Haberin yayım tarihi
2012-02-09
Haberin bulunduğu kategoriler

Mutluluğun Yalın Hâli

Ne kadar çok değişti zaman. Ve ne kadar çok değiştim ben. Bazen hayret ediyorum zamana kendime olan hayretimi görmezden gelerek. Çocukluğumun bitimsiz günlerine kayıyor aklım nedense böyle melankolik vakitlerde. Ebedîlik hissi veren günler, haftalar, aylar... Ne kadar serazad günlerdi, heyhat! Ve ne kadar da nostaljik bir hal almışlar.

Cennetâsâ bir mekân. Her taraf yemyeşil. Özgürlük sembolü dağlar ve özgürlüğe, belki de ebedî sevdalısına, denize yani, bir an önce kavuşmak istercesine akan dereler. Aklım kitaplara kayıyor yine. Şehirler ve kitaplar. Bir de kitap gibi şehirler var. Kitaplaşan şehirler. Beş Şehir, Uzun Çarşının Uluları ve Altıncı Şehir isimli kitapları art arda ve soluksuzca okuduktan sonra Bir Başka Şehir adıyla hakkında kitap yazmayı bile kurguladığım yeryüzü cenneti olan kitabî bir şehrin -benim şehrimin yani- küçük bir köşesi. Stabilize yol kenarında ahşap bir ev. Dağlar. Ve ormanlar. Sonlu olan her şeye inat sonsuzmuş gibi görünen, insanda bu hissi uyandırırken denize de nispet yapan engin ve derin ormanlar. Mutlu olmak için gerekli her şey. Belki fazlası belki eksiği ile, kim bilir.

Benim için mutluluk, bu müstesna coğrafya parçasının sakin bir köşesinde yaşadığım ahşap evin penceresinden her sabah uyanır uyanmaz sokağa bakmak ve güneşi görmekti sadece. Bazen haftada, bazen de ayda birkaç sabah, belki birkaç saat, belki birkaç dakika görülebileceğini bile bile. Bu yeşil, yemyeşil dünyada kuzeyi denize, güneyi dağlara, doğusu ormanlara, batısı tarlamıza ve sonra her yanı yine ormanlarla kaplı dağlara bakan sıcacık ahşap mekânda uyanır uyanmaz perdeyi aralayıp güneşi görmeye çalışmaktı mutluluk.

 

Perdeyi aralayıp güneşi görmeye çalışmak... Vird edinmiştim bunu kendime. Çoğul değilken daha taleplerimiz hayattan güneş bizim biricik mutluluk kaynağımızdı. Çünkü eğer güneş varsa, yani yağmurun mutlak hakimiyetindeki bu şehirde yüzünü gösterme imkânı yakalamışsa o kazara, bizim için, mahallenin bütün çocukları için bir araya gelme ve dışarıda oynama imkânı var demekti. Doyumsuz bir hazdı güneşi görmek. Mutluluk bu kadar yalın ve bu kadar yakındı bize. Ve bu kadar basit bir şeydi mutlu olmak. Tek şartı vardı galiba mutluluğun güneşten sonra gelen, büyümemek. Çocuksu bakış.

Mutluluk işte bu kadar yalın, bu kadar basitken eski ve küçük dünyamda, sonra birden her şey değişti galiba. Büyüdüm sonsuz arzularımla birlikte ve ben de değiştim. Hatta biz, belki hepimiz değiştik farkına bile var(a)madan. Gayemiz, muhtemelen yeni ve karmaşık bu dünyaya ayak uydurmaktı. Yani artık stabilize olmayan, dolambaçlı yollarla kaplı bu yeni ve asrî mekâna. Geç fark ettiğimi fark ettim toprak ana ile temasımızın kesiliverdiğini yıllar önce. Ansızın oluvermiş demek her şey. Kopuvermiş toprakla bağımız. Derken mutluluk da o basit, yalın halinden sıyrılmış ve başka diyarlara göç etmiş, beton yığınlarının arasında çürümemek için belki ve hem gerçek hem mecaz anlamda yerden kesilen ayaklarımıza ders vermek istercesine adeta.

Mutlu olmamıza sebep hedeflerimiz büyümüş, gayelerimiz farklılaşmış. Ve şiştikçe şişmiş egolarımız. Sadeliğin içinde saklı mutluluk da gizemini yitirmiş belki de sırf bu yüzden. Kaybolup gitmiş en nihayetinde, sanki bir daha asla görünmek istemezcesine ve geri dönmemecesine. Ve şimdi, kaybetme ikliminin havasını solurken anlıyorum ki o da küsmüş bize, hayata dair tüm diğer güzellikler gibi.

Zaman... Yeni güneşler ve yeni ilahlar edindik zamanla herkes gibi. Aldandık bu yüzden çok defa ve daha çok bilerek. Aldattık bazen de, karşımızdakileri değil yalnız, kendimizi de elbette ve en çok da. Belki biraz da bu sebeple mutluluk terk etti bizi. Belki de o hâlâ yanıbaşımızda, kim bilir, ama biz onu hissetme kabiliyetimizi yitirdik. İhtimal ki biz en çok ona ihanet ettik zamanın aldatması, ayartması bahanelerinin ardına saklanma hilesi ile. Oysa suçlusu zaman değildi hiçbir şeyin. Bir İbrahim çıkmadı yazık karşımıza, yol göstermek adına, inhirafımızı yüzümüze haykırarak hem de. Yeni oyuncaklarımız ve yeni putlarımızla perçinledik ihanetimizi nihayetinde. Asra yemin olsun ki biz ne zamanı ne de mutluluğu hakkıyla kavrayıp idrak edebildik. Sorularımız ve taleplerimiz çoğaldıkça çoğaldı. Bu yüzden kaybedenlerden olduk.    

Kazanma ikliminde kaybetmekten korkan her fert gibiyim şimdi. Kaybettiğim güzelliklerin ardından koşuyorum zannımca. Bedenimle ruhumun ahengi -henüz ilkbaharındayken onlar- mâkusen mütenâsip olsa bile hem de. İnadına yani kaybetmenin.

Güneşten uzak kalmaklığım hasebiyle daimî içimdeki hasret. Fıtrî belki. İhtimal ki bir gün iklim değişir, devran yine döner ve kazanma kuşağına düşer yolum. Bilirim, yeis bataktır. Bana düşen ümit. Korku ile birlikte elbette. İkisinin arasında bir yerdeyim hep. Araf’ta. Lakin, bilmem neden, mütemadiyen peşinden koşarken ben, ne yana gitsem, hangi yöne dönsem saadet kaynağım durmaksızın kaçar benden.   

Y.Rıfat İDİLLİ

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.