Haberin yayım tarihi
2007-08-29
Haberin bulunduğu kategoriler

Halikarnas balıkçısı...

Bodrum'la ismi özdeşleşen bir önemli bir yazarımız var ki, insanın onun yaşadıklarını kendinde yaşamak istemesi bile bir mutluluk kaynağı olabiliyor.

Adı Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı-Halikarnas Balıkçısı. Kendisi güya Bodrum'a sürgüne gönderilmiş. Cezası kalebentlik. Yani 3 yıl boyunca Bodrum kalesinde kalacak. Aslında ceza değil bir ödül bu. Ona bu cezayı verenler bellli ki Bodrum'u hayatlarında hiç görmemişler.

Bodrum'u anlamak ve doya doya bir Bodrum tatili yapmak istiyorsanız her şeyden önce daha çok Halikarnas Balıkçısı olarak tanınan tarihçi-yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın en az bir kitabını okumalısınız.
 
Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı'yı tanıyalım.. 
"Tarih sahibi" Sadrazam Cevat Paşanın kardeşi, tarihçi-yazar-vezir Mehmet Şakir Paşa Girit'te sefirken eşi İsmet Hanım 16/17 Nisan 1890 gecesi bir oğlan doğurdu. Çocuğa, anasının o gece düşünde Musa Peygamberi görmesi dolayısıyla "Musa" amcasının ve babasının adlarından ötürü "Cevat Şakir"adları verildi.
 
Musa Cevat Şakir'in çocukluğu ,babasının atandığı Atina/Faleron'da, beş yaşından sonra İstanbul/Büyükada'da geçti. Bu yıllarda resim yeteneğiyle dikkati çeken M.C.Şakir, bir yandan Büyükada Mahelle Mketebi'nde okudu. İngilizceyi hayli iyi kavradığı için, hazırlık okumadan Robert Kolej birinci sınıfa alındı. Bu okulu, ilk mezunlarından biri olarak pekiyi derece ile bitirdi.
 
Kendisi, kendini bildi bileli denizci olmak istiyordu. Ama ailesinin ısrarı üzerine İngiltere'nin Oxford Üniversitesine gönderildi. Orada "Yakın Çağlar Tarihi" bölümünde öğrenim gördü. Bu arada, Oxford'un ünlü kitaplığında yararlandı. Yurda dönünce İstanbul'da, çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazdı, karikatür ve kapak resimleri çizdi. 


Resimli hafta dergisinin 13 Nisan 1925 günlü sayısında yayımlanan "Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler?" başlığı ve Hüseyin Kenan imzasıyla yayınlanan yazısı yüzünden üç yıl kalebentlikle Bodrum'a sürüldü. Cezasının son yarısını İstanbul'da geçirdikten sonra yeniden döndüğü Bodrum'da yaklaşık çeyrek yüzyıl kaldı. Bodrum'un Karia çağındadaki adından esinlenerek "Halikarnas Balıkçısı" takma adını kullanır oldu. Bodrum'un gelişmesine ve Anadolu uygarlığının tanınıp tanıtılmasına olağanüstü katkılarda bulundu.
 
Çocuklarının ortaöğrenimleri için 1947'de yerleştiği İzmir'de gazetecilik, yazarlık ve turist rehberliği yaptı. 13 Ekim 1973 Cumartesi günü saat 15.10'da İzmir de öldü ve Bodrum'da manevi oğlu Şadan Gökovalı ile birlikte seçtiği yerde gömüldü.
 
Musa Cevat şakir'in Mavi Cennete ilk Merhaba deyişi…

Halikarnas Balıkçısı, Bodrum' u ilk gördüğü andaki duygularını "Mavi Sürgün" adlı kitabında şöyle aktarıyor:
 
"En nihayet yokuşun tepesine gelmiştik. Yolcular 'Neredeyse Bodrum görünecek' dediler. Yüreğim çarpıyor. Kaç aydır buraya gelmeye çalışıyordum yahu1.. Tepedeki bir dönemeci dönünce 'şırrakguuuur' diye Arşipel' in koyu çividisi ölçülmez açıklıklara kadar yayılıverdi. Hani büyük camilerde ya da kiliselerde bir din adamı, bir şey söylerde, cemaat o sözü tekrarlar. Tekrarlanan söz en yakınımızdaki binlerce dudaktan, binlerce insan öteye kadar dalga dalga sıcak bir uğultu halinde enginler. Böyle bir güür...r'ler de secdeye varılışlarla olur. Yalnız burada üstümüzü kapayan bir kubbe değil, bir derinlik var sonsuz. Akşamın çividisinde koyulaşan koca Arşipel -eski deniz varlığını bana öyle bir heybetle bildirdi. Masmavi bir gürleyişti o. Ben diyeyim yüz bin deniz mili, en berrak bir açıklığa uzuyor. Doğduğum tepeden sonsuzluğu seyrediyormuş gibiyim. Güvercinlik Körfezinde de böyleydi. Ama orada, ne de olsa karşı kıyı vardı. Burada göz yaylımına hiçbir engel yoktu.
 
Bakış ufukları belirledikçe adalar, sonra kıyıların denize sarılıp sarlaşmış kalabalık burunları ve koyları. Bunların ortasında hilal şeklinde iki liman, ortada kaleyi taşıyan yarımada. Doğrusu ben, kalenin kulelerini daha basık sanıyordum. Bembeyaz yükseliyorlar. Yüreğimdeki kaygı artıyor.
 
Ne de olsa Bodrum adının yüreği sıkan bir karanlığı, bir boşluğu var. Oysa gördüğüm ışık ve berraklık, buğuyu üfüren meltem gibi izbeliği ve loşluğu öylesine sildi ki, hapsedilsem bile, hapishanenin göğü gören bir penceresi, bir kapısı olur diye içim aydınlanıyor."
 
Eserleri….
 
Gülen Ada
Bir sabah Elif (Tiycan) yine keçileri ve ineği alarak deniz kıyısına gitti. Mevsim gençti. Karada güneş ve bal sızan çiçeklerin özsuyu, insanın nabzını adeta çurlatarak çarptırıyorlardı. Deniz ise mavi mavi yanıyor ve göz kamaştırıcı ışığını ta ufuklara yayarak alabildiğine parıldayıp kıpırdıyordu. Deniz o gün en mavi, en sevindirici yaşayışındaydı. Yedi Canlı denilen Tiycan'ı, yedi değil, sanki bir milyon canla canlandırıp sevindiriyordu...                                                                                   
 
Denizin Çağırışı
Açıklarda yapayalnız kalan her denizcinin yüreğinde çocuk, kardeş ve arkadaş sevgisi; insan yokluğundan, hep canlı yaratıklara bağlanır. Yaradılıştan insan sevgisiyle doğmuş, çocuklarını yitirmiş olan Hoşbulduk Selim Kaptanda bu duygu, öteki denizcilerden çok daha fazlaydı.Selim Kaptan, insandaki bu eğilimin hayvanlarda da az çok bulunduğunu biliyordu. İşte bu yüzden, Kocakaya Adasındaki bir martıyı kendisine deniz yoldaşı edinmişti...
 
Yol Ver Deniz
Hasan Usta, küçük kentin lağım temizleyicisiydi. Bu iş pek hoşuma gitmiyordu. Ama hoşuna gitsin gitmesin, bu işi yapmak zorundaydı. Geçimini bu işten sağlıyordu. Katlandığı bu işten başka, on sekiz yaşından beri, kendi eliyle üç tonluk bir "Tirandil" (kayık) yapmaya başlamıştı. Kayık evinin önünde, deniz kenarındaydı. Aradan otuz yıl geçtiği halde gemiyi bir türlü bitirememişti. Kayığın bunca yıl önce kurulan iskeletinden, otuz yıl sonra, bir tahtası kalmamıştı ki yenilenmiş olmasın. Kaburgalar, kaplamalar, karina (omurga), küpeşteler çürüdükçe Hasan Usta, yeni kereste satın alıp, onları değiştiriyordu. İşte bundan ötürü kayığın hemen her bir parçası üçer dörder kez yenilenmişti...
 
Mavi Sürgün
"Karakolda ona, 'İstiklal Mahkemesine gideceksin,' denir. Niçin İstiklal Mahkemesine gittiğini bilmez. İki jandarma ile, kelepçeli olarak İstiklal Mahkemesine sürüklenir. Mahkemenin bulduğu bir suç vardır. Sonunda cezasının idam olacağı anlaşılır. Sabırlık ve tarlakuşu eller, göğüste kavuşturulmuş, idamı bekler. Sürgün edileceksin denilir. Sürgün yeri Bodrum bir muammadır, bir karanlıktır. Ama işte apansız karanlık kalmaz. Bu "Mavi Sürgün" yazısı, bu işin nasıl olduğunu anlatacaktır." -Halikarnas Balıkçısı-

Bulamaç
Balıkçı'nın 1948 yılında Demokrat İzmir gazetesinde tefrika ettiği bu romanı 'dağıtarak', parçalarını küçük değişikliklerle öteki romanlarında kullandığı, bazı bölümlerini ise bağımsız öykülere dönüştürdüğü görülmektedir. Birçok kitabına yayılan bu dağılımı okurlarımız elbette fark edeceklerdir. Ancak Bulamaç, başka hiçbir kitabında yer almayan birçok bölümüyle, "Halikarnas Balıkçısı"nın coşkulu anlatımının, kıvrak ve zengin Türkçesinin tadını bize getirdiği gibi, araştırmacılar ve edebiyat tarihçileri için de ilginç bir kaynak ve belge değeri taşıyor. Kanımızca, bu da onun önemini ve değerini artırıyor.

Sonsuzluk Sessiz Büyür
"Sonsuzluk Sessiz Büyür", Halikarnas Balıkçısı'nın kitaplarına girmemiş yazılarını toplama girişimimizin yeni bir ürünüdür. Anadolu tarihinin, çoğu kişinin bilmediği ilginç ve gizemli gerçeklerini, bir anlatının, bir söyleşinin çok ötesinde, adım adım projektörle tarayan Balıkçı, okura tarihsel bir yolculuğun heyecanlı serüvenlerini tattırıyor.
Antik yaşam biçimleri, eski şölenler, dinsel törenler, tıpkı bir film gibi bilinçte canlanırken, sanattan politikaya, garip inançlardan savaşlara değin uzanan yoğun ve hızlı Anadolu destanları, tarihi yönlendiren birincil nitelikleriyli adeta yeniden oluşagelmektedir.
 
Arşipel
Arşipel... Antik çağlarda "Eski Deniz" anlamına gelen bu sözcük, "Balıkçı" için yaşama sevinci ile özleşti. Kalebendlik cezasını çekmesi için Bodrum'a götürülen "Balıkçı"nın "Ege Denizi"ni gördüğü anda yüreğini dolduran mutluluğun rüzgarı "Arşipel" çığlığıyla çevreye yayıldı.
Halikarnas Balıkçısı, "Arşipel"i, onun çevrelediği kara parçalarını, doğal ve insan yapısı bütün güzelliklerini ve insanın tanıdı, kucakladı ve sevdi. "Arşipel"de sunulan; kuşaklardan kuşaklara geçen, değişen, defalarca unutulan ve defalarca yeniden yaratılan / hatırlanan bütün güzelliklerdir.

Dalgıçlar
 "Denizaltının esrarengiz alemini" ve deniz adamlarının tehlikelerle, akıl almaz heyecanlarla dopdolu yaşamını anlatan bir yapıt "Dalgıçlar". Gelgelelim olayların geçtiği yerler Türkiye değil, kişiler de Türk değil. Nedense "Balıkçı" Baba, 1949'da Demokrat İzmir'de "tefrika" edilen "Dalgıçlar"a adını "nakleden" diye koymuş. "Kalebentlik"le Bodrum'a sürgün edilen "Balıkçı"nın adı, o sıralarda hala sakıncalıymış demek... Deniz adamlarının ilginç, soluk kesen serüvenlerine "Balıkçı"nın renkli anlatımı da eklenince "Dalgıçlar", beğeniyle okunacak bir yapıt olmuş.
 
Anadolu'nun Sesi
"Anadolu'nun Sesi" uygarlık tarihine, bilinçli ve yansız bir yaklaşım. Öğrenimin her aşamasında, ders kitabı olmaya değer bir yapıt
 
Aganta Burina Burinata
Balıkçılar, sünger avcıları, dalgıçlar, gemiciler...Halikarnas Balıkçısı'nın hikaye ve romanlarıyla gelen bu tipler, sadece edebiyata ilk kez geldikleri için ilginç değildirler. Balıkçı, denize bağlı olarak, güzelliği, özgürlüğü, başkaldırıyı, insanoğlunun geçmişteki ve gelecekteki arayışlarını kayıplarını, bunalımlarını, korkularını, ışığı kırar gibi kendiliğinden alabildiğine etkin bir anlatımla ortaya koyarak, çağdaş insancıl bakışla eski uygarlıklar arasındaki bağları göstermiştir
 
Anadolu Efsaneleri
"Yüzyıllar boyunca Anadolu diye, Anadolu'da diyar diyar gezeyim dedim, her yerin eski efsanelerinden tutup da günümüze kadar gelmiş tarihsel olayları yazayım dedim. Ne var ki, Anadolu'nun çeşitli ekonomik, toplumsal kargaşalığının içinden çıkabilene aşkolsun. Örneğin bir yerden bir yere giderken insan attığı bir tek adımda felsefenin baş döndürücü bir doruğuna fırlar, atılan ikinci bir adımda ise estetiğin derin bir uçurumuna tepetakla dalar...
... Bu efsaneler dağlara taşlara sinmekle kalmamış, bütün insanoğullarının gönüllerine de sinmiş ve onların hemen hemen kültürel yurdu olmuştur..."
 
Anadolu Tanrıları
"'Biz bu diyarın gerçek varisleriyiz', dedik. Ama, bu mirasımızı, şimdiye kadar dört bucağa pek mirasyedice saçtık. Osmanlı devleti sırasında, dünyanın yedi harikasının elle tutulur sanat kalıntıları, babalarının mallarıymış gibi, şimdi, Batının çeşitli müzelerindedir. 'Ne olacak? Gavur putu! Yabancı şeyler!' dedik. O eski mimarlık ve heykeltraşlık anıtlarından çok daha önemli olarak, onlardan kalma bir de kültür zenginliği vardır. Onu da, bizim başımıza kondurmadan, 'Adam sen de! Vazgeç! Asklepios, aftospiyos, kıtıpiyoz Yunan kültürü!' diye, Batılıların başlarına savurmuş bulunuyoruz. Şimdi biz, şapka diye, onların külahlarını taklide çalışıyoruz..."


  
 

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.