun. Zira o mev’ud günde ne gazeteciliğin önemi kalır ne siyasetçiliğin; ne bürokratlık işe yarar ne tüccarlık. Ve hiçbir zulüm zalimin yanına kâr kalmaz...

FİLİSTİN DUYARLILIĞI BU MU ALLAH AŞKINA?

Hafta içinde Bugün TV’de yayınlanan bir programa katıldım. Erkan Akkuş’un sunduğu programda ilk gündem İsrail saldırılarıydı. Ben de bu mübarek Ramazan ayında insanların üzerine bomba yağdırılmasının nasıl korkunç sonuçlar doğurduğunu -dilimin döndüğü kadar- anlatmaya çalıştım. Hatta meseleye biraz daha geniş çerçeveden bakılması gerektiğini, sadece kınamak, protesto etmek, sert demeçler vermekle sorunun çözümlenemeyeceğini ifade ettim. Türkiye’nin dünya devletler dengesinde ağırlığını büsbütün kaybettiğine, Amerika ve AB ile ilişkilerinin zayıfladığına, İsrail ile doğrudan diplomatik temas olmadığı için oraya da baskı yapamadığına, hatta başta Mısır olmak üzere Arap dünyası ile ilişkilerin kötü olmasından dolayı gerekli ağırlığın ortaya konamadığına dair bir şeyler söyledim...

Programın ilk on dakikası bu konuşmalarla geçtikten sonra başka gündemlere geçildi. Pek çok konuya temas edildi. Sonlara doğru konu, “Cemaat’e yapılan haksız uygulamalar”a geldi ve Erkan Akkuş, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin uzun zamandan beri konuşmadığını hatırlattı. Doğruydu. Hocaefendi, haftalık sohbetlerine ara vermişti ve onca saldırgan beyanı bile doğrudan cevaplamıyordu. Ben de -acizane kendi algımı dile getirmek için- “Bu, sessiz bir çığlıktır.” dedim. Sebebini de uzun uzun izah ettim.

Gel gör ki hemen her şeyi çarpıtmayı ahlak haline getiren birileri benim ‘sessiz çığlık’ lafımı programın sonundan söküp ilk dakikalardaki Gazze saldırılarına yapıştırdı. Ve bu çarpıtmayı gazetecilikmiş gibi sunmaya, insanları iğfal etmeye başladı. Yahu siz nasıl insansınız, nasıl gazetecisiniz ki, canlı yayında söylenen ve birkaç kez yayınlanan konuşmayı bile tahrif ediyorsunuz?

Hadi bunlar meslekten anlamayan çapsız adamlar; peki Sayın Başbakan’ın söylediklerine ne demeli? Gazete günlerdir Gazze’yi manşet yaptığı halde (üstelik kendi emrindeki gazetelerin duyarsız yayınlarına rağmen) Gazze saldırılarının Zaman’da yer almadığını meydanlarda anlattı durdu. Ordu’daki mitinginde, Hocaefendi’nin Filistin için taziye vermediğini ima etti. Halbuki gazetede neredeyse yarım sayfa taziye mesajı yayınlandı. İyi ihtimal: Gazete kupürü sunan arkadaşlar Sayın Başbakan’ı aldatıyor. Kötü ihtimal: Başbakan suçladığı gazetelerin duyarlı yayınlarını bile bile hilaf-ı vaki beyanda bulunuyor. İki ihtimal de aslında nahoş; ben yine de ilk kötüyü tercih ederim...

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.