Haberin yayım tarihi
2017-01-02
Haberin bulunduğu kategoriler

UYUM DİYE DİYE, GELDİK BU GÜNLERE.

Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi o vakitler bir belde, bir köy, el’an ise bir mahalle olan Umurbey’de 01.04. 1950 tarihinde doğdum.

24 Ekim 1967’de Belçika ülkesine gelene kadar.

İlkokulun ilk üç sınıfını aynı öğretmenle okuyan başarılı bir öğrenciydim.

Dördüncü sınıfın yarılarında öğretmenim iğrenç bir iftira sonucu köyümden ayrıldı…

Bize bol bol müzik ve beden eğitimi yaptıran başka bir öğretmen gidene vekâlet etmeye başladı…

Gerçeği anlattığım rahmetli babam beni Gemlik Atatürk İlkokulu dördüncü sınıfına aktardı…

Yani ilkokulu o vakitler yaklasık 13.000 nüfuslu bir ilçe olan Gemlik’te tamamladım…

Günde 125 kuruş masraf, yani ani ve beklenmedik bir fedakârlık gerektirse de…

O vakitler Gemlikliler epeyce havalıydı.

Asri ve sosyete geçinir, benim gibi köylülerle, şivemizi taklit ederek dalga geçerlerdi.

Geldin mi lay, gittin mi lay koca Umurbeyli derlerdi…

İstiklâl Savaşı esnasında Gemlik bir Rum kasabasıymış…

Savaş sonunda Gemlik, Mudanya ve Tirilye’yi terk etmişler.

Zeytini, zeytin yağını, Akdeniz mutfağını, güneşi ve harika doğayı bizlere bırakmışlar

***

Gemlik bir sahil ilçesi olduğundan, Gemlikliler denizcidir !

Balık tutmayı ve yemeyi, okumayı seven insanlardır!

Belki zengini çok değildi, ama insanlar selamlaşma ve gazete okuma kültürüne sahiptiler…

Adab-ı muaşeret etkili bir sosyalleşme aracıydı ; cahil cubara ile olgunları ayırırdı…

Şortsuz denize giremediğimiz için biz köylüler yüzmeyi Karsak Deresinde Agâh’ın Değirmen yakınlarında veya zeytin sulama havuzlarında öğrendik…

Zira şort almaya paramız yoktu, yamalı giyer, saçımız, sakalımız, ensemiz, traşımıza dikkât eder ve ütülü dolaşırdık.

Sevdalarımız platonikti, flört yoktu ve çok ayıptı, sevilenin sevildiğinden pek haberi olmazdı…

İlkokuldan sonra ortaokulu da Gemlik’te tamamladım.

O vakitler Gemlik’te lise bulunmadığından komşu illere yatılı okumaya gittik…

Ben Bursa Erkek Lisesi’nde üç yıl okudum, son sınıfa geçtim ve 1967’de bir yıl önce Belçika’ya giden rahmetli babamın yanına gitmeye mecbur kaldım.

***

Uzatmıyorum.

24 Ekim 1967’de Belçika’ya geldim, Fransızca öğrendim, teknik lise bitirdim, Kraliyet Merkez Jürisi 900 arkadaşla birlikte bizi olgunluk sınavına soktu, 300 kişi kazandık.

Bu sınav başarısı sayesinde üniversite kapısı açıldı ve 1999 Şubat ayında Louvain-la-Neuve’deki İletişim Fakültesi’nden lisans diploması aldım.

1981’de Türkçe ve Fransızca dillerinden yeminli tercümanlık sınavına girdim, kazandım, büro açtım, yurtdışında bulunan insanlara Marko Paşa, dert babası, arzuhalci, sırdaş, dildaş olarak hizmet sundum.

Polis karakollarında, adliyelerde, hapishanelerde sözlü tercümanlık (dilmaçlık) yaptım ve 2015’te yaş haddinden (65) emekli oldum ve Umurbey’e döndüm.

49 yılımın geçtiği Belçika ülkesinin vatandaşı da oldum,

Bir yurtsever olduğum için asla ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yapmadım.

Türkçe bilgimi ve sevgimi geliştirdim.

1981’de evlendim.

 

 

1983 ve 1985 yıllarında doğan oğullarımız başarılı bir eğitimden sonra Belçika’nın sayılı üniversitelerinden ULB Hukuk Fakültesinden mezun oldular.

Her ikisi de aynı zamanda Türkçe-Fransızca dillerinde yeminli tercüman, yani meslektaş ve dörder dilli trafik alanında uzman ceza avukatı olarak birlikte çalışıyorlar.

Tüm başarılarını birazcık bana, daha çok anneleri Güzin hanıma borçlular.

Anneleri ve bendeniz oğullarımızı köklerine sadık getirdik bu günlere!

Bu sadakatleri yanında, evrensel birer insan olmayı da başardılar.

Allah onlara sağlık ve iç huzur versin her daim…

***

Belçika’da siyasilerden en sık duyduğum sözcük «Uyum» oldu.

Onlara göre yabancılar, yani bizler, birşeylere yeterince uyumlu değildik.

Onlar açık konuşmasalar da biz bunun daha çok dilsel ve kültürel olduğunu hissediyorduk.

Vatandaşlıklar arttıkça seçim kampanyalarında oylarımızı almak için bize yaklaştılar, aramızdan adaylar seçtiler.

Dürüst ve açık sözlüler bize misafir işçi, göçmen, uyumsuz, cahil, dil bilmez dediler, hep sustuk ve susturulduk.

Çünkü burada yabancı, orada (Türkiye’de) Almancı diye anılıyorduk…

Buraya gelen görevliler eskilere değer vermek yerine biz herşeyi sizlerden daha iyi biliriz havasına soktular ilişkileri ve diyalogları…

***

En sonunda bir gün dayanamayıp patladım galiba.

TC Büyükelçiliği Kültür Müşaviri Prof. Dr. Tolga Yarman dostum idi.

SODEP genel başkanlığı için kongrede Murat Karayalçın’a karşı aday olmuştu.

Bir eski başhekim olan Sema Pişkinsüt yurtdışında kahvehane toplantıları yapmaktaydı.

Tolga bey telefon etti ve ricasını açıkladı : Sema hanım bizim eve yakın olan Play Time Kahvesinde vatandaşla buluşup konuşacaktı.

Kendisini kıramazdım, denilen saatte gittim, Sema hanım geldi, usûlü anlattı, kısa kısa herkese söz verecek, maruzat dinleyecek, not aldıklarını başkent Ankara’da ilgili makamlara iletecekti.

Sıra bana geldi : Kendilerine hoş geldiniz dedikten sonra «ortalıkta Bursa Kültürpark seyyar tansiyoncuları gibi dolaştıklarını, bize hasta muamelesi yaptıklarını, doktorun Ankara’da olduğunu sandıklarını….»  ima eden sözler sarfettim.

Eski bir hekim olduğu için imgeyi mi sevdi bilmem, «seyyar tansiyoncu çok hoş ve anlamlı bir benzetme» dedi.

Kimler geldi, kimler geçti, derken 50 yıl geçti, bir ömür tükendi, ne canlar eksildi…

Allah hepsine rahmet eylesin !

***

Benzememek güzeldir, benzememek özel olmanızı sağlar.

Ama toplumsal bir yaratık olan insan, toplumda ortak değerler (asgari müşterekler) bulmadan, yaratmadan, olmadan yaşayamaz…

Bir şekilde yönetim makamına oturan bir güruh azınlıklara, farklılıklara dayatmalarda bulunur, hükmeder.

Tecrübelerime dayanarak yazdığım bu kurallar kanımca evrensel anlamda geçerlidir.

Yani demem odur ki herkes başkasını kendisine benzetmek için fırsat kollar.

Hoşgörü sözcük olarak kullanılır, lakin kendisi yoktur, dayatma vardır.

Anlaşmak için Allah’ın bizlere bahşettiği diyalog dayatmaya dönüşür.

Bu arada dostluk, barış, sağlık ve huzur, kardeşlik kelimeleri usûlen söylense de pratikte tersi yapılır.

Atom parçalanır lakin önyargıları yok etmek zordur.

***

Sonuçta herkes kendisini fasulye gibi nimetten sayar, kendisine önem atfeder, olanlardan kendisine vazife çıkartır ve sürekli başkalarını yargılar.

Seçmediği bir aidiyet bağını yücelterek, tekelcilik taslar, fanatikleşir.

Şiddete, işlenceye, teröre başvurarak Allah’ın verdiği canı almaya kalkar ve alır…

Doğruluğuna inandığı eylemi gerçekleştirince cennete gideceğini sanarak!

Huzur, sağlık ve para insanlarda ancak yokluğu hissedilen kavramlardır.

Gerisi hamasettir, vatan, millet, Sakarya’dır.

Ben Umurbey’li bir dünya vatandaşı ve gelişmeye açık evrensel bir insanım.

Benim yolumu ancak bilim aydınlatır.

Karanlık ortamları ve bulanık suları sevmem.

Benim için esas olan samimiyet ve berraklıktır.

Doktorları suçlayan, döven ve öldüren hastalar düşünsün…

Yolda oynayan Romanyalı insanlar değil, seçilmişler ve polis memurları rahatsız olanların yasal haklarını korusunlar.

Herkese daha az cahil olacakları, sağlık ve huzur dolu bir yeni yıl diliyorum.

Yakup Yurt ©

Brüksel, 31-12-2016

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.