Haberin yayım tarihi
2012-09-12
Haberin bulunduğu kategoriler

`Post Modern Linç Kültüründe Türk Silahlı Kuvvetlerindeki Kazaları Tartışmak`

Dr. Oktay Bingöl

25 evladımızın acısının yüreğimizi yaktığı talihsiz olay henüz tam olarak aydınlatılmadı. Ama olayın birkaç saat sonrasında kerameti kendinden menkul uzmanlar kanallarda boy gösterdiler. Hayatlarında barut koklamamış, bir cephaneliğin kapısını bile görmemiş olanlar, fünye ile imla hakkını, bomba ile mermiyi, düğünde atılan havai fişek ile aydınlatma mayınını ayırt edemeyenler şov yapmaya başladılar. Medyanın bir bölümü bu elim olayı her zamanki ustalığı ile seyirlik hale çevirdi, şehitlerimizin yüreği kavrulan analarını özel odalarda çekilen kilim ve şilt fotoğrafları ile aynı kareye koyarak magazinleştirdi, baba ocağına ana yüreğine düşen acıyı reytingleştirdi, birkaç saat sonra acıların gerçek sahiplerini yanan yürekleriyle baş başa bırakarak reyting yolunda avlanmaya devam etti.

Bu olay, linç kültürünün post modern militanlarına da Türk ordusunu aşağılamak için yeni bir fırsat verdi. Olayın ne olduğu bile anlaşılmamışken TV başlarına üşüşüp, 70 milyonun 700 bin kişilik ordusuna ve bunların milyonları bulan aile üyelerine hakaret ettiler. Bazıları kurnazlık yaparak 700 bini parçalara ayırdı. Generallere küfretti, subayları aşağıladı, astsubayları enayi yerine koydu, kalanları kişiliksizleştirdi.

Hiç kimse bu acıyı, yürekleri parçalanan analar, babalar, eşler, çocuklar ve kardeşler kadar hissedemez. Ancak yüreği yananlar arasında birileri var ki, gizli gizli ağlarlar, için için erirler, utançlarından konuşamazlar, eşlerinin ve çocuklarının bile yüzlerine bakamazlar. Çünkü kendilerine teslim edilen ana kuzularının kılına bile zarar gelmeyeceğine dair verdikleri sözü tutamamışlardır. Bunlar, erden erbaşa, uzman çavuştan yüzbaşıya, binbaşıdan generale, şimdilerde hakaret edilen ve aşağılanan komutanlardır, şehitlerimizin silah arkadaşlarıdır. Bunların daha önce de şehitleri olmuştur, arkadaşlarını kucaklarında kaybetmişler, yaralı askerlerinin yüzlerini okşamışlardır. Bazıları defalarca çatışmaya girmiş ve yaralanmıştır, birçoğu benzer kazalarda, yıllarca süren operasyonlarda travmalar geçirmiştir. Yıllarca ailelerinden uzak kalmışlar, çocuklarının doğumunu görememişler, analarının ve evlatlarının cenazelerine yetişememişler, eşlerinin ve nişanlılarının ellerinden daha çok silahlarının kabzasını tutmuşlardır. Bazıları general de olmuş, sancak almış, teslim edemeden hapse de girmiştir. Operasyonda, tatbikatta, eğitimde ve kışlada günlerce uyumayan, hemen her gün 15-20 saat mesai yapan bu insanların çoğunluğu güvenlik emekçisi ağır işçilerdir. Son yıllarda bu insanlar topluca, tarihimizin derinliklerinden cımbızla seçilerek bağlamından koparılmış olayların yanlışlarının ve kötülüklerinin günah keçisi yapılmıştır. 30 yıldır çatışma psikolojisiyle baş etmeye çalışan bu insanları, linç kültürünün reyting yaptığı ve rant sağladığı son birkaç yıldır el birliği ile “Vietnam Sendromu”ndan çok daha beter bir travmanın içine sokmaya çalışıyoruz.

Oysa “Ordu”, ne sadece Gnkur. Başkanı, ne birkaç general ve birkaç cephanelik, ne de “muhtıra” ve “seminer”dir. Ordu her şeyden önce farklılıkları ve benzerlikleri ile milyonlarca insan, en azından şu anda bizim çocuklarımızın bir dönem için yuvası…

Ordu ulus, halk ve devlet olmanın cisimleştiği, yaşayan, üzülen, sevinen, coşan canlı bir organizmadır. Geçmişimiz ve geleceğimizdir. Biraz duygudaşlığı hak etmiyor mu?

Böylesine elim bir olayın bir daha yaşanmaması için yapılması gerekenlerle gelince söylenecek çok şey var.

Olay ve kazalar, bunlara neden olabilecek malzeme, teçhizat, faaliyet ve çalışanların bir arada olduğu yerlerde meydana geliyor. Dünyanın bütün ordularında mühimmat, silah ve araç kazaları ile harekât ortamında, eğitim ve tatbikatlarda dost birliklerin birbirine zarar vermesi gibi olaylar olmaktadır. Teknolojik gücü yüksek olan ve tamamen profesyonel personelden oluşan ABD ordusu da sık sık kaza ve dost ateşinden kaynaklanan olaylara maruz kalıyor. Örneğin ABD’nin Körfez Savaşındaki zayiatının %24’ü dost ateşinden kaynaklanmıştır.[1] ABD’nin dünyaya dağılmış askeri komutanlıklarında her yıl onlarca kaza meydana gelmektedir. Modern ordular kaza ve olayların önlenmesi için bir dizi tedbir almış, emniyet ve kaza önleme sistemi kurmuştur. Şüphesiz ki, TSK de yıllardır en küçük birlikten kuvvet komutanlıkları ve Gnkur. Bşk.lığına kadar uzanan kapsamlı bir emniyet ve kaza önleme sistemine sahiptir. Burada şöyle bir soru akla geliyor: Bu kadar kapsamlı bir sistem olmasına rağmen, TSK’nde böyle vahim kazalar neden oluyor?

Sorunun kökleri son yılların siyasal ve toplumsal gelişmeleri ile psikolojik ortamında yatıyor. Öncelikle belirtilmesi gereken önemli bir husus; kurulan sistem ne kadar iyi olursa olsun bunu işletecek olanların insan olması gerçeğidir. İhmalin toplumsal bir hastalık olduğu ülkemizde, TSK personeli de rütbesi fark etmeksizin bu hastalıktan her zaman ve tamamen bağışık değil. Trafik kazalarında, su baskınlarında, yıkılan köprülerde, yol kazılarında, kapakları açık unutulan logarlarda, maden ocaklarında, tersanelerde, sanayi sitelerinde, doğalgaz patlamalarında ve daha nice yerlerde her yıl binlerce insanımızı kazalara kurban vermeyi kanıksamış bir toplum olduk. En yetkili ağızlardan bu kazaların kader olduğunu duyuyor ve inanıyoruz. Sigara ateşleri ve mangal külleri ile her yıl yüz binlerce hektar ormanı yakıyoruz. Daha birkaç yıl önce TSK’nin bomba yüklü kamyonunu gecenin bir yarısı Ankara’nın göbeğinde Emniyet Genel Müdürlüğüne sokmadık mı? Bu toplumsal hastalık asker ocağında da klasörler dolusu talimata rağmen yakamızı bırakmıyor.

Diğer bir neden TSK’nin profesyonelleşmesi ve modernizasyonunun yavaş ilerlemesidir. TSK’nin profesyonelliğe direndiği algısı yanlıştır. Hiçbir komutan 20 yaşındaki genç çocuklarla muharebeye gitmeyi, tatbikat yapmayı, çatışmaya girmeyi, mühimmat deposunu tanzim etmeyi istemez. Tankı, topu ve mühimmatı uzmanlara emanet etmek ister. TSK’nin tamamını uzman erbaş ve er yaparsanız hiçbir komutan karşı çıkmaz. Ama yetersiz maaşla gecesi gündüzü belli olmayan askerliği meslek olarak yapmaya yığınların koşarak geleceğini de sanmayalım. Sözleşmeli er alımının sonuçları ortada. 3 yılda 70 bin sözleşmeli er alınacaktı, ne oldu? Herhalde birkaç binle sınırlı kaldı. Son on yılda TSK’ye kaç tane sivil memur ve işçi kadrosu verildi? Daha ötesi, eskiden gözde meslek olan subaylık ve astsubaylığa müracaatlar nitelik ve nicelik olarak gittikçe düşüyor. TSK profesyonelleştikçe kazalar da azalır, etkinlik artar. Ancak bu generallerin değil, siyasilerin işidir.

TSK’nin mühimmat depoları, karakolları ve benzeri kritik tesislerinin çoğu yarım asırdan daha önce yapılmış. Kışlalar, binalar ve tesislerin çoğu eskimiş, şimdilerde 80 yıllık mühimmatı konuşuyoruz. TSK’nin ağır işçileri özveriyle bunları ayakta tutmaya çalışıyor. Linç tayfası, bir iki orduevine, üç dört kampa takılmış kalmış, geriyi görmüyor. Generallerin oturduğu lojmanların bir bölümü, subayın ve astsubayların oturduğu lojmanların çoğu 30-40 yıllık, uzman erbaşlar nadiren lojman buluyor. TSK’nin maddi kaynak sıkıntısı had safhada, eminim ki, bir kısım işleri, küçüğünden büyüğüne komutanlar kendi maaşından harcayarak yapıyor. Askerler bunları ulu orta anlatmazlar, yakınmazlar, bütçelerini yapar gönderirler, verilmezse eldekiyle idare ederler. Bu yazılanları yetkililere sorsanız, Türk devletine ve ulusuna serzenişte bulunmama hassasiyetiyle gerçeği tüm çıplaklığıyla açıklamazlar.

TSK’nin kaynak ihtiyacı 1990’ların sonundan itibaren önemli ölçüde artmıştır. Binalar ve tesisler miadını doldurmuştur, silah ve teçhizat eskimiş ve yıpranmıştır. Ancak 2000’lerin başından itibaren TSK bütçesi sürekli olarak küçülmüştür. TSK bütçesinin Gayri Safi Yurt İçi Hasılaya oranı 2000 yılında 3.7 iken 2009’da 2.7’ye düşmüştür.[2] Bu azalma nedeniyle TSK son on yılda milyarlarca dolarlık modernizasyonu gerçekleştirememiştir. Bütçe kesintileri AB’nin yönlendirmesiyle hayata geçirilmiş, TSK’nin demokratik kontrolü ve askeri vesayetin kaldırılması gibi gerekçelerle de ilişkilendirilmiş, iç ve dış odakların alkışları eşliğinde ve zafer havasında gerçekleştirilmiştir. TSK’nin bütçesi diğer ülkelerle mukayese edilirken, düşmanı olmayan İsveç, bir iki komşusu olan İspanya, halen II. Dünya Savaşı sonrasının askeri kısıtlamalarından kurtulamayan Almanya ile aynı tabloya[3] yerleştirilmesi ne kadar bilimsel ve nesnel sonuç verebilir ki? Şüphesiz ki bütçe kesintisinin bedelini alkışlayanlar değil, TSK ve Türk halkı ödemektedir. Eskimiş alt yapı dönüştürülememiş, modernizasyon gecikmiş, insansız hava aracı için yılarca başkalarına muhtaç olunmuş, 50-60 yıllık cephanelikler ve karakollarla baş başa kalınmıştır. Peki TSK’yi kontrol etmeye çalışan siyaset kurumu ile 2002’den beri görev yapan MSB.ları bu cephanelikleri, kışlaları, karakolları hiç mi görmediler, en azından raporları da mı okumadılar? Kozmik odaları bile açılan bu kurum, bunlar mı yasakladı?

Diğer önemli bir saptama TSK’nin morali ile ilgilidir. 2007’den beri bu kuruma karşı yürütülen post modern linç kampanyası, bırakın bizi hasımlarımızı bile üzüyor. Uzman erbaşından Genelkurmay Başkanına yüzlerce asker yıllardır tutuklu. Yargılananların sayısı belki bini buluyor. Genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları terör örgütü kurmakla suçlanıyor. Aralarında canına kıyanlar, hayatını kaybedenler, bin bir zorlukla yaşamaya çalışanlar var. Aileleri hariç koruyan ve destek çıkanları çok az. Silah arkadaşları aralarında iki kuruş toplayarak destek olmaya çalıştıklarında yaygarayı koparıyoruz. Birçoğu teslim aldıkları kutsal sancakları bile teslim edemeden apar topar içeri girdi. Kışlalarda kalanlar bunların silah arkadaşları, öğrencileri, astları ya da komutanları. Türk askeri duygusaldır, silah arkadaşlığına önem verir. Bu nedenle yaşanmakta olan mevcut durum, TSK personeli azimle dayanmaya çalışsa da, komuta sistemini olumsuz etkiliyor, moralleri bozuyor, inisiyatif almayı sınırlıyor, kaza ve olaylara katkıda bulunuyor. Yıllardır “nasılsın?” sorusuna her koşulda “sağol!” diyerek yakınma nedir bilmeden yetişmiş nesillerin, “bizim moralimiz bozuk!” demelerini mi bekliyoruz? Onların moral bozukluğunu görmek ve bunun anlamını kavramak için bir çift gözün ötesinde bir şeylere sahip olmak gerek.

ABD ve batı ülkeleri 1990’larda büyük çabalarla sivil-asker ilişkilerini belirlemiş, teşkilat yapılarını, harekât konseptlerini, alt yapı ihtiyaçlarını, insan gücü planlamasını, silah ve teçhizat modernizasyonunu kapsayacak şekilde ordularının dönüşümünü (Transformasyon) gerçekleştirmiştir. Bu dönüşüm siyasi iradenin kararıyla ve sivil-asker işbirliği ile mümkün olmuş, akademik çevreler bilimsel çalışmalarıyla katkı sağlamıştır. Dönüşüm her ülkede zorluklarla karşılaşmış, ancak hiçbir ülke ordusunun yıpratılmasına izin vermemiştir. Biz de ise kaleme sarılan, köşeyi ve mikrofonu kapan, 30 yıl öncesine 50 yıl geriye saplanmış olarak orduya hakareti borç bilmiş, kendine göre yerden yere vurmaya çalışmış, hata ve başarısızlık anlarında zil çalıp oynamıştır. Batı, sivil-asker ilişkilerini nesnel ve demokratik kontrol usulleri ile düzenlerken; bize yıpratma, itibarsızlaştırma, komplo kurarak etkisizleştirme yöntemlerini dikte etmiştir. Bir kısım akademisyenimiz, Doğu Bloğu’ndan kopan ülkelerin ordularının etkisizleştirilmesi için batıda yazılmış yıpratma stratejilerini kopyala yapıştır ile TSK’nin sözde demokratik kontrolüne uyarlamıştır. Akademik çevrelerde TSK’nin dönüşümü, teşkilat yapısı, harekât konsepti ile ilgili hiçbir ciddi çalışma yapılmamıştır. Ama hemen her gün TV programlarında, gazete köşelerinde, düşünce kuruluşlarında ve benzer platformlarda eleştirinin de ötesinde aşağılama yöntemleri hiç eksik olmamıştır. Şu anda kimsenin elini tutan yok. Gnkur Bşk. lığını MSB’na mı bağlayacaksınız, İç Hizmet Kanunu mu değiştirecekseniz, askeri yargıyı mı kaldıracaksınız? Durmayın yapın. Ama TSK’nin asıl ihtiyacı olan bu değil. Yapılması gereken; yeni teşkilat, insan gücü planlaması, profesyonelleşme, alt yapı, çağın gereklerine uyan harekât konseptleri ve buna uygun teçhizat. Bulunduğumuz coğrafyada toprak bütünlüğü, egemenlik ve insani güvenlik için güçlü, modern, etkin ve yüksek morale sahip orduya olan ihtiyacımız her zamankinden daha fazla.

Bu yazıyı birkaç çağrı ile bitirmek istiyorum.

Önce bu ülkenin aydınlarına ve akademisyenlerine bir çağrı; gelin düşündüğümüz TSK’nin nasıl olması gerektiğini bilimsel olarak çalışalım, kapsamlı ve yapıcı öneriler hazırlayalım. Eli kalem tutan, ağzı laf yapan emekli askerler de reyting tuzaklarından kurtulup onlarca yıllık deneyimleriyle buna katkı yapsın.

Hükümete ve siyasi partilere bir çağrı; TSK’yi moral bozukluğundan kurtarın, sahiplenin ve koruyun.

Ordumuza bir çağrı; bu olayı en kısa sürede halkımıza tüm çıplaklığıyla açıklayın. Türk subayı yıllardır çağdaş yaklaşımları ile Türk ulusuna örnek oldu. Eleştiriye açıklık ve hoşgörü de bir çağdaşlık göstergesidir. Bu ve benzer olaylarda üst makamlarda komutanlık sorumluluğunun alınması Türk halkına hesap verebilirlik örneği teşkil edecek ve kamu vicdanını rahatlatacaktır.

Medyamıza bir çığlık; linç kültürünün militanlarına fırsat vermek ve reyting avcılığı yerine, yapıcı ve çözüm odaklı programlar üzerine düşünme zamanı gelmedi mi?

Dr. Oktay Bingöl

Dipnotlar

[1] Scott Shuger, “Generals` Apathy: The Pentagon`s appalling record on friendly fire, Slate, 4 April 2002.

[2] H. Emrah Beriş, “Dünyada ve Türkiye’de Savunma Harcamalarının Demokratik Denetimi”, SDE Analiz, Mart 2012, s.12.

[3] Aynı yer

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.