Milattan önce I. yüzyıl. Roma İmparatorluğu’nun fethettiği topraklara kendi barış ve hukuk düzenini kuruyor.
Arkalarında süngü, kuzeye doğru püskürtülen “barbar” Gotlar meydan okuyorlar, sert bir Alman aksanıyla:
“Tamam şimdi gidiyoruz. Fakat dikkat! Geri geleceğiz”.
Galyalı Astérix’in yaratıcıları Goscinny ve Uderzo’nun kurgusuna göre böyle olmuş. Henüz çizgi romanının ilk sayısının üçüncü karesinde “Fransa’daki Alman algısı” hicvedilir. Daha sonraki serüvenlerden “Astérix Gotların Ülkesinde” ise, Fransa-Almanya ilişkilerine toplumsal önyargılar süzgecinden bakan bir mizah eseridir.
AB’nin kökleri Ren havzasında
Tabii tarihin derinliklerinde kalmamış bu algılar. Almanlar Charlemagne ile başlayarak birçok kere Fransa’ya geri geldiler. Bismarck ve Hitler dönemlerinde Paris’i iki kere işgal ettiler. Fransızlar da Ren Nehri ötesine sık sık gittiler. Napolyon zamanında hızlarını alamayıp, Alman toprakları üzerinden Rus steplerine, Volga kıyılarına uzandılar. Fransız Devrimi’nin cumhuriyetçi fikirleri ile yoğrulmakta olan Alman aydınları için Fransız işgali derin entelektüel yaralar açtı. Bu çatışmalar soyadı “Galya’dan” anlamına gelen General Charles de Gaulle’ün iktidarına kadar sürdü. Arada iki dünya savaşına odak olan bu şiddetli ikili ilişkiler tarihi, 1945’den sonra bambaşka bir boyuta geçti. Kan, yıkım ve kin yerini önce işbirliğine sonra ortaklığa ve derken ekonomik ve siyasal birlik projelerine bıraktı.
Mucize olmadı. Yalnızca, Decartes, Rousseau, Goethe ve Kant’ın ülkelerinde akılcılık sonunda ağır bastı. Tarihten ders alınırken esiri olunmadı. Hamaset yerine sağduyu, intikam yerine uzlaşma, siyasal yobazlık yerine uzak görüşlü liderlik önplana çıktı. Avrupa Birliği’nin atası olan Avrupa Ekonomik Topluluğu bu hedefler doğrultusunda atılmış işlevsel bir adımdı. AB’nin kurucu babaları işe önce savaş sanayisinin ana sektörü ve iki ülke arasında Ren Nehri boyu yoğunlaşan kömür ve çelik piyasalarının birleşmesi projesiyle başladılar. Ortak pazar hedefiyle devam ettiler.
AB’nin altı üye ülkeli döneminde, Avrupa bütünleşme sürecinin merkez yapısı 22 Ocak 1963’te imzalanan Elysée anlaşması ile oluştu. Bundan sonra Paris-Bonn ekseni Avrupa Birliği’ne giden sürecin motoru oldu. Birçok dosyada görüş ayrılıkları kaçınılmaz olsa da, genişleme, para birliği, antlaşmaların reformu, savunma politikası, Airbus ve Ariane gibi birçok AB atılımında, eski azılı düşmanların işbirliği belirleyici oldu.
Almanya’yı savaş sonrası travmadan kurtaran devlet adamı Konrad Adenauer ile De Gaulle tarafından başlatılan ortaklık, sonradan gelen liderler tarafından da sürdürüldü. Avrupa tarihinin sayfalarına, kadeh tokuşturan Pompidou ile Brandt, satranç oyununa dalmış Giscard ile Schmidt, savaş şehitleri anıtı önünde el ele saygı duruşunda bulunan Mitterand ile Kohl ve iki ülke gençlerini birlikte kucaklayan Chirac ile Schröder fotoğraflarının simgelediği bir Fransız-Alman mantık ekseni damgasını vurdu.
Zamansız önyargılar
Bugün iki ülke Avrupa Birliği içinde bir ortak merkezi güç oluşturmaktalar. Bir tarafta 82 milyon Alman, öbür tarafta 66 milyon Fransız. Birbirlerinin en büyük ihracat pazarı iki ülke. ABD’den sonra Fransa’nın en önemli yabancı yatırım kaynağı Almanya. Fransa da Almanya’da dördüncü sırada. Ayrıca yılda elli kadar da şirket birleşmesi kaydediliyor. Ekonomi paralelinde, toplumlararası ilişkiler de derinleşmekte. Kırk yılda iki ülke arasındaki değişim programlarına 7 milyondan fazla genç katılmış. Bin sekizyüz belediye ve üçbin okul birbiriyle kardeş olmuş. Yılda ortalama 280 Fransızca kitap Almanca ve 120 Almanca kitap da Fransızca yayınlanıyor. Ortak askeri tugaylar ve hükümet toplantıları gibi simgesel önem ötesi uygulamalar da var.
Fransa’da “Alman korkusunun (germanofobi) tarihi”ni yazan George Valance’a göre, her şeye rağmen toplumsal dürtüler tamamen silinmedi. Özellikle ekonomik veya siyasal kriz dönemlerinde “bazı Fransızlar” şaka yollu veya daha doğrudan Almanya hakkında önyargılı eğilimler içinde olabiliyor.
Almanlar ise Euro bölgesini yönetmeye ve Avrupa’yı “kurtarmaya” çalışıyorken, Dünya’nın gözünde 20. yüzyılın Avrupa’yı yakıp yıkan hatalarını bu sefer iyi niyetli ve pasifik bir yaklaşımla tekrarlama kaygısını taşıyor (Joscka Fisher, Suddeutche Zeitung, Haziran 2012).
Avrupa konularına yaklaşımda da Fransa’nın göreceli merkeziyetçiliği ile Almanya’nın federalist anlayışı çatışıyor. Almanya, birleştiği 1871’e kadar, Avrupa haritasında küçük devletçiklerden oluşan bir siyasal-ekonomik-kültürel alan olarak var olmaktaydı. Bunlar dışında kalan iki devlet, Prusya ile Avusturya arasındaki rekabeti birincisi kazandı, büyük Almanya oluştu. Üstelik Prusya bu zafere, Fransa’ya karşı savaş kazanarak ulaştı. Savaşın bir gerekçesi ise, Fransız elçinin Prusya Kralı hakkında hakaretler içeren bir sahte belgesinin Prusya Başbakanı Bismarck tarafından basına sızdırılması ile başlayan ihtilaftı.
“Avrupa için büyük, Dünya için küçük”
Almanya daha sonra özellikle Hitler diktatörlüğünde merkeziyetçi sistem deneyiminden geçti. II. Dünya Savaşı sonrasındaki anayasal düzeni ABD etkisinde yine federal oldu. Avrupa Birliği projesi de böyle bir federal yapıda ilerliyor. 2010’ların Euro bölgesinin yönetim krizine kadar, Almanya AB için kendininkine benzer bir federal yapı öneriyordu. Brüksel’de AB Komisyonu ulusal bir hükümet gibi düzenlenecek, Avrupa Parlamentosu ulusüstü bir temsilciler meclisi olacak, Konsey de devletlerin senatosu, Bundesrat.
Paris ise aslında federal bir Avrupa fikri ile hep dans içinde olduğu halde, hiçbir zaman Almanya ile tango yapmadı. Euro krizi sonrasında, üçüncü kere seçilmiş güçlü bir Merkel döneminde, Berlin artık AB şantiyesinin temel direği olarak kendini görüyor. Küresel rekabet ortamında hem daha güçlü, hem de daha geniş bir AB için formüller arıyor. Almanya hala eski tanımlanması ile “Avrupa için çok büyük, Dünya için çok küçük”. Avrupa’nın geleceğini Almanya’nın liderliği ile Fransa ve İngiltere üçlüsü çizmeye devam edecek. Avrupa büyük olasılıkla merkezde Euro bölgesi ve etrafında geniş çemberi oluşturan AB sistemi ile bütünleşecek. Fransa bütçe disiplini konusunda Almanya’ya, Almanya da bankacılık birliği reformunda Fransa’ya yakınlaşacak.
Türkiye açısından Almanya-Fransa eksenindeki gelişmelerin izdüşümleri ülkenin Avrupa’daki ve uluslararası dengelerdeki kaderine yön verecek. TÜSİAD’ın da AB etkinliklerinin iki önemli direğini Paris’te Bosphorus Enstitüsü ve Berlin’de TCCI (Türkiye: Değişim Kültürü Girişimi) oluşturuyor.
Yeni Merkel döneminde, Ankara’nın en az dört mesajı etkili birer uluslararası iletişim tasarımına dönüştürmesi iyi olur:
- Almanya başarılı olmalı. Türkiye yeni Alman hükümetinin ulusal ekonomik reformlar ve AB’nin küresel rekabet gücü için başarılı olmasını diler.
- Türkiye ile Avrupa daha güçlü. Türkiye’nin demokratik reformları ve sosyo-ekonomik kalkınması Almanya’nın da demokratik değerleri ve ulusal çıkarları ile örtüşüyorsa, çare daha fazla Avrupa’dır. AB müzakereleri Almanya sayesinde ilerlemeli, Almanya’ya rağmen değil.
- Almanya Türkleri kültürel hazinedir. Türkiye kökenli Almanya vatandaşları, iki ülke arası ilişkilerde yaratıcı bir ilerleme gücüne dönüşmeli.
- Almanya-Fransa-Türkiye üçgeni. Paris-Berlin-Ankara ekseni için Avrupa ve uluslararası ortamda verimli alanlar var: enerji, ticaret, güvenlik, çevre, G20…
Astérix çizgi romanı uzun bir aradan sonra yeni bir senarist ve çizerle devam ediyor.
Belki bir gün “Astérix Türklerin Ülkesinde” serüveni de olur.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Dr Bahadır Kaleağası
International Coordinator - TÜSİAD
Turkish Industry & Business Association
www.tusiad.org