Kriz Yaprakları, Avrupa Mevsimleri: AB değişiyor. Türkiye açısından önemli noktalar......
Artık anlaşıldı ki, kriz ile yaprak dökümü hızlandı. Sosyal güvenlik, finans, emeklilik gibi temel siyasetler dökülüyor. Avrupa`da siyaset ve ekonominin tazelenme mevsimi yaklaşıyor.
Sonbahar yaprakları dökülüyor; kırmızı, yeşil ve sarının her tonunda... Boston ve çevresinde, yeni İngiltere olarak tanımlanan ABD’nin kuzeydoğu eyaletlerinde sonbahar renkleri ünlüdür.
Harvard Üniversitesi’nde bir konferans ‘Küresel Kriz Sonrası Avrupa’. Atlantik’in iki yakasından akademisyenler, icraatın içinden yetkililer ve siyasetçiler, krizde dökülen yaprakları ve bahar esintilerini tartışıyor. Yüzler asık.
Harvard’da Avrupa konferansı
Konuşmama AB’nin kriz sonrası olası senaryoları ile başlıyorum. Euro krizinin ilginç bir yanı var. Para birimi olarak euro değer kaybetmedi, tam tersine yükseldi. Dünya ticaretindeki payı da dolardan sonra ikinci konumda. Uluslararası teknoloji, ulaştırma, yatırım, teknoloji, turizm gibi birçok temel alanda dünya liderliğini AB ile ABD birlikte sürdürüyor. Bu noktada, AB dışından bir bakış ile şu konuları vurgulamam gerekiyor: Uluslararası kamuoyu Avrupa’nın küresel krizden yeni bir enerji ile çıkmakta olduğunu en az beş alandaki gelişmelere bakarak değerlendirecek:
1- Euro Bölgesi’nin yönetimi: Bankacılık birliği, tek denetim sistemi, banka sorunlarının çözümü mekanizması; mevduat güvence planı.
2- Uluslararası ekonomik eksenler: ABD ile Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP), Japonya ve Hindistan ile serbest ticaret anlaşması, en önemli ticaret ortağı olduğu Çin ile stratejik ortaklık, Rusya ile enerjiden ticaret ve güvenliğe uzanan yeni bir anlaşma, en önemli aday ülke Türkiye ile üyelik sürecinin tutarlı olarak ilerlemesi...
3- Ulusal düzeyde reformlar: Girişimciliği, esnek iş piyasalarını, risk sermayesini, yatırım ortamını ve dolayısı ile Avrupa’nın küresel rekabet gücünü destekleyen reformların başta Fransa olmak üzere AB ülkelerinde uygulamaya geçmesi. Almanya, İsveç, Danimarka gibi ülkelerin başarılı deneyimlerinin itici gücünün devreye girmesi.
4- Kurumsal reform: AB bir bütün olarak, tektip üyelikten oluşan bir kurguda ilerlemekte zorlanıyor. Avrupa yakında 30-35 üyeli olacak. Sıkı bir federal birlik içinde yer almak istemeyen İngiltere, İsveç, Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler var. Bazı ülkeler ise zaten teknik olarak kuralları derinleşmiş bir Euro Bölgesi’ne dahil olmakta zorlanıyor. Ufukta iki çemberli bir Avrupa şekilleniyor. Önemli olan bu sürecin kurumsal mühendisliğinin iyi yönetilmesi.
5- Demokrasi: Avrupa Parlamentosu Haziran 2014’te seçimler sonrası yeniden toplandığında aşırı uçlarda siyasi hareketlerin koltuk sayısı tüm dünyanın dikkatinde olacak. Son yılların artan işsizlik ortamından faydalanan aşırı sağ partiler birçok AB ülkesinde merkez sağ ve sol dengesine dayalı siyaseti bulanıklaştırıyor. Avrupa demokrasisinin önünde önemli bir saygınlık sınavı var.
Tüm bu gelişmelerin AB’nin genişleme sürecine etkileri çok önemli. Türkiye AB üyeliğinin gereklerini yerine getirdiğinde çok daha güçlü bir demokrasi, ekonomi ve toplumsal kalkınma ülkesi olmuş demektir. O gün, AB’nin de çekim gücünün yüksek olması gerekiyor. Nasıl ki 19. yüzyıldan beri dünya düzenini esas olarak dönüşümcü teknolojiler belirliyor (elektrik, motor, telefon, bilgisayar çipi, nükleer kaynaşma, yapay zekâ...), AB’nin de dönüşümcü gücü ülkelerin kaderine yöne verebiliyor. Bu hem üye hem de aday ülkeler için geçerli. AB bu tabloda bir tekil aktör, bir siyasi özne değil. AB bir değerler birliği, çıkarlar dayanışması ve değişimci proje. Bu açıdan bakıldığında Fransa, İngiltere, Almanya gibi büyük ekonomiler bile AB kuralları ve koşulları sayesinde dünya rekabet ortamına uyum sağladı. AB projesini kendi iç ekonomik reformlarının başarısı için bir dış etki kaynağı olarak kullanabildiler. Türkiye gibi kıdemli bir aday ülke için de AB sürecinin dönüşümcü gücünün başarılı olduğu bir dönem yaşandı.
Tam bu sözlere gelmişken o sırada teatral bir sahne oluşuyor. Bahsettiğim dönemin olabilecek en önemli simge kişisi konferans salonuna giriyor: Romano Prodi. Türkiye’nin resmen aday ülke olduğu, sonra da müzakerelere başladığı 1999-2004 döneminin AB Komisyonu Başkanı. Öncesi ve sonrasında da İtalya Başbakanı. Hemen kendisine işaret ederek: “İşte bu başarılı dönemin mimarlarından Başkan Prodi de aramıza katıldı. Bir zamanlar AB kriterleri ve koşulları çok etkiliydi. Türkiye de bu sayede çok önemli ilerlemeler kat etti. Demokrasi, tüketici hakları, gıda güvenliği, çevre, sosyal haklar... Ama bugün AB’nin küresel krizi kötü yaşaması çekim gücünü azalttı. Bunun sonucunda Türkiye de olumsuz etkilendi. Demokrasi oksijeni azaldı. Ekonomik kalkınmanın teknolojik atılım boyutu güçlenemedi. AB projesinin başarısına sadece üye ve aday ülkeler değil, tüm dünyanın ihtiyacı var. İnsanlık için barış, halklar arası dayanışma, demokrasi, özgürlükler, yaratıcı toplumlar, sosyal refah ve doğayı korumak için başarılı bir AB projesi gerekiyor.”
Başarı vakası
Prodi de söz alınca teşekkür ediyor ve destekliyor bu görüşleri. Türkiye’nin AB üyeliğine belirleyici desteğini konuşuyoruz sonra. Demokrasi ve ekonominin çok kırılgan olduğu bir Türkiye için dönüm noktası olan 1999 Helsinki AB Konseyi kararı öncesindeki görüşmelerimiz, düzenlediğimiz siyasi iletişim amaçlı konsere verdiği destek, 2001 krizi patlak verdiğinde ertesi sabah beni çağırarak konuya hemen vâkıf olma çabası, TÜSİAD Yönetim Kurulu’nu Brüksel’de kabulünde AB Komisyonu’nun toplantı masasında herkesi birer komiser koltuğuna buyur ederek yaptığı jest. Daha sonra 2004’te müzakerelere giden yolun mihenk taşı olan komisyon raporu: “Türkiye, Kopenhag siyasi kıstaslarına yeterince uymaktadır”...
Prof. Prodi bugün geçmişin başarılarının geleceğin güvencesi olduğunu vurguluyor. Diğer yandan mevcut siyasi sistemin, hatta demokrasi anlayışının daha federal ve güçlü bir AB projesi için kökten değişmesi gerektiğine inanıyor. Değişimin kaçınılmazlığını, küresel krizin içine kapattığı AB’nin daha etkin bir dünya aktörü olmak için hem daha federal olması hem de genişlemesi gerektiğini, bunun tektip üyelik ile zor olduğu gerçeğini ve iki çemberli bir Avrupa tasarımının, ideal olmasa da en pratik yol olduğunu savunuyor Avrupalı bilge.
Artık anlaşıldı ki, kriz ile yaprak dökümü hızlandı. Sosyal güvenlik, finans, emeklilik gibi temel siyasetler dökülüyor. Avrupa’da siyaset ve ekonominin tazelenme mevsimi yaklaşıyor. Türkiye gibi aday ülkelere doğru AB’nin genişleme politikası da kabuk değiştiriyor. Farklı ülkelerin farklı yaklaşımları serpiliyor yerlere. Avrupa kıtası tüm renkleri ile, siyasi çeşitliliği ve siyaset farklılıkları ile geçirecek kışı. İlkbaharda tekrar canlanacak mı? Mevsimleri yönetmekte deneyimli Avrupa bir kere daha bu hedefe odaklandı. Bu sefer köklü reformlar olmadan güneşli günler uzakta. Bu konuda mutabakat var. Belki de yakında siyasi iklim değişir, ‘Avrupa Baharı’ olur; yüzler gülümser.
Bahadır Kaleağası - Radikal, 16.XI.2013
Dr Bahadır Kaleağası
International Coordinator - TÜSİAD
Turkish Industry & Business Association
President, Bosphorus Institute
BRUSSELS :
TUSIAD Representation to
the EU and BUSINESSEUROPE
(The Confederation of European Business)
T: +32 2 7364047 twitter.com/kaleagasi
kaleagasi@tusiad.org www.kaleagasi.net