Haberin yayım tarihi
2016-03-16
Haberin bulunduğu kategoriler

MAĞCAN CUMABAY

“Özgürlüğe hamle eden Türk canı,

Gerçekten hasta mı, bitti mi hali?

Söndü mü yürekteki ateş, kurudu mu,

Damarında kaynayan atalar kanı!”

Anadolu Türkü 1910’larda toprağı, canı, malı yani namusu için mücadele verirken Dünya Türklüğü bunu sessiz sedasız seyretmemiştir. Kimi şiirleriyle, yazılarıyla, yardımlarıyla, kimi de Anadolu’ya gelerek düşmana karşı Anadolu Türkünün yanında olmuştur. İşte Anadolu Türkü o kutlu mücadeleyi verirken binlerce kilometre uzaktan, Türkistan coğrafyasından bir yiğit Türk sesleniyordu yukarıdaki mısralarla. Anadolu işgale uğramıştı ve Mağcan Cumabay haykırıyordu “Alıstaki Bavrıma” (Uzaktaki Kardeşime) adlı şiiriyle… “Uzakta ağır azap çeken kardeşim! / Solup laleler gibi kuruyan kardeşim! / Bunalıp bir sürü düşman ortasında / Göl gibi göz yaşı döken kardeşim!” diye başlıyor o anlam dolu mısralar. Türk milletinin ayrı düştüğünü ve kutlu Altay’a davet edip birlik kurulmasını arzuluyor bu şiirinde. Mağcan en zor dönemlerinde aynı zamanda Türkistan coğrafyasını dolaşarak yardım toplamış ve bu yardımları en zor şartlar altında Türk Kurtuluş Savaşına katkı olsun diye Moskova’da bulunan Türk Büyükelçiliği’ne teslim etmiştir.

Bir Kazak Türkü olan Mağcan Cumabay 1893 yılında Kuzey Kazakistan’da dünyaya gelir. Fazla ömürlü olmayacaktı Mağcan; Türklük ve Turan aşkı onun 45 yaşında hayatına son verdirecekti. Hayata geldiğinde Çarlık Rusyası işgalinde idi güzel Türkistan, Bolşevik ihtilalini ve Komünist devrimini görmüş olan Mağcan Cumabay iktidarlar değişse de Rusun zalimliği altında hayat sürmüştü, nice milyonlarca Türk gibi. Türkistan coğrafyası ister Çarlık döneminde olsun, ister Komünist dönemde olsun Slavlaştırma politikası ile karşı karşıya kalmıştı. Türklerin Özbek, Kırgız, Tatar gibi isimler altında bölünmüşlük ile değil de, Türk adı altında birlik kurmalarını arzulamıştı hep. “Türk” bir büyük aile idi ve bir olarakta hayat sürmeliydi. Sadece Türkistan Türklüğü değil, dünyada nerede Türk varsa onun için o ailenin bir parçasıydı.

Nice aydınlarla tanışmıştı Mağcan ve Bolşevik ihtilali ile bağımsızlık için mücadele veren Kazak Türklerinin “Alaş Hareketine” de üye olmuştu. 1917 yılında Alaş kurultayı ile Kazakistan’ın bağımsızlığı ilan edilir. “Ne görsem de Alaş için görürüm / Bana armağandır yüce halkım için ölürüm” mısraları o yıllarda Mağcan tarafından kaleme alınmıştır. Kanlı savaşlar sonrası Mart 1918’de Sovyetler tarafından Alaş Orda hükümeti dağıtıldı. Cumabay tutuklandı ve hapse girdi. İlerleyen yıllarda Mağcan Sovyet rejimi tarafından yalnızlaştırılmaya bırakılmıştır. Şiirlerinin, yazılarının, kitaplarının yayınlanmaması ve insanların yanına yaklaşamayışları söz konusudur. Mağcan ailesinin geçimini bile sağlamakta zorlanmaktadır. Bunun üzerine Mağcan “Ey yüreğim benim ne suçum var / Bu milleti sen sev dedin, ben de sevdim”diyerek adeta içini döker.

Sovyet Hükümeti Mağcan’ı rahat bırakmaz ve onu tekrar hapse atar. 1930 yılında idam ile cezalandırılır, bu ceza on yıl sürgüne çevrilir ve Mağcan altı yıl çalışma kamplarında kaldıktan sonra 1936 yılında tekrar serbest kalır. 1937 yılında Mağcan tekrar tutuklanır ve Kazak Türkleri’nin aydınları hakkında ondan iftiralar atması beklenir. Bu girişimi kabul etmeyen Mağcan işkenceler altında kendine atılan suçları kabul eder ve 11 Şubat 1938’de Stalin tarafından kurşuna dizilir. Oysa Mağcan’ın son sorgulaması 20 Şubat 1938’de yapılmıştır, yani idamından dokuz gün sonra.

Stalin Şubat 1937’de bütün idarelere özel talimat göndererek “halk düşmanlarının temizlenmesi”ni emreder. Kazakistan’da “halk düşmanı” diye bütün vatansever, milliyetçi, Türkçü aydınlar, yöneticiler, şair ve yazarlar tevkif edilir.[1] Tutuklananların sayısı ve akıbetleri belli değildir. 1937-1939 yıllarında sadece 350’den fazla edebiyatçı, şair tutuklanır. Bunların tamamına yakını işkenceyle öldürülür. Bir kısmı da Sibirya’ya sürgün edilir ve 1956 yılına kadar 18 yıl mahkum kamplarında çalıştırılırlar.[2]    

Henüz 45 yaşında şehit edilmişti Mağcan Cumabay. Çok zor günlerde, ilk eşinin doğum esnasında vefat etmesi ve doğan çocuğunun kısa zamanda vefat etmesi gibi zamanlarda bile Mağcan Cumabay hep Türk milleti ve Türkistan için mücadelesine devam etmiştir. Yalnızlaştırıldığı ve ailesinin geçimini sağlayamama gibi dönemlerde bile ülküsünden vazgeçmemiştir. Sadece Türkistan Coğrafyası değil, o binlerce kilometre uzaklıkta olan Anadolu Türklüğü için bile elinden geleni yapmıştır.

Eserleri şehadetinden elli yıl sonra (1988) basılmaya başlandı ve Mağcan Cumabay her yerde anılır oldu. Onun için millet Türk, vatan ise Türkistan’dır. “Türkistan iki dünya eşiğidir / Türkistan er Türkün beşiğidir / Muhteşem, Türkistan gibi yerde doğmak / Türkün Tanrı veren nasibidir” diye başlayan Türkistan şiiri “Turan’a yer yüzünde yer yeter mi? / Türk’e insanoğlunda er yeter mi? / Geniş akıl, ateşli çaba, açık hayal / Turan’ın erlerine er yeter mi?” diye son bulur.

Mağcan Cumabay ilk eğitimini Kuzey Kazakistan’ın en önemli eğitim kurumlarından olan medresede almıştır. Burada Arapça, Farsça ve Türk dilinde eğitim verilmekte olup Türk tarihi de teferruatlı olarak ögretilmekte idi. Mağcan tarih bilincini bu medreseden almıştır.[3] Bu medrese eğitimini tamamlayan Mağcan eğitimini Ufa şehrindeki Aliye Medresesi’nde devam ettirdi. Medreselerde Türkçülük sevgisini taşıyan Tatar aydınları, hocaları, öğrencilerine de bu Türklük ruhunu aşılamışlardır. Rus Öğretmen Okulu’ndan da mezun olan Mağcan Cumabay Kazak Türk halkının modernleşmesi için de mücadele verir ve aynı zamanda kadınların da hayat şartlarının düzeltilmesi gerektiğini vurgular. Aynı zamanda şairin milliyetçi kimliği yazdıği şiirlerine yansımış, şiirlerinde “kendi” genel itibariyle idealize edilmiştir. Ancak şair “kendi”ye körü körüne bağlı değil, özeleştiri yapılması gerektiği durumlarda aydın tavrını takınıp “kendi”yi eleştirmesini de bilmiştir.[4]

Türk milletinin birlik ve dirlik dönemlerini birlikte yaşamış  olan nehir ve dağlara da mısraları ile seslenir Mağcan Cumabay. Ortak Türk tarihinin bu mübarek değerlerine seslenirken, aynı zamanda, mevcut ve gelecek nesiller için milletine ve milli kimliğine dair çarpıcı tanımlar bırakmaktadır. Ural Dağı’na seslendiği mısralardaki olduğu gibi:

“Bir zamanlar senin sahibin Türk idi

Yerleşip, göçüp, konuşup yaşar idi

Korkmaz idi dağdan taştan yiğit Türk

Koynuna tüm ruhuyla girer idi

Er Türk, geniş bozkırların güzelliğiydi

Otursa, göçse, konsa da özgür idi

Birleşip, yiğit Türk balaları

Bırakma, yolun kesip dizginle oral!”[5]

 

Bu kutlu düşüncelerinden Mağcan’ı kurşuna dizenler onu öldü bildiler, oysa ki Türk evladı Mağcan Cumabay gibi yiğit evlatlarını yaşatmaya devam etmektedirler.

Murat Gedik, Yeni Düşünce Mart 2016

E-posta: muratgedik@muratgedik.nl

Diğer Kaynaklar:

Dişi Kurtun Çocukları, Sadettin Gömeç, Berikan, 2012


[1] Bağımsızlıklarının 20. Yılında Kazakların İstiklal Mücadelesi Tarihine Bir Bakış, Ali Kafkasyalı, 2012

[2]  Türkistan’da Öldürülen Türk şairleri, Baymirza Hayit

[3] Kazak Kültürel Hayatında Tatarların Etkisi ve Kazak Ceditçiliğinin Gelişimi, Emin Özdemir, 2009

[4] Kazak Şairi Mağcan Cumabayoğlu’nun Şiirlerinde “Kendi” ve “Öteki” İmajı, Cemile Kınacı, 2011

[5] Altaydaki Yüreğim: Mağcan Cumabay’a Cevap, Feyzullah Budak, 2003

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.