Haberin yayım tarihi
2010-06-14
Haberin bulunduğu kategoriler

Atayurdu Özbekistan'dan Gezi Notları...

Emekli Din Dersi Ögretmeni Hasan Sertkaya'dan Gezi Notları..

Nereden geliyorum? Orta Asya'dan, yok yok biraz beriden, Özbekistan'dan geliyorum.
11 nisan 2010 tarihinde, eğitimci ve akademisyen bir grupla İstanbul'dan hareket ettik.
Yerel saatle 08.00 civarında Taşkent Hava Limanı'ndan Grand Mir adlı otelimize yerlesip biraz istirahat ettikten sonra turumuza basladık. Rehberimiz Fethullah Gülen okulundan mezun olan ve beş dil bilen Mansur Buhari idi.

İlk ziyaret yerimiz Emir Timur'un muhtesem heykeline selam vermeye giderken şoke olduğum hal; caddelerin bu kadar genis, temiz ve çiçeklerle donatılmıs olmasıydı. Daha sonra Ekim 1966 saat 05,23'de 8,1 ölçeğinde meydana gelen deprem noktasında; depreme "DUR GELME" yi ifade eden heykeli görüyoruz. Bu buyuk depremde yalnız dört kişi hayatını kaybetmiş. Ardından çok güzel Özbek mozaik ve çini sanatı ile dekore edilmiş metroda kısa bir turun ardından, vaktiyle, 33 metre yüksekliginde Lenin'in heykeli bulunan Hürriyet Meydanı'na geliyoruz. Bilahare Parlemento Binası ve Baskanlik Sarayı'ndan sonra Kaffal Sasi ve Zengi Ata türbelerini ziyaret ediyoruz. Özbekistan Diyanet İşleri Başkanlığı'ndaki, Hz. Osman'ın okurken şehit edildiği, üzerinde hala Hz. Osman'ın kan damlasının bulundugu Kuran-ı Kerim'i gorüyoruz. Maalesef fotoğraf çekmek yasak oldugu için hiç bir gorüntü alamıyoruz. Aksam yemeğini canlı Özbek müziği eşliğinde harika bir restoranda yiyerek erkenden otelimize dönüyoruz. Zira yarın sabah erkenden, kahvaltı sonrasi Unesco dunya mirası listesinde bulunan HIVA'ya hareket için 1,5 saatlik Urgenç'e hava yolculugumuz var.

Geldiğimiz topraklar: köklerimiz

Biraz tarih: İki nehir arası Maveraünnehir coğrafyasına çeşitli zamanlarda çesitli uluslar akınlar yapmışlardır. İslamın ilk asrında Emevilerin zulmünden kaçanlar oraya sığınmışlardır. İslamın buraya ilk gelişi Peygamberimizin halasının oğlu Abdullah bin Amir'in akınıyla olmuştur (650). 665'de Hakem bin el Gifari , 674'de Ubeydullah bin Ziyad'in öncü birliklerinin baskınından sonar, 676'da Said Bin Osman'ın aristokrat ailelerin çocuklarını Medine'ye göndermesi ve Said bin Osman'ın halka mulayim davranması, oraya yerleşmesini kolaylaştırır. Kusem bin Abbas şehit olur, defn edilir ve "Sahi Zinde" adıyla meşhur olur. Said bin Abbas'ın aristokrat ailelerin çocuklarını Medine'ye göndermesi çevrede hoş karşılanır ve İslama girmeyi hızlandırır. Said bin Osman'la başlayan fetih hareketi 705 ve 715 yılları arasında Kuteybe bin Muslim zamaninda devam ettirilemedi.
 
Emevi halifesi Ömer bin Abdulaziz zamanına kadar akınlar hep Arap müslümanlarınca yurutuldu. Emevilerle Hasimiler arasındaki mücadele buradan dikkatle takip edilmiş; Amuderya'nın karşı yakasındaki fitne ve fesada karsılık bu bölgede Ehli Beyt'e mensup zevatın ve taraftarlarının mevcudiyeti ehli sunnetin daha iyi kavranmasına ve canlanmasına imkan sağlamıstır. Emevilerin kaçanlara ve mihne olayından kurtulanlara maveraunnehir bir kurtuluş mekanı olmuştur.
 
Bölge tam olmasa da yine de yerleşik halde idi. Inançlara karışılmadığı için Bizans zulmünden kaçan Nasturiler ve Yahudiler bile kurtuluşu bu topraklarda bulmuşlar.

Ayrıca Çin'den gelen 'Ipekyolu' bu topraklardan geçiyordu. Onun icin bölgenin sükunete ihtiyaci vardı. Ayrıca İslami seçenlerden vergi de alınmayacaktı. Ustelik bölgenin yerel yonetici kadrosu istikrar arıyordu. Bölgedeki Turgis devletinin yıkılması ile İslami fetih tamamlanmiş oldu. 751'de Abbasilerin yeni ordusu Türklerin de yardımı ile TALAS zaferini kazanarak Çinlileri tekrar doğuya sürdü.

Sekizinci asırda Islamin genişlemesi ipek yolunu canlandırdığı gibi tasavvuf ehlinin yayılması ve çoğalmasi da bölgeye muthiş bir hareketlilik getirdi.

Dokuzuncu asırda ise bilim ve sanat dalındaki gelişmeler gelecek asırlara etki yapacak bir gelisme kaydetti: Sonuç olarak, onuncu asırda Karahanlılar İslamlastı, Amuderya'nın güneyinde Gazneliler, Karahanlıları yıkan Samaniler ile anlaşarak Ceyhun nehrini sinir kabul ettiler.

Bu sirada Batıya göçe başlayan Selçuk beyin halkinin bir kısmı İran'ın kuzeyine yerleşirken bir kısmı Batıya, yani Anadolu'ya geçti. Karahanlılar bu göçe ses çıkarmazken Gazneliler razı olmadılar, aralarında baslayan Dandanakan Savaşı'nı (1040) Selçuklular kazandı. Yurtlarına döndüklerinde Batıya geçişlerine ses çıkarmayan Karahanlıların direnişi ile karşılaştılar, ardından Karahitaylar'a karşı mağlup oldular. Büyük Selçuklu İmparatorluğu bu şekilde son buldu. Büyük göçün son bulmasıyla 'İslamin ilerleyişi durdu' seklinde anlaşıldı ve bir karışıklık doğdu.

Ardından Harzemşahlar 13cü asra kadar varlıklarını devam ettirdiler. 500 bin kişilik bir ordu besleyen devlet, Cengiz Han ordusuna karşı direnemedi. Çünkü hükümdar, ülkesinden ziyade Bağdat'taki İslam halifesi ile uğraşmaktaydı. Gönderdiği ordu yağmur, kar fırtınası altında perişan olurken,  annesi Terken Hatun, mursidi Mecduddin-i Bağdadi'yi öldürtür. Hem hükümdar hem annesi halkın nefretine sebeb olurlar. Halk vergi altında ezilirken hükümdar siyasi ve idari şaşkınlık içinde, annesi ise eglence içinde vakit geçirmekte ve oğlunun şaşkınlığına çare aramaktan uzaktır. Devlet kurumları çürümüş, vezirler servet peşinde koşarken, ordu yağma ve çapulculukla meşguldür. Ustelik komşu Nayman Han hristiyan iken Budistliğe geçmiş , bölgede namaz ve ezan yasaklanmış, Cengiz Han'ın ayak sesleri duyulmuştur. Muhammed Harsemşah han ülkesini korumak için tedbir alacak yerde vatandaşlarına hendek kazdirir, ardından da 'bu nasıl hendek, Cengiz'in askerleri bu hendeği kırbaçları ile doldurur" diye onları azarlar. Ve 'Cengiz geliyor size akıl veriyorum , çöllere çekilin, onlar gittikten sonra evlerinize dönersiniz" der. Bir yandan da Moğol uyruklu 450 müslüman tüccar Harzemşahların Otrar valisi tarafından mazeretsiz öldürülür mallarına el konur. Özür dileme isteğine gelen Cengiz Han'ın elçisine hem özür dilenmez hem de hakaret edilir. Artık bu son damladır. Cengiz Han dayanamaz ve 1219'da Harzem topraklarına girer. 500 bin kişilik Harzem ordusu100 bin kişilik orduya dayanamaz ve ulkede katliam baslar. 300 bin ile 500 bin arasında rakam verilir. Sağ kalan olmuştur zannıyle bütün başlar kesilir. Terken hatun torun ve kızlarıyle Cengiz Han'ın Karakum'daki sarayına götürülüp sakilik yaptırılır. Yemek artıklarıyle karın doyurmaya calışarak 1233'de sefalet içinde olur. Oğlu Muhammed Harzemşah ise bir kac adamı ile bir adaya sığınır, eski debdebeli günlerini anarak 1220'de perişanlık içinde vefat eder. Kudret sahibi ne guzel söylemiştir, "Yer yüzunu geziniz, gorunuz, zalimleri (hainlerin, kafirlerin) hali nice olmustur." Kader hukmunu icra etmistir. Bu Cengiz Han'ın birinci istila hareketidir, Buhara, Semerkand ve Tirmiz tahrip edilir, 1258'de ikinci istilada ise oğlu Hulagü tarafından Bağdat İslam Halifeliği tarihten silinir. Kütübhanelerdeki yüz binlerce kitab Dicle nehrine atılır (22 yil once de İspanya-Endulus'teki Kurtuba sehri işgal edilmiş, bütün ilmi eserler ve medeniyet isaretleri yok edilmistir). Bu arada150 yildir bölgede dehşet saçan terörist Hasan Sabbah Batini hareketi de ortadan kaldırılmış, sığındıkları Alamut Kalesi yıkılmıştır.

Sonraki devirlerde kurulan Hiva Hanlığı 58 hükümdar gormus, en fazla 47 yıl ile Muhammed Rahim Han iktidarda kalmış, 1873'te Ruslar Harizm'i işgal ederek bu hanlığa son vermişlerdir.

Ata yurdumuzdaki gezip gördügümuz yerler:

Açık hava muzesi: HIVA
12 Nisan pazar gunu kahvaltimizdan hemen sonra, Hiva icin Urgenc ucagina biniyoruz, rahat bir yolculuktan sonra Urgenç'e varıyoruz. Otelimize yerleştikten sonra Hiva'ya hareket ediyoruz. Urgenc'in temiz ve geniş caddeli oldugunu ifade etmeliyim. Unesco'nun koruması altındaki kaleden içeri girdiğimizde tarihi doku ve koku bizleri sarmalıyor. Buradaki camiler ve minarelerin hepsi çini ile kaplanmis, cicek motifli ve ucgen seklin hakimiyeti var. Bunun ifadesi "iyi dusun, iyi davran, iyi konuş" demekmiş. İdare merkezi, kabul avlusu, kış ve yaz camisi, imalathane ve vezirler bölümünden ibaret olan Künye arkını ziyaretten sonra Pehluvan Mahmut Turbesi'ne geliyoruz. Derici olan pehlivan Hindistan'da arkadaslarını kurtararak getirir. Halkı arasında onun ayrı bir mevkii var, hikmetli sözleri az çok anlayacağımız şekilde duvarlara asılmış. Bir kaç sözünü hemen not etmistim: "300 dağı devirmek kolay, gönül kanı ile gök yüzünü boyamak kolay, bir asır zindanda yatmak kolay, ama bir dakika bile olsa aptalla konuşmak zor", yine; "Zamanında cok sıkıntılar gordum, her ne mesakkat varsa hepsini gördüm. Nuh, bin yılda bir tufan gördü, ben Nuh degilim, bir yılda bin tufan gördüm" Ve "Gitme cagrılmadığın sofraya, el uzatma gururun duşer, başkalarının aşına koşma, kuru ekmek ve soguk su daha lezzetlidir."

Hükümdarın seyir kulesinden şehri seyretmek ayrı bir duygu, sanki on asır öncesine gidiyorsunuz. Tarih ve balçıklı evler kişiyi çok eskilere götürüyor. Mave'nin hakim olduğu bir cadde'de yürüyerek Cuma Camii'ne geliyoruz. Mihrabin iki tarafinda duvarin icine uc tarafta da pencereler acilmis. Caminin içinde ceviz ile karaağaçtan yapılmış oymalı 218 sütün var. Sütun ile taş arasına deve tüyü konmuş, bu şekilde rutubeti önlemişler.

Önemli yerlerden Sirgaze Han Medresesi, Allahkulu Han Kompleksi, Hoca-İslam Minaresi ve Camii, Allahkulu Han Turbesi, İcan Kale duvarını gördükten sonra diğer guzellikleri geride bırakarak çıkıyoruz. Çıkışta El Biruni'nin oturmuş şekildeki heykeli onunde fotoğraf çektiriyoruz. 973'de Kas'da doğan El Biruni, 17-18 yaşlarında iken enlem-boylam hesapları yapar. Sultan Mahmud'un göz hapsinden Gazne'nin enlem ve boylamını ölçtükten sonra kurtulur. Sultan Mesud zamanında Hindistan'a giderek Sankstrikçe'yi öğrenip "Kanun" isimli kitabını yazarak Sultan Mesud'a ithaf eder. Son eseri tıp ve eczacılık uzerine "Kitab-ı Sayfa"dir. 80 yaşında iken yazdigi bu kitabından Nil nehrine ve Hindistana gidildiği anlasiliyor.

Uzun bir yolculuk: Kızıl Kum Cölü'nu aşarak Buhara

Ertesi gün 480 km'lik yola çıkıyoruz. Kızıl Kum'u geçerek Buhara'ya geleceğiz. 48 kişilik bir otobüste, toplam 15 kişi ile fazla sıkıntilı olmayan bir yolculuk yapıyor, gerçekten derya gibi görünen Amuderya'nın resmini çekiyor, yol uzerinde bir köy evinde Alman ve Japon turistlerle öğle yemeğini yiyoruz. Gece geç saatlerde Buhara'daki otelimize yerleşiyoruz.

Ilık bir bahar sabahı Buhara'da uyanmak harika bir duygu idi. Buhara 2500 yıllık bir şehir. Kurulduğundan 1920 yılına kadar aynı yerde kalmıs. Şehirde 997 tane tarihi eser var ve 13 km.lik surlarında 11 kapı mevcut. Son emir Seyit Ali Han'in yaptirdigi sarayin insaati 1911'de baslamis, 1917'de bitmis. Saray, etlerin bozulmadigi, sehrin 4 km. disindaki ozel bir yere insa edilmis. Sarayda uç avlu mevcut: malzeme için, erkekler icin, bir de harem icin. Saray aynalarla dolu, 7 yatakhanesi var, hukumdarin gece nerede kalacağı belli olmasin diye böyle bir tedbire baş vurulmuş ve odalar birbirine bağlı. Usta Ali Siirin muradı, alçı ve aynalar kullanmış. Yerdeki tek parçalik halı 300 kg. Sarayda beyaz renk hakim. Mobilya Rusya'dan, jeneratör Almanya'dan (1917). İki çin vazosu karsılıklı birbirine bakıyor. Venedik'ten getirilen aynalardan, koridorun sonundaki ayna kişi büyük görünsün diye özel olarak tam karşıya konmus. Mimarlari yahudi olan sarayın çay odasının her tarafı pencere.

Samani Türbesi Orta Asya'nın en eski tarihi eseri. 9.asırın sonunda yapılmış. Tuğlalar pişirilerek inşaa edilmiş. Zerdüştlükten İslama geçiş oldugu için, her iki kültürün de izlerini gormek mumkun. İki metre olan duvar kalınlığına 18 degisik tugla sekli verilmis. 16 sutun, 32 duvar ve kubbeden olusan turbenin etrafindaki mezarları 1930'da Ruslar kaldırmışlar.

Devrimde gübre deposu olup 1990'da ibadete açılan Barkamal Camii ve Eyüp Ceşmesi'nden sonra, Ark Kalesi'ne geliyoruz. 4.miladi asır eseri olan kalenin yüksekliği 10 metre. Zindan olan kaleyi ve idare sistemini Ruslar bombalamışlar. Kale içinde 3 camiden biri kalmış. Ayrıca kale içinde uç tane de hazine varmiş; altın, halı ve elbise hazinesi. Son emir Seyit Ali Han, Rus bombardimanindan Afganistan'a sığındıktan sonra, buradan Ruslar 10 vagon dolusu mücevherat götürmüşler.

Poikalan Medresesi: tam bir kompleks. Minare: 1127'de Karahanlı Arslan Han'ın eseri. Mescidi kalan: Büyük mescid. Miri Arap Camisi 1991'den sonra açilmiş. On metre çapında tabanı olan minare 47 metre yuksekliginde olup, 105 basamak, 16 pencere, 14 farklı desenden ibaret olup 3 fonksiyon arz eder: ezan okunur, yol rehberi olur, bir de gözetleme kulesidir. Cengiz Han buraya girdiğinde minarenin tepesini görmek için başını kaldırır ve şapkası düşer. Hikmeti var belki, medreseyi göremez. Eski camiye girdiğinde "Burası padışahın sarayı mı?" diye sorar. "Allah'ın evidir." cevabını alır. Uzun bir direnişten sonra teslim oldukları için Cengiz Han'in verdiği söze rağmen, sozunde durmayip "otları biçin, atlara verin" demesi üzerine, bütün halk kılıçtan geçirilir.

Cami, Yemen'de prens iken, tahtı bırakıp Buhara'ya gelen Ubeydullah tarafından inşaa edilmiştir. Aslı Arab olan Ubeydullah, Buhara emirinin daveti üzerine buraya gelir ve bu medreseyi kurar (1536). Medrese 1924'te kapanmasına rağmen, 1945'ten sonra tekrar tedrisata başlar. 300 ile 350 arasi yatili öğrencisi var. Türkiye'deki İmam Hatip Lisesi benzeridir.
 
Hoca Zeynettin Camii, 18nci yüzyil eseri, bir mahalle camii , önündeki açık havuz diğer havuzlara bağlı, orijinalliğini bu güne kadar muhafaza etmiş.

Bizi en çok etkileyen İmam-i Buhari'nin türbesi oldu. Buhara'ya 25 km. mesafedeki kabristana girdiğimizde her taraf yeşillik içindeydi. Sanki pazar yerini andıran ayakçı kadınların arasından geçerek iç avluya girdik. Karşımızda merhum ve mağfurun 1990'dan sonra onarılan kabri ile karşılaştık. Çok hafif yağan yağmurun altında özel, hassaten makamında bağışlanmak üzere okuduğum hatm-i şerifi kabul olur umidiyle duasını yaptım, hizmetlerini yad ettim, bıraktığı eser için Rabbimden rahmet ve mağfiret, Peygamber efendimizden sefaat niyaz ettim.

Peki kimdir Imam Buhari? Buhari hazretleri 20 Temmuz 810 tarihinde Buhara'da doğdu. Hastalıktan görmez olan gözleri annesinin duası ile sifa buldu. İlme başladı, hocasının bir yanlısını hatırlatması geleceğin parlak bir muhaddisi (hadis alimi) olacağını gösterdi.16 yaşında İbni Mubarek'in kitablarını bitirdiğinde, ezberinde 70 bin hadis bulunuyordu. Annesi ile gittiği hac'dan dönmeyerek Belh, Basra, Mısır ve Nisabur'u gezdi. Yazdığı "Sahih-i Buhari", Kuran-ı Kerim'den sonra ikinci kutsal kitab kabul edilir. Cok güçlü bir hafızaya sahip olduğunu Bağdat'ta bir imtihanda ispatladı.

Öğrenmek isteyene karşı çok cömert iken devlet adamlarına pek yaklaşmadı. Valinin çocuklarına bile özel ders vermeyi reddetti. Kimseyi taklid etmeyen Buhari, eser ve hadis tarafı ağır basan bir muctehit kabul edilir. Kimseye verilmeyen "Serif " lakabi O'na verilmişis ve hep bu unvanı ile anilmiştir.

Ahmet Yesevi (1093-1166) hocası Yusuf Hemedani'den aldığı manevi eğitimi Gucdevani'ye naklinden sonra Hacegan tarikatı doğdu,Yeseviye göçebeler arasında yayılırken Hacegan yerlesik merkezlerde, Buhara ve civarında, Farsça konuşan Tacikler arasında yayıldı, Bahauddin Nakşinin eğitim silsilesinde Hemedani, Ebu Ali daha çok Farmadi, kayın pederi Kuseyri var. Kayın pederi tasavvufi ducuceyi eleştirmesine rağmen damadı Farmadi temkinli bir tasavvuf anlayışına sahip oldu. Bu mulayim ve makul anlayiş daha çok taraftar topladı.Gucdevaniye sisileyi "makamati Yusuf Hemedani" adlı kitabında zikretti. Silsile "hafizikir" halinde Hz. Ebubekir hazretlerine ulaşmaktadır. Silsilede altıncı Caferi Sadık'ın bulunması ehli beyt muhabbetinin bir tezahurudur. Ayrıca silsilede Beyazid-ı Bestami'nin bulunması bir ruhaniyet baglantısı kabul edilir. Altıncı hicri asırda Horasan bölgesinde Selçuklular sunni geleneğe itibar ederlerken aynı bölgede Hasan Sabbah Batını hareketi terör estiriyordu.

Bölgede üç önemli tasavvuf faaliyeti vardı: 1- Cüneydi Bağdadi yolu (sahv - uyanıklık) 2- Bestami ve Harakaninin yolu, melamet yolu (ibadet için başkalarının ayıplamasını önemseme) 3- Hasan Sabbah batini yolu.

Maveraünnehir bölgesinde hicri 7ci asırda Selçuk ve Karahitay'lardan sonra Harzemşahların idaresinde Buhara ve Semerkand sunni inancın merkezi olduğundan ehli tasavvuf da buna parelel olarak bu bölgede gelişme ortamı buldu.

Bahauddun Nakşibendi:
Hz. Peygamberin soyundan geldiği soylenen Bahauddin Kasri Hinduvan Köyü'nde doğdu (1318-1389). Belçika'da muritlerine okuttuğum kendimin de iştirak ettiğim Yasin-i serifleri O'nun merkadında bağışlanmak üzere önünde diz çökerek ziyaretçilerin ve grubumun önünde kültürümüze uygun duamı tamamladım.

Medresenin diğer bölümlerini ziyaretimiz esnasında gönülden O'na bağlı olduğunu bildiğimiz merhum Reisi cumhur Turgut Özal ile İslam Kerimov'un fotoğraflarını gördük.
Zaten türbenin yapımına katkısı ve teşviki olduğunu o zaman gazetelerden okumuştuk.

Servet Kabaklı ile Halit Esendir'in bir kanalda yaptıkları Özal'ı Anma Ozel Programı"nda duyduğuma göre, Turgut Özal Servet Kabaklı'dan Nakşi'nin kabrinden toprak
almasını rica etmiş, Servet Kabaklı'nın "Aman başkanım, Allah gecinden versin" demesine rağmen "Sen al, yakında lazım olacak" demiş. Hakikaten dönüsten bir kaç gün sonra, alınan 'toprak' yerini bulmuş.

Bahaddin Nakşibendi bebek iken dedesinin mursidi Baba Muhammed Semması tarafından manevi evlad edinilerek eğitimi için Emir Kulal görevlendirildi. Uzun müddet yanında kaldığı Emir Kulalı ona tekkeye abdest suyu taşıma görevini verdi. Tarikat adabını öğrendiği bu dönemde birgün Buhara'da mezarları gezerken yakın zamanda vefat eden Semmasiden Gucdevaniye kadar ulaşan sufileri mana aleminde musahede etti, bir mana aleminde kendisine intisab ettiği Gucdevani: "Dinin emir ve yasaklarına uymasını, ruhsatlara ilgi göstermemesini, azimetlere sadık kalmasını, Hz. Peygamber ve ashabinin yolundan gitmesini" tavsiye etmiştir. Bu olaydan çok etkilenen Bahattin büyük bir değişiklik yaparak "açık" zikir halinden "hafi" zikir haline döndü.
 
Muritleri icin belli bir tarzı belirlemeyen Bahaddin, tekkede oturmayı da sevmemesinde Nisaburda'ki melamiliğin etkisi olduğunu hatırlatmaktadır. Nakşi denmesi zikri kalbte biraktığı 'iz'e bir işaret olduğu söylenmiştir. Hafi zikir onun kabulu olmasına rağmen 'nakşi' tabirini kullanmamıştır, bu tabiri ilk kullanan Molla Abdurrahman, Molla cami olmuştur.

Bahauddin Nakşibendi perhiz, devamlı ibadet yerine dinin sarih ve açık emir ve yasaklarına uymayı ister. Halvet ve semaya izin vermez, şeriatle cezbenin birleştiği bir mantık ve anlayışa sahip olması sunni toplumu kendi etrafında toplamıştır. Tarikatın prensiplerinden biri, belki de en onemlisi 'Halk içinde Hakk ile olmaktır'. Hafi zikir şekli ile Horasan tarikatlarından ayrılan Nakşiliğe, hafi zikir şeklini Hizir Aleyhiselamin telkin ve tarif ettiği kabul edilir.

Sonraki devir: Nakşi tarikatı talebelerinden dört kola ayrılarak yayılmıştır. Ancak zamanımıza kadar gelen silsile de Alaeddin Attar ve Yakup Cerhi koludur. Yakup Cerhi'nin talebesi Abedullah Ahrar kolu (ol. 1490) ile Imam-i Rabbani (ol. 1620) ve Halidi Bağdadi'dir.
Nakşilik Anadolu'ya 1404'de, Amasya'ya gelip tekke kuran Ruknettin Mahmut Buhari araciligiyla girmistir. Muridlerinden AYA dede 300 müridi ile İstanbul'un fethine iştirak etmiştir, fakat tartikatın en meşhuru Kütahya'da kurulan Ahrariye koludur.

Ahrariye Kolu: Simav'da doğan Abdullahilahudir (ol: 1491). Semerkand'a giderek Seyyid Emir Buhari'yi getirmis ve Simav'a yerleşmistir. Cem Sultan zamanında İstanbul'a gelerek Zeyrek semtindeki medreseye yerleşmis, müridleri çoğalınca Emir Ahmet Buhari'yi bırakarak Vardar Yenice kasabasına gidip oraya yerleştmis ve orada vefat edip, oraya defnedilmistir.

Farukiyye kolu: İmami Rabbani (ol: 1624) yeye ait olan bu kola Muceddidiye denir. Hz. Ömer'in soyundan geldiği kabul edilen ve "Muceddidi Sani" diye de meşhur olan İmami Rabbanidir. İmami Rabbani Cihangir Saha secde etmediği için bir müddet hapiste kaldı, sonunda mücadeleyi kazanarak ehli sunnetin yayılmasını sağladı. Muhiddini Arabinin "Vahdeti Vücut" düşüncesine karşılık "Vahdeti suhut" düşüncesini savundu. İslami akideden kıl payı ayrılmayan bir tarikat anlayışını benimsedi.

Halidiye Kolu: Halidi Bagdadi (ol:1827) Irak Süleymaniye'nin bir kasabasında doğdu. Soyu baba tarafından Hz. Osman'a, anne tarafından Hz. Ali'ye dayanmaktadır. Ona Mevlana lakabı verilmesi önemini göstermektedir. İkinci Mahmud'un Seyhulislamı Mekki Zade Mustafa efendi Onun halifesidir. Bu kolda seyyidler hayli fazladır. Halidiye kolu Anadolu'ya Seyyid Tahai'nin müritleri vasitasi ile gelmiştir. Son zamanlarda Afrika ve Amerika'ya da yayıldığı söylenmektedir. Milli Mücadeleye katılıp bir kolunu kaybeden Şeyh Muhammed Ziyaeddin bu kola mensuptur.

Çok uzaklara ve derinlere gittik, turumuza gelelim: Buhara'dayız. Büyüklerin aile mezarlarının bulunduğu Dahme-i Sahan da kurumuş, yıkılmış, 500 yıllık dut ağacına ziyaretçiler el sürüyorlar, tavaf eder gibi etrafında dönüyorlar, izin verilse belki de bizim Anadolu'da olduğu gibi bez bağlayacaklar.

 Turumuza dönelim; Kas şehrindeyiz, 700 rakımlı bu şehrin 2700 yıllık bir tarihi var, tarım ve hayvancılıgiyla biliniyor, en parlak devri TİMUR zamanıdır.

Timur: Kas'ta doğdu (1336), gencliği burada geçti. Hayatının iki dönemi vardir: 1360- 1386 ve 1386 -1402; bu dönemde üç yıllık ve beş yıllık denen savaş dönemleri oldu, kurduğu imparatorluk yüz sene sonra yerini Seybani'lere bıraktı. Bununla beraber Timur'un etkisi Hindistan Babürlülerle devam etti. Timur zalim bir hükümdar olmasına rağmen hazırladığı tüzükte İslam dininin esaslarını aldı, on iki maddellik tüzüğün ilk maddesi ulemaya ve fuzelaya ayrıldı.

Timur ehlibeyt muhibbi idi, Abdulkadir Geylani ve Ebu Hanife'nin kabirleri için vakıflar kurdu, ulemanın kabirleri zamanımıza kadar kaldı ise onun gayreti sonucudur. Zira ilim erbabı ve mutasavviflarla sohbeti çok severdi. İbni Haldun onun için "Kralların önderlerindendir" demiştir. İbni Haldun'un biraz abartılı raporuna mutevazı yaklaşmış; "Ben Mogol hanlarından sadece biriyim" demiştir. Seyyid Şerif'e çok itibar ederken aynı itibari İran'lı sair Hafız'a göstermemiştir, ama İran sanatkarlarinı Semekand'a getirerek ülkenin imarı yanında hanımı adına "Bibi Hatun"camiini onlara inşa ettirmiştir. Bazen Moğolun tahrip edici kültürüne bağlı kalmakla beraber bir ehli beyt muhibbi olarak komşu İslam devletlerini (Harizmleri, İlhanlıları, Celayirliler'i, Muzafferler'i İmparatorluğuna, İslam birliğine dahil etmiştir.
 
Timur son seferine çikarken askerini cesaretlendirmek için girdiği soğuk suyun sonucu zaturreden vefat eti ve Semerkand'a defnedildi. Yaptırdığı Aksaray'da 100 bin isçi çalistiği rivayet edilir. Son Harizmi ve İran ustalarıni getirterek sarayın yanında 70 metre yüksekliğinde bir minare yaptırdı (sonra bir başka hükümdar, Abdullah Han yarısını yıktırdı).

 Yolumuza devam ediyoruz, Semerkand'dayız, Özbekistan sehirlerinin tarihi çok derinlerde, mesela:

SEMERKAND :
712: Kuteybe bin Muslim gelmiş
770 – 780: Türk asıllı Mukanna işgal etmiş
820: Saman oğulları idaresinde
889 – 1089: Karahanlılarınidaresinde
1089 – 1130: Büyük Selcuklu imparatorluğunda
12nci asırda Karahitaylar'da
1210: Harzemşahlarda,
1219: Cengiz Han tahrib ediyor,
1220: Cağataylarin idaresinde
14 Asırda ayaklanma sonucu Moğollarlardan kurtuldu
1401'den sonraTimur ve torunu Uluğ bey zamanında en modern bir sehir karakterinde
1497: Timur'un torunlarından Hindistan'a baglı Babur Şahin idaresinde
1500 – 1576: Seybani hanedanın yönetiminde
 1740 – 1747: İran hükümdarı Nadir Şahin hakimiyetinde
1758 – 1868: Buhara emirlerinde
1868 – 1990: Rusların hakimiyetinde
1991'den sonra merkez Taşkent'e bağlı ülkenin önemli vilayetlerinden

Turumuza devam ediyoruz , Semerkand'dayız:

O zaman hükümdarlar kendilerine birpir, şeyh seçerlerdi, Mutasavvuf Semsettin Kulali de Timur'un babasının şeyhi idi. Babası vefat edince şeyhinin yanına defnedildi, bilahere Şeyh Semsettin'in kabrine "Kubbe-i Saide" adıyla başka bir kubbe yaptırıldı. Hz. Muhammed'in beldesinden gelen dört kişi buraya gömülünce burası gömülmek için oncelikli bir yer oldu.

Semerkand M.Ö. 8nci yüzyılda Afrasiyad tarafından ilk temeli bir şehir, 1200 senesine kadar aynen kalırken, Cengiz Han tarafından yaktırılıp tahrip edildi. Timur yeni bir şehir, Registan kurdu, Ruslar ise yeni bir mahalle ilave ettiler.

Registan (Kumlu Meydan demek ) meydanı Semerkand'da bir numaradır, sehrin kavşak noktasıdır. Timur zamanında ve daha sonraları her sefere çıkış ve sefer dönüşü burada kutlanırdı. Meydanın sol tarafındaki Uluğ Bey Medresesi 1422'de inşa edildi, meydanın en büyük ve güzel olan eseridir, karşı taraftaki kapısındaki arslandan dolayı Sirdari medresesi denmiştir. Şimdi altın işleri mekanıdır. Tilla kari medresesini, Bibi Hatun medresesini, Uluğ bey Rasathanesi'ni ve Gor-i Emir türbesini ziyaret ediyoruz.

Hz. Abbas oğlu Abdullah'ın oğlu Kusem cihat icin buraya gelir, şehit olur ve buraya defnedilir. Zamanla genişler ,vuzera ve ulemadan buraya gomulmek isteyenlerle kabristan buyur. Hakikaten vekil, alim olduklarını gösteren resimleri mezar taslarından belli.

Uluğ Bey Timurun torunudur. Savaş adamı değil ilim adamıdır, arastırma alanı yıldızlardır. Medresesinde 50 oda ve 200 burslu oğrenci vardı, medreseye iki taraftan girilebilir, cami ise medresenin sonuna inşa edilmiştir. Uluğ Bey 1449'da oğlu tarafından öldürünce yaptıklarını dine aykırı diye yıkmak istemişler, fakat oğlu ancak uç ay iktidarda kalınca yıkımdan vaz geçmiştir. Medrese depremde çok zarar görmüş ve biraz yana yatmıştır. 1932 Rus mimar minareyi kısmen düzeltmiştir, onarımlar hala devam etmektedir.
 
Sirdari Medresesi 1619 - 1636 yılları arasinda inşa edildi, Bibi Hatun Medresesi ise Timur tarafından yaptırılıyor. Timur 1399'da Hint Seferinden dönerken 99 fil getirir ve Bayram namazı için bir cami yaptırmaya karar verir. Ülkenin bütün ustaları toplanır ve cami beş yılda bitirilir. Medresenin aslı Cuma camisidir, Aksaray'dan sonra Timur'un ikinci buyuk projesidir. Bayram namazlari burada kılınırken Hz. Osman'a ait Kur'an-i Kerim çıkarılır, taştan özel yapılmış rahleye konarak okunurmuş, yukarda biraz bahsedilen bu Kur'an-i Kerim Hz. Ebu Bekir zamanında Zeyd bin Sabit başkanlığında yazılıp sonra çogaltılarak kiraat birliğini sağlamak amaciyla ülkenin belirli yerlerine birer adet gönderilirken, bir adedi de Medine'de devlet başkanı olması dolayısıyle Hz. Osman'ın yanında kaldı.

 Hz. Osman'ın okurken şehit edildiği iddia edilen ve üzerinde Hz. Osman'ın kan damlası bulunan bu Kur'an-i Kerim bir vesile ile Bağdat'a getirilir, Emir Timur ise onu Semerkand'a getirir. Carlik döneminde Car onu satın alarak memleketine götürür, 1924'te Özbekistan kurulunca buraya, Özbekistan'a getirilir, 1989'dan beri de Taşkent'te sergileniyor.

Semerkand'da gezimizi bitirip otelimize dönüyoruz, yarın 17 Nisan; dönüş icin Taşkent'e hareket edeceğiz.

Ve nihayet Semerkand turumuzu tamamlayıp 17 Nisan sabahı ayrılıyoruz. Gulistan vilayeti üzerinden Ziya Gökalp'in yazdığı fakat görmediği "Demir Kapı"dan geçerek Taşkent'e varıyoruz. Nefis bir Semerkand pilavından sonra Baba Emir Timur için yapılmış müzeye geliyoruz, Emir Timur'un muhtelif resimleri ve diğer vuzeranın resimlerini görüyoruz, her resim ve diğer tarihi eserlerin izahatini dinliyoruz, serbest kalan zaman içinde tekrar Emir Timur'un heykeli yanında resim çektiriyor pazar yerini gezerek hafif şeyler aldıktan sonra İstanbul'a dönmek için hava alanına hareket ediyoruz. Grup oldugumuz için fazla zorluk çekmeden ucağa alınıyor, yarım saat gecikmeyle hareket ediyor ve çok büyük olan Özbekistan hava yolları uçağı ile Türkiye saati ile 23:00 civarinda Yesilköy Atatürk Hava alanına iniyor ve karşılıklı vedalaşarak başka bir turda buluşmak üzere ayrılıyoruz.

Özel notlar:
1.  Otellerde ve lokantalarda gördüğüm Özbekler mutlaka yemek duası yapıyorlar.
2.  Yemekler bizim damak zevkimize uzak değil.
3.  Her tarafta milleti kenetleyici, gençlere vatan sevgisini aşılayici sözler yazılmış.
4.  Caddelerin temizliği modern toplum olma yolunda olduklarinin gostergesi.
5.  Kıyafetlerde hala milli kiyafet hakim (tekkeyi kast ediyorum).
6.  Selam verme yerine genellikle 'RAHMET' diyorlar.
7.  Dört sene evvel latin harflerine geçmişler, '25-30 sene sonra sistem oturur' diyorlar.
8.  Okul ögrencileri tek tip kiyafet giyiyor.
9.  Cadde temizliğini kadınlar yapıyor.
10. Aylık gelir 150-200 dolar seviyesinde olmasına rağmen tüketim toplumu olduklarini söyleyebilirim.
11. Erkek ve kadınlarda altın diş sanki bir moda, dikkat cekiyor.
12. Turizme kolaylık sağlanırsa İspanya gibi turizm patlaması olabilir.
13. Gezimiz boyunca her tarafta Alman ve Japon turiste rasladık.
14. İlim adamlarının bu bölgeden çıkması onlara bir  sevk veriyor, atak yapmaya vesile sayıyorlar.
15. Turist olarak herkesin, İnanc turizmi olarak ilahiyatçıların bir ön hazırlıktan sonra gitmeleri çok isabetli olur (genel kultur yeterli değil).
16. Kendilerinin ifadesi ile "Pamuk hem büyük bir gelir kaynağı hem de büyük bir başbelası" imiş, üreten kendileri, işleyen başkaları imiş (Reisi Cumhur 'un
Özbekistan ile pamuk borsası kurmak istemesi her halde buradan kaynaklanmakta).
17. Tarihi şahsiyetleri ve mekanları bir milli uyanışın tezahürü olsa gerek.
18. Baskı rejiminden kurtulduktan sonra İslami anlayışları toplumu "İslamla barışık modern bir şekillendirmeye" götürebilir mi? Alt yapı ve köke inmeleri ne kadar zaman alir?
19. Degişik dil ve ırka mensup (120) toplum olmalarına rağmen kendilerini Özbek kabul ediyorlar.
20. Ücten fazla doğuma rıza gösterilmiyor, fakat köylerde buna pek riayet edilmiyormuş.
21. Doğalgaz bir çok yerleşim mahallinde olmamasına mukabil merkezlerde yaygın. 
23. Harizm bölgesinde kubbeler huni şeklinde iken Baktariya'da degişik.
24. Bütün minareler geniş bir tabandan yukarı doğru daralarak yükseliyor.

KAYNAK:
- İslam Ansiklopedisi
- Asya'nin Kandilleri (Halime Toros)
- Ya Kader Ispat Ederse
- Gezi Notları

Hasan Sertkaya (Emekli Din Dersi Ögretmeni) 

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.