Yazan Sevim Ünal.
On bir yıl önceydi. Akademi’de heykeltraşlık atölyesine yazılmıştım. İki yıl ders aldıktan sonra, resmi özlediğimi fark etmiş ve modern resimde kendimi geliştirmek üzere aynı akademinin modern resim atölyesine geçmiştim. Aradan onca zaman geçti tabi. Bu yıl yeniden heykeltraşlık atölyesine döndüm. Hocalar beni görünce şaşırdılar. ‘Ne işin var burada?’ dedi klasik heykeltraşlık dersleri veren. ‘Yarım bırakmıştım, tamamlamaya geldim’ dedim. Atölye’ye şöyle bir göz attım. Epey değişmişti. Üstelik çok az kişi vardı. Anlaşılan sanat artık hobi’ye dönüşmüştü. Öğrencilerin azlığından mı, başka bir nedenden mi artık bu iki hoca atölyelerini birleştirmişlerdi. İki hoca ortak ders veriyordu.
Modern heykeltraşlık atölyesi hocamız bir teknik mühendisti. Ona ait eserleri on yıl önce gördüğümde ‘bu adam bir mucit’ diye düşünmüştüm. Yine o zaman merakıma yenik düşüp asıl mesleğinin ne olduğunu kendisine sormuştum. Evet, mucit değildi fakat mesleğine uygundu yaptığı eserler. Uzun bir süre oldukça tanınmış bir şirkette çalışmış ve sonra sıkılınca Akademi’de dersler vermeye başlamış. Tabi hocanın sanata bakış açısı yine kendi mesleği üzerindendi. Genelde hareket eden objeler tasarlıyor, bunları tasarlamak için matematiksel işlemler üzerine kafa yoruyordu. Yani enstalasyon sanatçısıydı.
Günümüzde sanat; enstalasyon, video, çok büyük boyutlarda yapıtlar, absürt diyebileceğimiz tasarımlarla dolu. Birçoğunda ‘hani yetenek’ diye bir düşünce geçiyor aklınızdan. Başınızı çevirdiğiniz her eserde bir fikir fırtınası yaşanıyor. En iyi fikri bulan kazanır, en absürt olan duyulur.
Atölye’ye geri dönecek olursak, şimdilik güncel sanat üzerine dersler alıyoruz. Haftada bir gün, günümüze ait sanatçılar tanıtılıyor, yaptığı eserlerin, internet üzerinden görselleri sunuluyor.
‘Bunlardan feyz alın, esinlenin sonra da kendi eserinizi yaratın’ diyordu hoca. ‘Hmm’ demek zorunda kalıyorsunuz. Bu ‘hmm’ boş bir zamanın simgesi. Yani, daha derin bir araştırma yapmak için kendine tanınmış bir zaman diliminin veya bu alanda deneyler yapmak üzere bıraktığınız bir boşluğun simgesi.
Genelde, tanıttığı sanatçılar çok tanınmış, dünyaca ün salmış olanlardı. Onlara ait eserlerin hepsi çok büyük bütçeler gerektiren şeylerdi. Proje bazında çalışılmış ve desteklenmiş, dev çalışmalardı. Tüm bunları görmek aklıma tek bir düşünce getiriyordu. Günümüz sanatçısı fikrini projelendiriyor, sunuyor, maddi desteği bulduktan sonra ki, bu az buz bir miktar değil; gerisini kendisine çalışacak ustalara bırakıyor olmalıydı. ‘Hadi bakalım, bana şu boyutta bir demir dökün, şunu yapın, bunu yapın. Şu tarihe hazır olsun bu parçalar.’ Hoca da öyle olduğunu tastikler şekilde anlatıyordu. O anlatırken aklımdan şunlar geçiyordu. ‘Sanat için büyük miktarda para, çokça usta ve devlet desteği gerekiyor. Bunları edindikten sonra yeteneğe gerek kalmıyor. Fikir yetiyor.’
Bir hafta sonu, daha önceden planlanmış, güncel bir sergiyi gezmek için Belçika’nın ufak bir şehrine gidiyoruz. Çalışmalar bu şehrin çeşitli mekanlarına, sokaklarına serpiştirilmiş.
Gerçi çoğu bir süre sonra yıktırılacak büyük bir binada sergilenmişti. Gerisi de farklı mekanlarda bulunuyordu.
O gün elimize, eserlerin sergilendiği mekanlara dair bir harita tutuşturuldu. Ona bakıp, sırasıyla geziyoruz. Dar sokaklardan geçerken gördüğümüz her şeye dikkatle bakıyoruz. Çünkü elimizdeki haritada bazı şeyler net değil, aramak gerekiyor. Önden giden ve elinde aynı haritayı tutan iki sanat sever bir evin önünde duruyor. ‘sanırım buldum’ diye heyecanlı bir sesle yanındakine dönüyor. Adamın bulduğunu biz de görmek istediğimiz için hızla yanına gidiyoruz. Dar sokakta, minik bir evin penceresinin yanında, tebeşirle çizilmiş beyaz çizgileri gösteriyor. ‘İşte bu’ diyor. Başımızı kaldırıp şaşkınlıkla bir önceki gün yağmurdan yer yer silinmiş çizgilere bakıyoruz. Sonra birbirimize dönüyoruz. ‘Bu mu?’ deme cesaretin gösteriyorum. Aslında şaşkınlığım çok büyük.
Diğerleri de başlıyorlar söylenmeye. Sonra gülüp, yolumuza devam ediyoruz. Aynı sanatçının bir çok yerde çizgileriyle karşılaşıyoruz. Tabi diğer sanatçıların çalışmalarıyla da.
O andan itibaren her şeye sanat olabilir titizliğiyle iyice bakmadan geçmiyoruz. Yolda hoca ve diğer atölyelerden kişilerden bir grupla karşılaşıyoruz. ‘Buldunuz mu hepsini?’ diye soruyor hoca. ‘Bulduk’ derken gülmeden edemiyoruz. ‘Hocam!’ adam dönüp bakıyor. ‘Sanırım bir şeyi unutmuşlar.’
‘Nedir?’ diye soruyor. ‘Yeteneklerini eserlere aktarmayı. Gördüğüm her şey sadece fikir.’ O da aklıma yatmadığını anlıyor, yüzünü buruşturuyor. Grup dağılıyor. Herkes bir tarafa gidiyor. Ben bulduğum en yakın kafe’ye girip oturuyorum. Sıcak bir kahve söylüyorum kendime. Dışarısı soğuk ve yağmur yağma ihtimali var. Bir süre sonra hoca da gelip karşıma oturuyor. Pat diye başlıyor açıklamaya. ‘Bu zamanda, sanatta fikir çok önemli’ diyor. Uzun uzun nedenlerini anlatıyor. Tabi ki, güzel çalışmalarla karşılaşıyorum fakat beni düşündüren şey ‘sanat nereye gidiyor?’ sorusunun yanıtı. Biraz da endişeliyim. Bir yerden sonra hocayı dinlemek yerine için-için kendimle konuşuyorum. ‘Cici cici şeyler yapıyorum. Bu cicilikten nasıl sıyrılacağım? Hadi sıyrıldım diyelim. Bunun sanat olduğuna kendimi gerçekten inandırabilecek miyim? Yıllarca yetenek ve fikir dendi. Şimdi her şeyi bir kenara atıp, sadece orijinal bir fikir yeterli deniyor. Aklım almıyor, canım sıkılıyordu bunlara.’
Hoca’ya ayıp olmasın diye düşüncelerimden sıyrılıp onu dinlemeye devam ediyorum. O da büyük bir hevesle anlatmaya devam ediyor. Sohbet uzayıp gidiyor. Derin bir iç çekiyorum. ‘Üzülme, yaparsın’ deyip, gülümsüyor. Bir süre sonra diğerleri de geliyor, sonra kalkıp, dönmek üzere yola çıkıyoruz.
Yolda aynı konular yeniden tartışılıyor.
28/09/2018
Antwerpen/Belgium