Haberin yayım tarihi
2007-04-12
Haberin bulunduğu kategoriler

1070 Rakımlı Tepe...

Siyasi literatüre Sn. Demirel tarafından katılan "864 rakımlı tepe" ifadesi, Çankaya köşkü/Cumhurbaşkanlığı için kullanılır. Bu ifade Türkiye'de tuttu ve çok kullanıldı. Fakat yapılan araştırmada ortaya çıkan rakam, Demirel'in söylediği rakamdan çok farklı çıktı. Çünkü Ankara'nın en alt seviyesi bile 864 rakımdan daha yüksekti. Çankaya ise 1070 rakımlı bir tepeyi işaret ediyordu. Bu nedenle başlık olarak 1070 rakımlı tepe demeyi uygun buldum.

Çok partili siyasi sürecimizde nedense, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sancılı dönemler yaşamış bir ülkeyiz. Atatürk'ten sonra İnönü'nün seçiminde hafif bir dalgalanma yaşansa da seçim çok sıkıntılı olmadan yapılmıştı. Keza Demokrat Partinin 1950 seçim zaferinin doğal sonucu Celal Bayar'ın köşke çıkışı da gayet normal bir seyir izlemişti.Her ne kadar seçim sonucu için 1.ordu komutanı org. Noyan İsmet İnönü'ye gönderdiği haberde " paşam, seçimleri kömünistlerin hile karıştırdığı iddiasıyla iptal edebiliriz.." demişse de, İsmet Paşa bu teklifi "Milli irade nasıl tecelli etmişse,buna en başta kendisinin ve bütün devlet kurumlarının saygı göstermesi gerektiğinin bir defa daha bilinmesini istiyorum.." ifadeleriyle reddetmiştir.

Bu diyalogları buraya almamın nedeni; Milli iradeye karşı hazımsızlığın boyutunu göstermek içindir. Çünkü 1950 seçimlerinde DP 420 CHP ise 63 milletvekili çıkarmıştı. T.C.üçüncü cumhurbaşkanını işte bu şekilde köşke çıkarıyordu. Bundan sonraki dönemler için aynı ya da benzer şeyleri söylemek mümkün olmadı ne yazık.

Celal Bayar 1960 darbesiyle görevden alınır ve tutuklanır. Darbe lideri yapılan Cemal Gürsel, darbeyi gerçekleştiren 38 kişilik cuntanın onayıyla devlet başkanı olur.(devlet başkanlığı ifadesi meclisin kapatıldığı 1980 darbesinde de kullanılmıştır) 26 Ekim 1961 tarihinde Cumhurbaşkanlığı için seçim yapılacaktır. Seçim öncesi "demokrasinin bir sandık meselesi değil, zihniyet meselesi olduğunu, fert ve cemiyetçe demokrasi zihniyetini benimsememiş memleketlerde bu rejimin yerleşip kökleşemeyceğini" "demokrasi yolunda" adlı eserinde anlatan Samsun senatörü Ord Prof. Ali Fuat Başgil ' de adaydır. Metin Toker'in naklettiğine göre "Ali Fuat hoca Başbakanlığa çağrılır. ikisi de birer general ve bakan olan Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay tarafından cumhurbaşkanlığı hevesinden vazgeçmesi gereği kendisine pek demokratik olmasa da gayet inandırıcı bir şekilde anlatılır (!)" Bu tehdit üzerine hemen pes etmeyen hoca siyasi parti liderleriyle görüşmeler yapmaya çalışa da, Parti liderleri SKB'nin (silahlı kuvvetler birliği/cunta) genel seçim sonuçlarını dahi kabul etmeyeceği tehdit ve korkusundan ötürü kendisine destek veremediler. Bunun üzerine adaylıktan çekilmekle yetinmeyen Ali Fuat hoca senatörlükten de istifa etmiş ve yurt dışına çıkmıştır.

Cemal Gürsel 24 Ekim günü siyasi parti liderlerini Çankaya Köşkü'nde toplantıya çağırır. Gürsel SKB tarafından kendisine iletilen istekleri tam bir muhtıra formatında anlatır. İstekler kabul edilmezse SKB seçim sonuçlarını kabul etmeyecekti. En önemli istek te tabii ki Gürsel'in Cumhurbaşkanı olmasıydı.

Sonuç olarak SKB'nin dayattığı şartları ve Cemal Gürselin Cumhurbaşkanı seçilmesini öngören bir protokolü bütün parti liderlerinin imzalaması sonucu Meclis açılabildi ve asker denetiminde sivil yönetimler dönemi başlamış oldu. 1965 yılına gelindiğinde AP tek başına iktidara gelir.

Gürsel'in sağlık durumu ise iyiden iyiye bozulmuştur. Komaya giren Gürsel için doktorlardan oluşan bir heyet iş yapamaz raporu verir. Cüneyt Arcayürek bu olayı anlatırken şunları kaydeder. Demirel önüne konulan raporun altındaki imzaları saydı. 38 kişinin imzası vardı. 27 Mayıs İhtilali'ni de, 38 kişi yapmıştı. Bir yazgının belirmesi miydi bu koşutluk?... 'çok trajik bir sonuç' dedi kendi kendine, Demirel. "38 kişiyle Çankaya'daki adamı indirmiş, 38 kişiyle Çankaya'ya çıkmıştı. Dönemini tamamlayamadan, 38 imzalı bir raporla görevden ayrılıyordu." Demirel, yazgıya inanıyordu" Gürsel'den sonra kim seçilecekti?

İdam sehpalı 1960 darbesinin olumsuz siyasi ikliminin egemen olduğuna inandığını düşündüğümüz Demirel, bir iyi niyet diyeti vermesi ve darbe refleksi baskın görünen o günkü askeri yapıyla iyi geçinmenin gerektiğine inanmış olmalı ki Cevdet Sunay'ı tercih etti. Bu kararıyla da Türkiye'yi tam çeyrek asır bekletmişti sivil bir cumhurbaşkanı için.

Sonuçta 15 Mart 1966'da üniformasını çıkarıp kontenjan senatörü olan Sunay paşa,28 Mart'ta TBMM'de yapılan oylamayla Türkiye'nin 5.cumhurbaşkanı seçildi. Oysa ne pahasına olursa olsun cesaretini gösterip başarı sağlasaydı sonradan gelen üç darbeyi de önlemiş olacaktı. Nitekim gösterdiği iyi niyet işe yaramamış, köşke çıkmasını sağladığı Sunay'ın elinden 1971 yılında muhtırayı tebellüğ etmek zorunda kalmıştır.

Dönemin Genel kurmay başkanı Memduh Tağmaç gerekçe sunarken "sosyal uyanış,ekonomik gelişmenin önüne geçmiştir" gibi abuk bir tez ortaya atıyordu.Bu gün bu sözlere hepimiz acı acı gülüyoruz. Çünkü Türkiye'nin aşılması gereken en büyük sorunlarından biri sosyal yönden gelişememizdir. 1971 darbesinde Kara Kuvvetleri Komutanı olan Org. Faruk Gürler altı aydır Genelkurmay Başkanı idi. O da doğal olarak Gürsel ve Sunay'dan sonra kendisini köşk için en uygun aday olarak görüyordu. Genelkurmay Başkanlığı'ndan istifa eden Gürler, Cumhurbaşkanı Sunay tarafından senatör olarak seçilir. Bu yolla adaylık için yasal prosedür de tamamlanmış olur.

Siyasiler üzerine çok ciddi baskı uygulanmaya başlar, çünkü darbe süreci şartları hakim di. Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan'ın evine siyasiler davet edilir. Kendilerine kesin bir dille Gürler'e oy vermeleri istenir. Ordu üst kademesinden Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, Kara Kuvvetleri Komutanı Eşref Akıncı ve Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Turgut Sunalp bu toplantıda bulunan isimlerdir. Hatta  Sunalp paşa Gürler'in seçilmemesi halinde "hepinizi toplarız" tehdidini de savurur bu toplantıda. 13 Mart 1973 günü geldiğinde meclisin dinleyici locaları başta Genelkurmay Başkanı Semih Sancar olmak üzere yüksek rütbeli subaylar tarafından doldurulmuştu. (tam 52 generalin mecliste olduğu söylenir, hatta Sn. Ecevit'in tanıdığı bir general tarafından ölümle tehdit edildiği de söylenir) Gürler'in seçilmesi kesin diye düşünülüyordu. Ama beklenen olmadı. AP ve CHP iki yıl önce demokrasiyi süngüleyenlerden rövanşı almakta kararlıydı. Darbeci Gürler'e oy vereceğini söyleyen Milletvekilleri oylamada aksi yönde hareket edince AP nin asker kökenli adayı Tekin Arıburun , Gürler'e büyük fark atmıştı. Yenilgiye uğrayan Gürler adaylıktan çekildi. AP ve CHP'liler silahlı baskıya karşı tam bir direniş göstermişlerdi. Ecevit'i ertesi gün Genelkurmay'a çağrılır. Eşiyle vedalaşır/helalleşir ve gider. Fakat Org. Sancar'dan hiç de beklemediği şu cümleleri duymuştu: "Meclis çok şahsiyetli davranmıştır. Biz cumhurbaşkanlığı seçiminden elimizi çekiyoruz. İstediğinizi seçin." Faruk Gürler için, yaşanan bu olayın kendisini çok etkilediği ve bu yüzden hastalanıp 1975 yılında vefat ettiğini söyleyenler de olmuştur. Cumhurbaşkanlığı seçimi, harareti yüksek bir krize dönüşmüştü. Sunay'ın görev süresinin bir yıl uzatılması için verilen anayasa değişikliği teklifi de mecliste bir oy farkla reddedildi. 
     
Demirel Sunay'ın görev süresinin uzatılması konusunda ilk başta şunları söylüyordu: "Cumhurbaşkanlarının görev sürelerinin uzatılması konusunda bir kez kapı aralandığı taktirde bunun ardı arkası gelmez. Türkiye'nin yeni bir Cumhurbaşkanı seçemeyecek bir ülke olduğunu kabûl edemeyiz Cumhurbaşkanlığı'na lâyık olan her kimse onu bugün seçebiliriz.' İnönü ise çok daha net konuşmuştu "Bunu yapamayız. Görev süresini dolduran bir kimse görevi bırakıp gitmeyi bilirse görevini şerefli bir biçimde yerine getirmiş olur.." Sunay'ın görev süresi uzatılamayınca, AP ve CHP bu sefer Anayasa mahkemesi başkanı Muhittin Taylan üzerinde anlaştılar. Ama Sunay Taylan'ı senatör atamayı kabul etmedi (Bana garip gelen bir rastlantıdır. Meclisin tasfiye edilmediği darbe süreçlerinde Anayasa Mahkemesi başkanlarının Cumhurbaşkanlığı için düşünülmesidir.1971 darbesinde Taylan,1997 darbesinde Sezer. Bir diğer rastlantı da Meclisin tatil edilmediği darbelerden sonraki genel seçimlerde Bülent Ecevit'in yıldızının parlamasıdır.1973 ve 1999 seçimlerinde Sn. Ecevit birinci parti olarak çıkmıştır.)

Son olarak AP ve CHP yine eski bir asker olan ve daha sonra büyük elçilikte yapmış olan 70 yaşındaki Fahri Korutürk üzerinde anlaştılar. Mecliste yapılan 15 tur oylama sonunda 6 Nisan 1973 tarihinde Korutürk'ün seçilmesiyle 12 mart askeri rejimi de fiilen bitirilebildi.(Korutürk'ün yaşını yazmamın nedeni, seçildiğinde en yaşlı Cumhurbaşkanı olduğu içindir. En genç seçilen Cumhurbaşkanımız ise Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk 42 yaşında cumhurbaşkanı seçilmiştir)

1980 yılına gelindiğinde Demirel azınlık hükümetinin başbakanıdır. Yılbaşında askerler Fahri Korutürk'e bir mektup verirler. Bu mektup muhtıra niteliğindedir. Ülkede 1971 darbesinin getirdiği parçalı bulutlu yapı bir başka ifadeyle siyasetteki kırılma ve parçalanma sonucu kaybolan istikrar, yapılan iki genel seçimle giderilememiştir. Nisan ayına gelindiğinde Korutürk'ün görev süresi dolar. Senato başkanı İhsan Sabri Çağlayangil 06 Nisan 1980 tarihinden 12 Eylül 1980 tarihine kadar Cumhurbaşkanlığına vekalet eder. Cumhuriyet döneminde köşk için en uzun süreli vekalet dönemidir. Tabii ki bu süre içerisinde Cumhurbaşkanı seçilememiştir. Cumhurbaşkanı seçilemeyişi ile ilgili Evren'in beyanatları ve yılbaşında verilen mektup her ne kadar "aura" niteliğinde olsa da epilepsi krizi önlenememiş, 12 eylül de Türk demokrasisi üçüncü kez dipçiklenmiştir.

Darbe lideri Kenan Evren'de 1982 anayasasının aşağıdaki geçici birinci maddesi ile cumhurbaşkanı seçilir. " Anayasanın, halkoylaması sonucu, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olarak kabul edildiğinin usulünce ilânı ile birlikte, halkoylaması tarihindeki Millî Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanı, Cumhurbaşkanı sıfatını kazanarak, yedi yıllık bir dönem için, Anayasa ile Cumhurbaşkanına tanınan görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır.." Bu arada 1961 anayasası %65 gibi bir kabul gördüğü için olsa gerek, katılımın yüksek olmasını sağlamak amacıyla 1982 anayasasına eklenen geçici 16.maddeyi de hatırlatmakta yarar var. "Anayasanın halkoylamasına ilişkin oy verme kütüğünde ve sandık listesinde kaydı ve oy kullanma yeterliği bulunduğu halde hukukî veya fiilî herhangi bir mazereti olmaksızın halkoylamasına katılmayanlar, Anayasanın halkoylamasını takip eden beş yıl içinde yapılacak genel ve ara seçimleri ile mahallî seçimlere ve diğer halkoylamalarına katılamazlar, seçimlerde aday olamazlar." Bir şey daha hatırlatmakta yarar var.

1982 halkoylamasına belirli bir süre kala anayasa hakkında basına eleştiri niteliğinde yazı yazma yasağı getirilmiştir. Hatta ret oyları için mavi pusula düşünülmüştü. Maviyi yazmak, çizmek haber yapmak yasaktı çünkü anayasaya hayır kapsamında bir eylem yapmış olurdunuz. Bu gün cumhurbaşkanını halk seçsin tezine karşı birileri çıkıp 1982 yılında üstelik  %92 kabul oyuyla seçtik diyebilir. Çünkü halkoyu ile seçilen tek cumhurbaşkanımız Sn. Kenan Evren'dir.

Gerçi karşısında rakip yoktu ve anayasa oylanıyordu, eğer karşısına rakip çıkmasına izin verilseydi tabii ki bu sonuç çıkmazdı. Görev süresinin son günlerinde kendisiyle yapılan bir TV söyleşisinde "geriye dönüp baktığınızda keşke dediğiniz, pişmanlık duyduğunuz bir olay varmı" sorusuna kendi seçiminin anayasa ile oylanmasının ezikliğini yaşadığı gibi bir itirafı olmuştu. (Bu dönemde ortaya çıkan halk seçsin tezine karşı işin doğrusunu da hatırlatmakta yarar ver sanırım. Halk oyuyla cumhurbaşkanı seçilmez, Halk oyuyla Başkan seçilir. O zaman da sistemin adı başkanlık sistemi olur)

Çok uzun bir sürecin sonunda kısaca 29 yıl sonra Sivil Cumhurbaşkanları dönemiyle tanışma fırsatımız oldu. Ne yazık ki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde meşruiyet tartışmaları 1989'da Özal'ın Cumhurbaşkanı seçilmesi sırasında da yaşandı. Org. Kenan Evren'in görev süresinin 1989'da dolması üzerine Başbakan Özal adaylığını ilan etti. ANAP 1987 seçimlerinde yüzde 36 oy almıştı. Tek başına iktidardı, 1989 yerel seçimlerinde ise ANAP'ın oy oranı yüzde 21.75'e düşmüştü. DYP lideri Demirel ve SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, Özal'ın Cumhurbaşkanlığı'nın meşru olmadığı tartışmasını başlattı. Demirel Cumhurbaşkanı Özal'ın Çankaya'daki davetlerine katılmadı. Bu iki lider (Demirel ve İnönü) daha da ileri giderek;1991 seçimleri kampanyasında Özal'ı Köşk'ten indireceklerini de ilan ettiler.

Bu bir seçim propagandası mı? yoksa gerçeklik payı olan makul bir gerekçesi varmıydı? Gösterdikleri gerekçe:89 yerel seçimlerinde ANAP ın oy oranının %21.75'e inmiş olmasıydı. Oysa Cumhurbaşkanını yerel yöneticiler değil, TBMM seçiyordu ve mecliste bulunan Milletvekilleri de 5 yıllığına seçilmişlerdi. Nitekim 1991 seçimlerinde DYP ancak %27 ile birinci parti olurken az bir farkla %24 oyla ANAP'ta ikinci parti olmuş ve 89 yerel seçimlerine göre oyunu artırmıştı. Ama gereksiz bir şekilde ortam gerilmiş ve tartışma alevlenmişti. Sonuçta Merhum Özal 263 oyla Yıllar sonra sivil cumhurbaşkanı seçilmişti. Doğrusunu ararsanız bu tip tartışmalar toplumun yararına olan tartışmalar değildir, sadece demagoji yapılan tartışmalardır. Genellikle de istikrarsızlığı istikrar edinmiş ülkelerde görülen garipliklerdir. Dünyanın diğer ülkelerinde de seçmenin tamamı sandığa gitmez. Hatta ABD'de bir dönem TV reklamlarıyla seçmen sandığa çağırılmıştır. Ama o ülkelerde bu tip tartışmalar yaşanmıyor.

Bu gün Sn. Demirel'in yaptığı benzer bir iddia da Ak Parti'nin Cumhurbaşkanlığı seçiminde etkin olmasını önlemeye yönelik benzer bir demagojidir.Genel seçmen sayısıyla Ak Parti'nin aldığı net oyları kıyaslayarak aslında Ak Parti'nin oyu %35 değil %26 dır gibi komik bir hesabın içine girmesidir. Eğer genel seçmen sayısı ve alınan parti oyunu kıyaslama yaparsak DYP'nin 1991'de aldığı oy %27 den %22 ye iner. Çünkü 30 milyona yakın seçmen vardı. DYP 6 milyon 6 yüz bin oy almıştı. Ayrıca AP 1965 seçimlerinde tek başına iktidara geldiğinde seçime katılma oranı %71.3 olarak 1969 seçimlerinde de %64.3 olarak gerçekleşmişti.3.kasım 2002 de ise seçilme katılma oranı %79 dur.

Merhum Özal'ın 1993 yılında beklenmedik ölümü üzerine, Sn. Demirel %27 oy almış bir partinin lideri olarak ancak koalisyon ortağı SHP'nin desteğiyle cumhurbaşkanı seçilmiştir. Özal'ın 263 oyla, Demirel'in ise 244 oyla Cumhurbaşkanı seçilmesini kendisine hatırlatan gazetecilere, Demirel: "263 oyla seçilen birinci sınıf Cumhurbaşkanı, 244 oyla seçilen ikinci sınıf Cumhurbaşkanı olur diye düşünürseniz, bu yanlıştır. Anayasa'daki hükümler çerçevesinde seçilen herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı'dır" diyordu. Bu sözler çok doğru sözlerdir. Ama bu sözler sadece 1993 yılında kendisinin seçildiği dönem için geçerli olmamalı. Aynı şekilde Sunay'ın görev süresinin uzatılmasına karşı çıkarken, kendisi için süre uzatımı söz konusu olduğunda da karşı çıkmalıydı.

Demirel'den sonra mevcut Cumhurbaşkanı A.Necdet Sezer Anayasa Mahkemesi Başkanlığından, Çankaya'ya çıkmıştır. Sezer Anayasa Mahkemesinde %10 seçim barajı için açılan davada ret kararı verirken, şimdi barajın düşürülmesini istemektedir. Cumhurbaşkanlığı makamının yetkilerinin azaltılmasını isterken, şimdi bu yetkilerini hükümetle ters düşecek şekilde kullanmaktadır. Sınırsız ifade özgürlüğünü savunmuş, dil yasağının kaldırılmasını istemiş, 12 Eylül Anayasası'na karşı çıkmış, Yüksek Askeri Şura kararlarına yargı denetiminden yana tavır koymuş, savaş hali bahane edilerek özgürlüklerin askıya alınamayacağını söylemişti. Şimdilerde özgürlüklerin kısıtlanabileceğinden söz etmektedir. Eski Yargıtay Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk'un ifadesine göre; Sn. Sezer 29 Nisan 1999 tarihinde yaptığı özgürlükçü konuşmasında "metni kendisi yazmadığı için kıraat ettiğini, tilavet etmediğini söylemiştir" özetle demokrat kişi demokrasiyi özümseyen kişidir. Demokrasiyi özümsemeden yapılan konuşmalar kıraat mesabesinde kalır. hatta Selçuk'a göre Sezer'in seçilmesinde ilk tur oylama başlamadan önce istifa etmediği için hukuken usulsüzlük bile vardır.

İşte bu deneyimler sonrasında on birinci Cumhurbaşkanımızı seçeceğiz. Seçimde Ak Parti etkinliğini ne pahasına olursa olsun engellemek için, estirilen hava, oluşturulan sanal bir cepheleşme ve gerginlik ülkemize ne kazandırabilir. Türk demokrasisine hiçbir şey kazandırmayacağı gibi, ülkemizin enerjisini boşa harcama, demokratik gelişimine fren olma gayretlerinden başka bir sonuç vermez.

Bu ve benzer tartışmalar, soğuk savaş döneminin alışkanlıklarıdır. Hala soğuk savaş döneminde geçerli olan alarmlar verildiğine de tanık oluyoruz. Artık toplum olarak, aklı başında insanlar olarak yanlış alarm peşinde koşarak zaman harcamamalıyız. Türkiye'de her dönem hayali Temel Reis ve Kabasakal kurgulamalarıyla bir yere varılamayacağını herkes gördü. Ülkemize devamlı olarak kaybettiren bu çirkin siyaset tarzının da son kullanma tarihi geçmiştir.

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.