Haberin yayım tarihi
2018-02-22
Haberin bulunduğu kategoriler

PROF. DR. SEVİLAY ALTINTAŞ'I TANIYALIM

Bizden Portreler

Sevim Ünal Yazdı

Prof. Dr. Sevilay Altıntaş’ı tanıyalım.

Edegem-Antwerpen’de yaşıyor. Evi çalıştığı hastane olan UZA’ya çok yakın.

Kendisinden, çok önce 14 Şubat sabahı bu röportajı yapmak için randevu almıştım. O kadar yoğundu ki, verdiği saate hayır diyemedim. Böylesi değerli insanların da randevularına az biraz uykudan ödün verip gitmek gerekir yani. Tabi bana erken gelen saat onun için belki de geç bir zaman dilimiydi. 

Neyse, evden sabah çıkıp, gps’e adresi koydum. Bir süre sonra evinin önündeydim fakat verdiği saatten yarım saat daha erken varmıştım. Mecburen geri döndüm. Merkeze gidip kahvaltı ettikten sonra yeniden verilen adrese gittim. Tam randevu saatiydi. Zile basıp bekledim ve bir süre sonra doktorumuz bütün sempatikliğiyle karşımdaydı. ‘Çıtır’ diye isimlendirdiği sevimli mi sevimli köpeği de peşi sıra kapıya gelmişti. İçeriye geçtik. Geniç, çok ışık alan ve arka kapısı bahçeye açılan bir salona geçtik.

Önceden demlediği Türk çaylarını hazırlamak için mutfağa geçti. Şöyle bir etrafa göz gezdirdim, gözüme ilk çarpan şey, duvarda asılı olan aile fotoğrafı oldu. Bir adam, bir kadın ve üç çocuk. Kadın hamileydi. Üstünde yetmişlere ait kıyafetlerle sıcacık bakıyorlardı. Sevilay ‘annem, babam ve kardeşlerim’ diye açıkladı. Kendisi altı kardeşten ikincisiymiş. Üçü Türkiye’de doğmuş, diğer üçü de  Antwepen’de. 1972 yılın’da İstabul’dan Belçika’ya geldiğinde henüz iki yaşındaymış. Çay bardaklarını tepsiye koyarken o dönemlerini hayal meyal hatırladığını ekliyor sözlerine.

-Peki nerede yaşıyordunuz, nerede tamamladınız eğitiminizi, zorlukları nelerdi?-

Ben önceden hazırlamış olduğum sorulara şöyle bir göz gezdirirken, Sevilay başlıyor anlatmaya.

Sevilay Altıntaş: Antwerpen Berchem’de yaşıyorduk. (Anvers) Liseyi bitirdikten sonra UIA Üniversitedine yazıldım. Amacım tıp okumaktı. Doktor olmak ise hayalimdi.

Çocukken de  ‘doktor olacağım’ derdim. Tabi bu hayalin peşinden giderken birçok şey yaşadım. Üniversiteye yazılacağım yıla dek, çevremizdekiler ‘kız çocuğu okutulmaz’ diye babama sürekli  baskı yapıyorlardı.  O dönemlerde bizim toplumda bu tarz düşünen kişiler çok olduğundan eğitmenler bilirlerdi büyüklerimizin kız çocuklarına karşı düşüncelerini. Zaten işçi ailesi çocuklarının pek bir şey başarmalarını da beklemezlerdi. Herkesi meslek liselerine yönlendirme çabası vardı. Gerçi o dönem birlikte okuduğumuz ve doktor çıkmış bir kaç arkadaş daha var. (Burada birkaç kişinin adını sayıyor.)

Kız çocuklarının payına genelde evlilik düşerdi.  Mesela kız kardeşimi 16 yaşında nişanladılar. Bana da Türkiye’den bir akrabamızla evlenmem için baskı yapıyorlardı. Direndim, karşı geldim. Baskılar artınca, babamın karşısına dikilip ‘ya okurum veya evden okumak için kaçarım’ diye çıkıştım. Kararlılığım onları etkilemiş olacak ki, o tür bir dayatmadan vaz geçtiler. Yinede ara sıra Türkiye’de olan akrabamızın ekonomik durumundan bahsediliyorlardı. Eğer evlilik yoluyla Belçika’ya getirilirse onlara çok büyük bir iyilik yapılmış olunacağından dem vurulurdu.

Tıp fakültesinin ilk yılındaydım. Sanırım o fikri bilinçaltıma işlemiş olacaklar ki, kaydımı sildirdim.

-Yani evlenmeye mi karar verdiniz?-

Sevilay Altıntaş: Evet, Tıp fakültesinden çıkıp Teknik okula kayıt yaptırmıştım. Oraya başladıktan bir süre sonra eğitim görevlilerinden birisi beni kenara çekip şöyle dedi ‘ burada ne yapıyorsun? Burası sana göre bir yer değil, kendini harcama!’ diye uyardı. O an kendime geldim. ‘Gerçekten ben ne yapıyorum? Hayallerimden vazgeçiyorum’ diye düşündüm. O hocanın beni uyarması büyük şanstı. Sonra yine Tıp fakültesine geri döndüm. Dördüncü yılımda evlendim. İki çocuğum oldu. Yani ben iki çocuğum varken Üniversiteyi bitirdim.

-Eğitimiz boyunca karşılaştığınız zorluklar oldu mu ve dayanamadığınız zamanlarda her şeyi bırakmayı düşündümüz mü?-

Sevilay Altıntaş: Aslında eğitimim boyunca bana zor gelen bir şey ile karşılaşmadım. Fakat eğitimim bitmek üzereyken, şöyle bir şey yaşadım; Kadın doğumda bir yer ayarlamıştım. Çünkü o dalda çalışmak istiyordum ve çok emek vermiştim. En nihayet her şey hazırdı. İşe başlayabilecektim fakat son anda o bölümdeki bir profesörün akrabasını işe alıp beni devre dışı bıraktılar. Oysa o kişinin puanları benimkilerinden çok düşüktü. İşte o zaman düşkırıklığına uğradım. Tabi bırakmak değil de, ara vermek istedim. Dinlenmek istiyordum. Çocuklarım küçüktü. Belki onlarla daha fazla zaman geçiririm diye düşünerek ilk yıl kenara çekildim. Bu arada dört çocuğuklu bir anne  olmuştum.

-Dört çocuk mu?-

Sevilay Altıntaş: Evet. İşte ikisi Üniversitedeyken, diğer ikisi de mesleğe atıldığım yıllarda oldu.

Biliyor musun ben hep annemi rol model olarak ele aldım. Annem çok çalışkan bir kadındı. Altı çocuğu vardı ve o, hem evde, hem de dışarda çalışıp, didiniyordu. Öğrencilik yıllarımda ellimden geldiğince ona yardımcı olmak için gidip yardım ederdim.

Neyse işte, ara vermeye karar verdiğim zaman Profesörü aradım ve kararımı bildirdim. Bana çıkıştı ‘ sen bırakamazsın, bırakırsan dağılırsın’ dedi. Sonra başka bölümler önerdi. Teklif ettiği bölümler benim ilgimi çekmiyordu. Kendisi Hematoloji (kan ile ilgili hastalıkları inceleyen bilim dalı)  bölümünü yapıyordu, bu bölüm ilgimi çekmiyordu.

Fakat profesör ısrarcıydı.  ‘Ne olursa olsun, otuz yaşında diplomanı alınca bende çalışacaksın. Sana şimdiden yerini ayarlıyorum ‘ dedi.

Tam o sıralarda Almanya’da yaşayan amcam akciğer kanseri oldu. Onunla ilgilendim. Onu buraya getirdik. Burada amcamla o kadar güzel ilgilendiler ki, ben de  Onkoloji yapmaya karar verdim. Fakat profesör beni Hematoloji bölümünde eğitim görmem için ikna etti.  ‘İlkin Hematoloji yap, oradan da Onkoloji’ye geçersin’ diye önermişti.

-Ne zaman oludu tüm bunlar?-

Sevilay Altıntaş: Üniversite beşinci sınıfta.

 Hematoloji’ye başladım fakat bana psikolojik olarak çok ağır geldi. Hastaların çoğu gençti ve ölüm oranları çok yüksekti. Bu anlamda o bölümü zor buldum. Profesör de ‘madem öyle, sen Onkoloji’ye geç’ dedi. Onkoloji’ye geçtim. Bana UZA’da altı yıllık plan verdiler. Dört yıl Dahiliye yaptım sonra iki yıl da Onkoloji yaptım. Bu arada dördüncü çocuğuma hamileydim. Asistanlığımın son yılında bir konferanstaydım. Bir doktor arkadaş dedi ki ‘ sen doktora yapmalısın.’ O an, bu teklif bana imkansız gibi geldi. Çünkü dört çocuğum vardı, bütün gün çalışıyordum. Doktora için zaman gerekiyordu. Üstelik bu eğitim için bizim hastanede her şey bulunmuyor, diğer Üniversitelerle birlikte çalışmak zorundaydım. Önce ret ettim. ‘Benim koşullarım çok ağır ve yapamam dedim. Fakat eve gidince kendimi doktoraya hazırlanırken buldum. (Burada gülüyor) Benim karekterim böyle işte. ‘Madem benden beklenen bu, yapmalıyım ’ diye düşünerek kolları sıvarım. Bilgisayarımın başına geçip tez konumu seçtim. Tez konum meme kanserinin bir ön aşamasıydı. Bu konuyu araştırmaya başladım. ‘İşte tez konumda tamam’ dedim.

Ya, ben hiç bir konuda zaman kaybetmeyi sevmem. Altı yıl doktora yaptım. Yani hem doktora yaptım, hem de iki ayrı hastanede bütün gün çalıştım. Geceleri de doktora için evde çalışıyordum. Aşırı yoğundum.  Diye bilirim ki, o dönemler günde sadece bir kaç saat uyuyordum. Sonuçta azmin karşısında hiç bir şey durmuyor. Yüzüne sempatik bir gülümseme yerleşiyor. Siyah-beyaz, afacan bir kedisi var. Bir ara köpeği Çıtır onu kovalıyor. Sevilay ikisini uyarıyor. Kalkıp kediye yemesi için bir şeyler veriyor, sonra onu bahçeye salıyor, gelip oturuyor. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.

-Peki neden bütün gün çalışmak zorunda kalıyordunuz?-

Sevilay Altıntaş: O dönemlerimiz ekonomik olarak biraz zordu. Yani, genç bir aileyiz, o zamanlar çocuklar da küçüktü. Yeni bir ev yaptırmaya başlamıştık. Haliyle giderlerimiz fazlaydı. Para kazanmak zorundaydım ama tabi en çok mesleğimi sevdiğim içindi o gayret. Yani işte meslek aşkından diyelim. Ve normalde doktora benim yaptığım gibi yapılmıyor. Yarım gün hastanede çalışıyor ve geri kalan zamanda doktora yapmak için değerlendiriliyor.

Bir de ben bir şeyleri ertelemeyi sevmiyorum. Karar verildi mi olmalı.

Emeğinizin karşılığını aldığınızı görüyorum. Hastaneye yakın, güzel bir eviniz var, dört çocuğunuz, kediniz ve bir de çok şirin köpeğiniz var.

Sevilay Altıntaş: Evet. Onca emeğin karşılı olmalıydı. Eğitimim bittikten sonra meslek hayatımdaki başarılarım da kaçınılmaz olarak üst üste geldi. Örneğin ben hiç bir zaman iş aramak zorunda kalmadım. Bana hep bir yerlerden teklif geldi. Şimdi UZA’da çalışıyorum, Onkoloji dersleri veriyorum, uluslararası kongrelere gidiyorum, seminerilere davet ediliyorum ve benzeri birçok yere davet ediliyorum.

-Bu kadar yoğunsunuz, özel hayatınızı düzenli olarak sürdürebilmek için destek alıyor  musunuz?-

Sevilay Altıntaş: Ailem var, yani kızkardeşlerim, annem olsun bana sürekli destek oluyorlar. Ayrıca  çocuklarım da var, onlar artık büyüdüler ve çok destek oluyorlar.

-Ne zaman Profesör oldunuz?-

Sevilay Altıntaş: 2011 yılında ünvanımı aldım.

Biz yabancılar ırkçılıktan da çok şikayetçiyiz. Eğitimiz boyunca, kadın olduğunuz için veya etnik kimliğinizden dolayı ırkçılıkla karşılaştınız mı?

Sevilay Altıntaş: Her ne kadar Irkçılıkla her yerde karşılaşılabileceği gibi, bu ülkede de karşılaşılabilir. Mesela kendi ülkemizde yok mu? Ama iki defa ırkçılıkla karşılaştım onları anlatayım. Hastanede, dermotolojideydim. Bir hastanın ayağına eğildim, bakım yapacaktım. Hasta ayağıyla beni geriye itti. Beni istemediğini söyledi. Profesör beni o an kapıya koydu. Yani benden odadan çıkmamı istedi. Bunu çok yanlış bulmuştum. Oysa beni desteklemesi gerekiyordu. İkinci olayda, Nefroloji’de oldu. (Böbrek hastalığı) Nefroloji sunumu yaptığımda ki, o dersin profesörü çok disiplinliydi. Ne yalan söyleyeyim adamdan çekiniyordum. Fakat sınavım da çok iyi geçmişti. Yüksek not alma beklentisindeydim. Kağıdımı hiç yüzüme bakmadan aldı, notu verdi sonra başını kaldırıp bana baktı. Bir şaşkınlık yaşadı. Bana öfkeli bir sesle ‘Nerelisin sen, nerden geliyorsun, kökenlerin nedir?’ gibi sorular sordu.  Aslında bana demek istediği sesinin tonundan da bariz belliydi ‘bu ülkede ne işin vardı.’ Bu soruyu direk soramadığı için o soruları sormuştu. İlk defa öyle birisiyle karşılaşmıştım. Bunlar dışında bir şeyle karşılaşmadım.

-Meslektaşların nasıl karşılıyor sizi. Hani etnik kimliğiniz, belki kadın oluşunuz onlar üzerinde bir ötekileştirme veya kıskançlık yarattı mı?-

Sevilay Altıntaş: Etnik kimliğim veya kadın oluşum değil de mensup olduğum din’den dolayı eleştiriler aldım. 2015 Yılında İŞİD’in İslam adı altında kadınlara yaptıklarını gerçekten İslam’a mal ettiler. Hani, artık onların yapay bir terör örgütü olduğunu dünya biliyor. İslama fobiyi büyütmek adına da İslam’a yüklenen şeyler yapılıyor. Fakat çevremdeki meslektaşlarım bunu farklı algıladıkları için ‘nasıl bir dininiz var? Öldürüyor, kadını insandan saymıyor vs..’ gibi yorumlar yaptılar. Bu biraz üzücü oldu. Ama onlara olayların öyle olmadığını anlatmak da zordu. Bunları da kafama takacak lüksüm yok. Yoğunuz, bu tür şeylere ayıracak zamanımız yok. Ne yapıyorum? Aldırmıyorum. Kulaklarımı tıkayıp, işimi yapıyorum. Ha, bak bu konuda iyiyimdir. (Gülüyor). Kadın olmaya gelince. Mesleğimde kadın olmamdan dolayı hiç bir dezavantaj yaşamadım. İş yerimde doktorum, evime gelince anne oluyorum.

-Mesleğinizin avantaj veya dezavantajları nelerdir?-

Sevilay Altıntaş: Dezavantaj olarak, erken kaybettiğimiz hastalarımızın bıraktığı üzüntü diyebiliriz. Avantajı ise, bu hastalığı geçiren kişilerin hayata bakış açılarının değişmesi. Yani hayata daha değer veriyorlar. Onları görünce etkileniyor insan. Hayat ve zamanın anlamını iyi kavramak gerekiyor.

-Hastalarınızın yaş ortlaması nedir?-

Sevilay Altıntaş: Ben meme kanserinde uzmanlaştığım için o konuda bilgi vereyim. Bu tür hastalarımızda her ne kadar çok genç hastamız olsa da 50-55 yaş grubu daha fazla. Tabi farklı türde kanser tipi var. Kanserin türüne göre ölüm oranları değişiyor.

Hep deriz ki, artık kanser arttı, acaba gerçekten kanser arttı mı, yoksa teknolojinin gelişimi, yani internet, sosyal medya’ın varlığından dolayı bu vakalardan haberdar olmaya başladık?

Sevilay Altıntaş: Eskiye dönüp baktığımız zaman, uzun yaşamadığımızı görüyoruz.  50 veya 65 yaşına gelindiğinde ölüyorduk.  ‘Yaşlandı öldü’ deniyordu. Oysa ölenlerin bir çoğu doktor yüzü görmezdi. Peki neden öldü? Bu bilinmezdi. Belki de ölenlerin birçoğu kanserden ölmüştü. Fakat günümüzde Tıp ilerledi, kanser tehlikesi varsa erkenden teşhis edilebiliyor. Ona dair gelişmiş tıbbı malzemeleri var. Akıllı diye adlandırabileceğimiz ilaçlar üretildi. Bu ilaçlar gerçekten çok iyi. Ortalama yaş oranımızda  yükseldiği için hücrelerin yıpranması, dönüşmesi, yani kanser olması normal.

-Her tür kanser ilaçlarını Belçika’da bulmak mümkün mü, bunlar Sağlık Sigortası tarafından karşılanıyor mu?-

Sevilay Altıntaş: Evet, bulunuyor.  Amerika’da çok çok iyi ilaçlar var fakat çok pahalı. Bir aylık bir   İmmünoterapi  tedavisi (bağışıklık sistemini kanser hücrelere karşı daha dayanıklı hale getirmek)  on bin euro dolaylarında.

-Jenerikleri yok mu? Bir de bir hastanın iyileştim diyebilmesi için ne kadar bir süre geçmesi gerekiyor?-

Sevilay Altıntaş: Hayır, yeni ilaçların Jenerikleri olmaz. Bir kanser hastasının iyileştim diyebileceği belli bir süre yok. Kanser hücresi tamamen yok edilemiyor. Bir yerlerde illa ki, bir şey kalıyor. Bu hücrenin pasif olması önemli. Bu noktada kişinin vucüdunun direnci söz konusu. Diyelim bir kanser hastası, bu hastalıkla mücadele etmiş ve aradan 30 yıl geçmiş. 30 yıl sonra kanser hücresinin tekrar canlanması mümkün. ‘Ben iyileştim, tamamen kurtuldum, artık hastalanmam’ diye bir şey yok.

-Peki kanser neden olur, örneğin stres bu hastalığa yakalanmak için bir neden mi?-

Sevilay Altıntaş: Başlı başına stres bu hastalığa yakalanmak için bir etken değildir. Sağlıksız yaşam çok büyük bir etkendir. Kilo alma, alkol, sigara, spor yapmama vs..gibi şeyler kansere davetiye çıkartıyor. Yine de  insanların kanserden eskisi gibi korkmamaları gerekiyor. Kronik bir hastalığa dönüştü. Bazı hastalarım var, öldü derken, ilaçların varlığı sayesinde on yıldır yaşıyorlar. Yani kanser hücresi hiç bir zaman tükenmiyor.

-Yani herkeste kanser hücresi bulunuyor mu?-

Sevilay Altıntaş: Evet, hepimizde var bu hücreler. Fakat canlı değiller. Onları bastıran genlerimiz var. Genler ne zaman bozulur? Sigara içersin, kilo alırsın, yani sağlıksız yaşarsan genler bozulur. Bu da kanser tehlikesine yol açar. Sağlıklı yaşamak çok önemli.

-Bir de şöyle bir önyargı var. Yani Türk kadınları arasında çok duyuyorum bunu. Memografi radyasyon yayıyormuş. O yüzden kadınlar pek memografi yaptırmaktan yana değiller. Bu doğru bir korku mu?-

Sevilay Altıntaş: Tabiki doğru bir korku değil. Öyle bir şey de olamaz. Düşünün ki, devlet 50 yaş kadınların memografi yapmalarını destekliyor. Bu yaş grubu ücretsiz memografiye giriyorlar. Eğer öyle bir zararı olsa böyle bir destek sözkonusu olur muydu? Kesinlikle yanlış bir kanı. Bana gelen Türk hastaların arzuları arasında daha çok check up yaptırmak var. Oysa bu çok gereksiz bir şey. Sizi rahatsız etmeyen bir hastalığınız olmadığı sürece buna ne gerek var. Belki Türkiye’de bunu alışkanlık edinmiş olabilirler fakat işte asıl o zaman radyasyon alırlar. Bakın ben burada çeşitli seminerlere katılıp, Türkçe bilgi veriyorum ama katılım yok. İlgilenen yok, dinleyen yok. Sonra kalkıp gelip full check up yaptırmak istiyorlar. Bu sadece Türkiye’de değil tabi, burada da özel bazı hastaneler para kazanmak için yapıyorlar. İnsanlar gereksiz  şeyler yaptırmamalılar. Özellikle sağlıklarıyla ilgili ise kesinlikle kaçınmalılar.

-Biraz da Think-Pink projesini konuşalım. Nedir bu proje, buradaki amaç nedir?-

Sevilay Altıntaş:  (Onkoloji) Bizim bölüm başkanı hocası, Spor bölümü hocası ve Fizyo terapi bölümü profesörü, üçü bu projeyi düşünmüşler. Kanserli hastalarda en büyük risk faktörü kilolu yaşamak, sağlıksız yaşamak. Hocalarımız da bu proje ile kanserli hastalara spor yaptırarak onların ne kadar sürede toparlanacaklarını, ne derece hızlı iyileşme katedeceklerini yani sporun bu hastalardaki etkisini bu projeyi uygulayarak gözlemlemeyi düşünmüşler. Bu düşünce yetkili kişiler tarafından onaylandı, ben de onayladım. Daha sonra Think-Pink’ten de destek istendi. Onlarda destek vermeyi kabul ettiler. Sonuçta çok maliyetli bir proje. Dokuz ay boyunca 12 kanser hastası ve 12 de onları çalıştıracak spor eğitmeni (hastaları yönlendiren, motive eden kişiler). İşte Think-Pink (kanser sonrası sağlıklı yaşama derneği) bu projeyi destekledi. Şimdi bizim yapacağımız bu Brüksel-Paris  projemizde katılım ücreti kişi başı 750€. Bu projeye 80-90 kişi katılıyor. 100,000€ yakın bir meblağ toplanıyor. Bu miktar da bir kanser projesine gidiyor. Yani Think-Pink bu projelerin gerçekleşmesi için organizasyonlar yapıyor ve insanlardan para topluyor. Bizimkine benzer projelere destek sunuyor. Desteklenmesi gereken önemli bir kurumdur.

-Son olarak, hekimlik yolunda adım atmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?-

Sevilay Altıntaş: Öncelikle yapacakları meslek kutsal ve saygın bir meslek, bunun bilincinde olsunlar. Sevecekleri bir bölümü yapsınlar ve emek versinler. Mesleği edindikten sonra da sadece para için yapmasınlar.

Sevilay hocam, bana ayırdığınız bu değerli zaman için çok teşekkür ediyorum.

Röpörtaj. Sevim Ünal

Antwerpen-Belçika

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.