Dış göç başladığından beri Anadolu insanları tüm dünyaya dağıldılar.
Dile kolay ama şun günlerde Belçika’da Türkiye’den Belçika’ya Göçün 50.Yıl kutlamaları düzenleniyor…
Göç veren devlet de destekliyor, göç alan ülke de…
Bu ayın 11.de Türk Diyanet Vakfı’nda saar 15.00’te Belçika Fransızca Konuşanlar Toplumu Başbakanı bayan Fadila Laanan’ın da hazır bulunacakları bir ödül töreni düzenlenecek.
İlk gelenlerden 40’ı aşkın insanımızın Türkçe anılarını ben Fransızca diline çevirdim ve anılar bayan Laanan’ın desteğiyle iki dilli kitap haline getirildi…
Bahse konu törende yapılacak resmi konuşmalar eşliğinde katkı sağlayan ilk gelenlere tercümana, Avrasya İletişim yetkililerine kitapçıkla birlikte bol teşekkür, alkış ve plaketler sunulacak.
***
Göç olgusu sonucunda insanlarımız, kuşaktan kuşağa gelişerek, en azından konuşma dillerini geliştirdiler…
Ama bu derin sohbetlere, siyasete, edebiyata, tiyatroya, sinemaya, felsefeye, okumaya, yazmaya yetmiyor…
Benim gibi tercümanlığı meslek edinmişlere başvuru ise, ücretli olduğu için, son çare olarak düşünülüyor ve çoğunlukla da iş işten geçmiş oluyor…
Ahlar, vahlar, ayağına düştüm, kurtar beni abiler fayda etmiyor…
***
Dil öğrenmek çok zor iş…
Özellikle de eğitimli yetişkinler için…
Hamama giren terler misali önce dil hamamına girmek, keselenmek, sabunlanmak gerek!
Hamama girmeden önce de peştemal bağlamasını öğrenmek gerek!
Ki sonradan adlî, hukuki, edebi ve şiirsel çeviriye geçilsin…
Dil ve/veya kültür iklimi canlandırılabilsin.
Dil kendi iç musikisini koruyabilsin.
Matematiksel ve mekanik tercüme kokusundan sıyrılabilsin.
***
Yıllar önce tek kişilik bir oyunda, yanılmıyorsam Almaya’dan gelen meddah Memed beyden, zevkle dinlemiştim!
Yıllar boyu zevk ile anlattım ve her seferinde çok beğenildi…
«Dil dile değmeden dil öğrenilmez»
***
İstanbul’da yaşayan bir memur ailesi liseyi bitiren biricik oğullarını Almanya’ya gönderirler…
Amaçları oğullarının yabancı dil ögrenmesi, yüksek tahsil yapması, farklı ülkeler ve insanlar görmesi…
Oğlan uçağa biner ve yollara düşer…
Uçak Berlin Havalimanına iner ve karşılamaya gelir, oğlanı alır giderler.
Oğlan bir anda kendisini yaklaşık 150.000 Türk’ün yaşadığı Kreuzberg Mahallesinde bulur kendisini…
Hayatı boyunca bu sayıda Türkü bir arada görmemiştir.
Önü, arkası, sağı, solu, kasabı, manavı, berberi, bakkalı, marketi hepsi Türk…
Ve herkes, İstanbul’da olduğu olmasa da, Türkçe konuşmaya gayret ediyor…
Almanca ögrenmesi neredeyse imkânsızdır…
Günler, haftalar, aylar çok çabuk geçer, Almanca bir türlü gelişmez, delikanlı vicdan azabı çekmeye başlar…
Zira ebeveynlerine yalan söylemeye başlamıştır ve para sızdırabilmek için bu yalanlarına devam etmek zorundadır…
Durumunu en yakın Türk arkadaşı fark eder ve tecrübeli bu delikanlı akıl vermeye başlar…
***
Bizimkisi arkaşının verdiği akılları saf saf dinler ve onun dediğini yapar…
Türk hamamına gider yıkanır, Türk berberinde sinek kaydı traş olur ve tam berberden çıkarken çakır gözlü sarışın Alman kızı Helga ile burun burun gelir…
Delikanlı o denli yakışıklıdır ki Helga neredeyse kucağına düser…
Hani kısmet insanın ayağına gelirmiş misali…
Ardan birkaç ay daha geçer ve durumdan haberdar olan akıl hocası arkadaşıyla karşılaşır…
Arkadaşı hemen Almancasının durumunu sorar…
«Yengen şakır şakır Türkçe konuşuyor, koçum» «Dil dile değmeden dil öğrenilmez» der bizim Almancayı ve ebeveynlerini unutan delikanlı…
***
Avrupa Birliği ülkelerinde yaşamış olan ilk gelenlerimiz, yani anne ve babalarımız, dil bilmemenin bedelini çok ağır ödediler.
Buralarda doğan, büyüyen gençlerimiz ise sadece konuşma dilini akıcı olarak biliyorlar.
Bu ise çok çok çok yetersiz.
Globalleşen dünyada öncelikle kendisini kurtarmanın yolu kaliteli eğitimden ve yabancı diller bilmekten geçer…
Yakup YURT ©
Brüksel, 03-03-2015