Federal Parlamento'da görev yapan bir milletvekili geçtiğimiz günlerde gözden kaçırdığımız önemli bir açıklamada bulunmuştu. Açıklamasında, Sayın milletvekili, Belçika'nın yıllardan bu yana yürütmüş olduğu 'entegrasyon' politikasının başarılı olamadığını savunarak, aynı zamanda, yabancılara vatandaşlık hususunda kısıtlamalar getirecek yeni bir yasayı parlamentoya taşıyacağını dile getirmiş. Şayet müsaade ederseniz, kendisinin bu konuda haklı olup olmadığına karar vermeden önce 'entegrasyon' kelimesinin ardında yatan gizemli düşünceyi açığa çıkartmam gerekir. Çünkü şu anda ben sadece buzdağının gözüken kısmını görebilmekteyim.
Önceden, henüz bizlere vatandaşlık hakkının kolayca tanınmadığı 70'li ve 80'li yıllarda, bu 'entegrasyon' kelimesine çok nadiren rastlardık. Hatta hiç duymazdık da diyebiliriz. Ancak, yaklaşık on beş veya yirmi senedir, bizlere vatandaşlık hakkı kolayca tanınmaya başladıktan sonra 'entegrasyon' kelimesi dillerden düşmez oldu. Hatta dillerde name kurdu.
Kulağıma hiç de hoş gelmeyen bu 'Entegrasyon' sözcüğünün kökenini bir inceleyelim. Bu sözcüğün etimolojik kökeni aslında Latincede 'integrare' olmakla beraber lügat manası uyum veya bütünleşme anlamına gelmektedir. Kültür ve ekonomi olmak üzere matematik alanında bile kullanılan bu kelime daha çok sosyoloji alanında kullanılır. Batılıların siyaset dünyasında ise batılı siyasetçiler, zaman zaman kendi toplumu içerisinde sosyal sorunlardan bahsederlerken tırnak içerisinde bazı şeyleri ört bas etmek istedikleri zaman bu kelimeyi gündeme taşıyarak bir malzeme olarak kullanırlar ve bunun neticesinde de toplum içerisinde büyük dalaşmalar sebep olurlar.
'Entegrasyon' sözcüğü genellikle her ne kadar yabancılar arasında büyük çoğunluğu teşkil etmeyen Fas ve Türk kökenliler için kullanıldığını görüyoruz. Diğer yabancılar arasında büyük çoğunluğu teşkil eden İtalyan, İspanyol, Fransız, Portekiz ve Yunan asıllılar için ise kullanılmadığını da görüyoruz. Çünkü onların, Belçika'nın istemiş olduğu toplum modeline tamamen uyum sağlayabildikleri varsayılır. Ne enteresan değil mi? Yabancı kökenli hıristiyanlar sorunsuz bir şekilde bu topluma uyum sağlayabilmişler ama yabancı kökenli müslümanlar bir türlü uyum sağlayamamışlar. Belçikalı toplum içerisinde bu zihniyete inanan pek çok insan var, ancak siyasetçiler de dahil, kimse bunu bu şekilde apaçık söyleme cesareti gösteremez.
Bugünkü geldiğimiz tabloya baktığımız zaman, 'entegrasyon' bizim için sözde büyük bir sorun olmuş, yani biz bir türlü topluma uyum sağlayamamışız. Merak ediyorum, acaba biz gerçekten uyum sağlayamadık mı yoksa bizim uyum sağlamamız istenmiyor mu? Mesela, kendimden örnek vereyim. Ben Belçika doğumluyum (elimde olsaydı belki Belçika doğumlu olmazdım), mühendislik üzerine okudum, bugüne kadar şükürler olsun sicilime hiç bir şey yazılıp çizilmedi. Birçok Belçikalı dostlarım var ve onlarla sorunsuz bir şekilde geçinmekteyim. Ancak buna rağmen, hala birçok alanda 'entegrasyon' sorunu yakamdan düşmek bilmiyor. Kendi kendime hep sorarım, "Ben hangi şartlarda uyum sağlayabilirim' diye. Uyum sağlamış varsayılmam için, acaba ismimi 'George'a mı çevirmeliyim? Yoksa Hıristiyanlığa veya Budist inancına mı geçmeliyim? Saçlarıma sarı boya, kulaklarıma küpe, kollarıma dövme mi yaptırmam gerekiyor? Sokaklarda ellerimde bira şişeleri ile gezip, 'hot dog'larımı yedikten sonra akşamları da aynı çanakta yemek yediğim köpeğimi geziye çıkartsam nasıl olur? Güzel olur mu? Belki o zaman 'entegrasyon'a başarıyla uyum sağlamış bir vatandaş olurum değil mi? Hayır! Ben böyle bu şekilde algılanan bir 'entegrasyon' istemiyorum. Çünkü bu 'entegrasyon' değildir, resmen 'asimilasyon'dur. Ben ve benim gibi birçok yabancı kökenli müslüman zaten uyum sağlayacağımız kadar sağlamışız. Siz isteseniz de istemeseniz de biz bu topluma uyum sağladık. Daha ne uğraşıp durursunuz bizimle? Neden toplum içerisinde kargaşalar meydana getirip, aramızı açarsınız Belçikalı dostlarımızla? Bu yaptığınız siyasetçilik değildir, bu yaptığınız bize karşı adaletsizlik tohumları ekmektir. Sayenizde, her alanda adaletsizliğe maruz kalıyoruz ve bu ektiğiniz bizim için büyük bir sorun oluyor. Bu sorun da zamanla yuvarlanarak diğer sosyal sorunların meydana gelmesine sebep oluyor.
Bu arada tamamen haksız olmadığınız meseleler olabilir. Çünkü bu ülkenin dilini öğrenme gayreti göstermeyen, bazı önemli yaşam koşullarına ayak uydurmayan veya uydurmakta zorlanan yabancı kökenli insanlar var. Ancak o insanları tekmeleyip iteceğinize, onlar için sosyolojik açıdan bir takım eğitimlerle yardım ederseniz, toplumun sorununu bir nebze çözebilirsiniz. Toplum içinde kargaşalar doğurmaya, uyum sağlayabilmişleri uyum sağlamamışlarla aynı kefeye koymaya ve suçlu konumuna getirmeye ne gerek var.
Belçika'da yaklaşık 40–50 yıldır yaşayan yabancıların 'Entegrasyon' açısından büyük bir sorunmuş gibi görenler gitsinler de Türkiye'de yaşayan etnik kökenlerin yaşam tarzlarına baksınlar. Anadolu da yaşayan Ermeniler, Yunanlar, Yahudiler, Arnavutlar, Boşnaklar, Romenler, vs… saymakla bitmez. Onlara bir sorsunlar bakalım, günlük yaşamlarında zorunlu bir 'entegrasyon' sorunu ile karşılaşıyorlar mı? Hatta Polonez köy'ün tipik Polonyalılarına da yöneltsinler aynı soruyu. Hatta ve hatta Akdeniz kenarında yazlık alıp, oraya tamamen yerleşen Belçikalılara da yöneltsinler ve sorsunlar aynı soruyu. Soramazlar, çünkü hepsinden alacakları cevap bellidir. Koskocaman bir hayır. Çünkü, o etnik grupların büyük bir bölümü asırlardır, bir bölümü 50 yıldır, bir bölümü de yenilerde yerleşmiştir Anadolu'ya. Ancak, o etnik gruplar bugüne kadar ne örflerinden, ne adetlerinden, ne dillerinden, ne de dinlerinden bir ödün vermişlerdir. Zaten onlara ödün verin diyerek zorlayan da olmamıştır.
Hatta Osmanlı döneminde bile, on beşinci yüzyılda yaşayan Kanuni Sultan Süleyman daha o zamanlar da değişik dinlere ve etnik kökenlere mensup insanların dillerinde ve dinlerinde hür olduklarını gözler önüne sermek için şu meşhur tarihi sözü söylemiştir, 'Ben müslümanı camide, Hristiyanı kilisede yahudiyi havrada görmek isterim'. O dönemde Türklerin atası Osmanlının yürüttüğü adalet ile ilgili İngiliz tarihçi F. Dower kitabında, "Birçok Hıristiyan, adaleti ağır ve kararsız olan Hıristiyan ülkelerindeki yurtlarını bırakarak, Osmanlı ülkelerine gelip yerleşiyorlardı" der. Diğer bir tarihçi F. Babinger ise, "Osmanlı padişahının ülkesinde herkes kendi hâlinde bahtiyar olabilirdi. Mutlak bir dinî hürriyet hüküm sürerdi ve kimse şu veya bu inanca sahip olduğundan dolayı bir güçlükle karşılaşmazdı" demiştir.
Cafer Yıldırımer