Haberin yayım tarihi
2007-04-20
Haberin bulunduğu kategoriler

Cinayetlerin Önü Arkası…

Geçtiğimiz cuma günü Suluova, Çorum, Osmancık ve Merzifon taraflarındaydım. Cuma günü Suluova'da bir ortamda sohbet ederken misyonerlik faaliyetleri ile ilgili olarak ne düşünüdğüm soruldu. Acaba bu konuda ciddi bir tehlike var mıydı?

Ahmet Taşgetiren

Dedim ki:

Misyonerler bütün dünyada çalışırlar. Türkiye'de de faaliyetleri vardır. Ama ben, Müslümanlığını iyi kavramış insanların Hristiyan olabileceğini düşünmüyorum. Üç beş soru sorsanız, Hristiyan misyonerinin bile kafası karışacaktır. Hristiyanlığa geçenler bile dini tercihle değil, muhtemel ki para vs gibi tercihlerle öyle görünüyorlardır.

Dedim ki:

Hristiyan misyonerliği ile uğraşırken biz asıl, çocuklarımızın sürüklendiği kimlik kaybını gözden kaçırıyoruz. Türkiye'de 11 yaşında bir çocuğun uyuşturucu ile tanışması Hristiyanlıktan daha az bir tehlike midir? Satanistleşmek, ateistleşmek, bohemleşmek, zevk perest hale gelmek bizi hiç tedirgin etmemeli mi?

Dedim ki:

Misyonerlik asıl devletin gündeminde. Hem de dini boyutu ile değil, siyasi boyutu ile... 2001 yılının Nisan ayında Bülent Ecevit döneminde Milli Güvenlik Kurulu'nun gündemine girmiş. Hem milliyetçi hem ulusalcı çevreler, bu arada devlet hassasiyetlerine yakın duran dini oluşumlar bunu ülke güvenliği açısından tehdit olarak sık sık gündeme getiriyorlar.

İşte Pontus iddiaları.

İşte Patrikhane ile ilgili kaygılar.

İşte Avrupa Birliği ile ilgili kaygılar...

Daha dün Rahşan Ecevit, misyoner faaliyetlerinin tehlikeli bir boşuta ulaştığını dile getirmedi mi?

Daha dün, Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt, Avrupa Birliği ekseninde Türkiye'de azınlık üretme çabalarına dikkat çekmedi mi?

Daha dün, Tandoğan'da konuşmacılar, öfke tonu dağlara vuran bir sesle "Memlekette misyonerler cirit çatıyor" diye gürlemedi mi?

Hatta mevcut iktidarın kendisini korumak için Amerika ve Avrupa Birliği'ne şirin görünmek amacıyla misyonerlerin faaliyetine göz yumduğu yazılıp çizilmedi mi?

Bu kaygılar boştur demek istemiyorum.

Tabii ki devlet de halk da, ülkenin güvenliği üzerine titreyecek, muhtemel tehlike alanları üzerinde hassasiyet gösterecektir. Bu çerçevede misyonerlik faaliyetlerinin de, Türkiye'de azınlık üretme politikalarının da dini boyutundan öte, siyasi ve güvenlik boyutu ile ele alınması tabiidir.

Ama bu Malatya'daki nedir?

Ya da ondan önce Trabzon'daki?

Ya da Hrant Dink olayı?

Ortada Trabzon'dakine ya da Hrant Dink cinayetindekine benzer biçimde, yaşları 19 – 25 arasında deli - fişek tipler var.

Ruh hallerinin en belirgin özelliği öfke...

Bütün hedeflerin gayrı müslimlerden oluşması, kimi çevrelerin öne sürdüğünün aksine, olayın dini kaynaklı olduğunu düşündürtmüyor bana.

Tarihe bakılırsa, bu topraklarda Müslim – gayrı müslim çatışması, dini saiklerden çıkmamıştır. Öyle olsaydı, bütün tarihimiz böyle dini çatışmalarla dolu olurdu. Oysa bu topraklarda uzun asırlar boyunca Müslim - gayrı müslim çatışması olmuyor.

Çatışma hemen her zaman, güvenlik eksenli cereyan ediyor ve çatışmanın bir yerinde devlet var. İsyan etme, arkadan vurma, düşmanla işbirliği yapma... Bütün bunlar siyasi ve güvenlik eksenli tanımlamalardır.

Bugünkü kaygı da, buralarda yoğunlaşıyor.

Bu ülkenin Müslümanları, bir gün kitleler halinde Hristiyanlaşacaklar mı? Böyle bir kaygı olabilir mi? Tarihten bu yana Hristiyanların dünyası gibi bilinen topraklarda (Mesela Avrupa'da) Hristiyanlık tükenirken, Müslümanlar Hristiyanlığa koşacaklar... Olur mu bu?

Ama Türkiye'de kaygı var. Niye? Çünkü toplumun bir kesimi, büyük ihtimalle devletten de kaynaklanarak ülke güvenliğinin, dış güçlerin tehdidine maruz kaldığına inanıyor. Dış güçler dendiğinde de, Osmanlı'dan bu yana hesaplaşmanın bitmediği düşünülen dünya akla geliyor. Batı, Hristiyan dünyası vs...

Kaygı milli kaygı...

Evet, milli kaygıların önemli bir boyutunda dini unsur da yok değildir.

Ama dikkat edilirse devlet, Milli Güvenlik Kurulu'nun gündemine misyonerliği almıştır da, buna mukabil, toplumun islami hassasiyetini geliştirmek gibi, her şeyi insani zeminde bırakacak bir politikaya yönelmemiştir.

Ortada sadece tepkiler, öfkeler dolaşmıştır.

Bu öfke ve tepkiler, deli - fişek bir dünyaya ulaştığında ise kanlı bir üretime dönüşmüş, cinayetler gelmiştir.

Bu cinayetlerin arkasında kışkırtma unsuru var mıdır?

-Hadi oğlum, hadi aslanım, yap şunu. Vatanı kurtar. Kahraman ol. Nam sal. Adın ekranlara düşsün. Düşmanlar korksun.

diyen var mıdır acaba?

Olmaz değil. Bunlar Türkiye'de olabilir şeyler.

Hep diyorum, bu memlekette karanlık güçlerin neredeyse 50 yıldır kullandığı malzeme gençlik malzemesidir.

Genç toplumuz, ama gençliğimiz bir değirmende öğütülüyor.

"Biz 5 kardeşiz. Ölüme gidiyoruz. Dönmeyebiliriz. Hakkınızı helal edin."

Söylemesi ne kadar kolay. Ama bedeli ne kadar büyük...

Bütün olan bitenlerden sonra söylenecek söz gene de iktidara yönelik olacaktır:

-Çözün bu işlerin önünü arkasını...

Daha dün Gaffar Okkan davasına bakan mahkeme, gerekçeli kararında "Bu işi Hizbullahçılar yapmış olamaz. Bu çok profesyonelce bir iş. Bunu Hizbullahçılar başaramaz" şeklinde görüş açıkladı.

Yani Gaffar Okkan cinayeti faili meçhul kaldı.

Şimdi ortada iş üstünde yakalananlar var, acaba fail belli oldu mu demeliyiz? Yoksa arka taraflarda cinayet kurgucularını aramalı mıyız?

Ben, iktidara böyle bir görev düştüğüne inanıyorum. Ben Meclis'e böyle bir görev düştüğüne inanıyorum. Ben devletin tüm kurumlarına böyle bir görev düştüğüne inanıyorum. En azından yarın yine böyle bir cinayetle irkilmemek, yine böyle bir cinayetle adımızı dünya medyasına yazdırmamak için...

Cinayet faillerinin yakalandığı, ama karanlık güçlerin cirit attığı bir ülke gibi görünmemek için...


Mehmet ÜSTÜN  
GSM: +32(0)484.604.707- Belgium
 

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.