Bülent Tanör ve Hrant Dink’in aziz anılarına
Yüzotuz yıl önce, 1876’da Osmanlı payitahtı İstanbul’da ilk meclis toplandı. Sınırlı bir seçimle göreve gelen, sınırlı yetkilere sahip Meclis-i Mebusan ile ilk sınırlı demokrasi deneyimi başlamıştı. Türkiye’nin kaderinde artık bir demokrasi ülküsü ve mücadelesi vardı.
Artı ve eksileri bir yana, bu sayede oluşan meclis geleneği 23 Nisan 1920’de Ankara’da dünya bağımsızlık tarihinin en özgün modeline temel oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş mücadelesi bir meclis ve onun yetkilendirdiği Başkomutan Mustafa Kemal ile başladı. Ne var ki aynı ülkeden dünya askeri darbeler tarihine de özgün katkılar çıktı daha sonraları. Ve yine aynı ülke, son yüzyılın en önemli demokratik güç projesi olan Avrupa Birliği’ne üyelik yolunda artık. Bu süreç içinde tarihsel, etnik, dinsel ve jeo-stratejik özellikleri ile özgün bir demokrasi başarısı vakası olma yolunda ilerliyor.
Yüzyirmi yıl sonra, önce merhum Bülent Tanör’ün “Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri” raporu TÜSİAD tarafından yayınlandığında çok farklı bir ulusal ve uluslararası ortam vardı. Avrupa Birliği Aralık 1997’de Lüksemburg zirvesinde yeni “aile fotoğrafı” hazırlığındaydı. Avrupa genişleyecekti. Türkiye’de ise, siyaset, bürokrasi ve diplomaside ülke insanın onurunu, ülkenin uluslararası saygınlığını ve küresel gelişmeleri doğru algılayamayan bir zihniyet diğerlerine baskın çıkmaktaydı.
“Ya olacak, ya olacak” mantıksızlığı içinde, Türkiye’nin jeo-stratejik konumunun aile fotoğrafına girmek için yeterli olacağı yanılgısı yaygındı. Toplumsal kalkınma ve ekonomik rekabet gücü ile AB süreci arasındaki bağ dikkate alınmamaktaydı. En önemlisi, Avrupa ve dünya sahnesinde güçlü ve saygın bir Türkiye için demokratik reform gereği göz ardı edilmekteydi. Demokrasi sorunlarının Türklerin haklarını, onurunu ve ulusal çıkarlarını nasıl derinden zedelediğini anlaşılamıyordu. AB, Kıbrıs, Ermeni savları, terörle mücadele, ihracat, turizm, yabancı sermaye, vize, bilim, eğitim, teknoloji, toplumlar arası ilişkiler gibi birçok temel konuda Türkiye uzun yıllar boyu demokrasi sorunları nedeniyle ulusal çıkarlarını iyi koruyamadı.
Türkiye’nin demokrasi tarihinde çok önemli bir dönüm noktası oluşturan ilk Bülent Tanör raporu 1997 yılı başında bu ortamda yayınlandı. Türkiye’nin çağdaş bir demokrasi olabilmesi için insan hakları, anayasa, yargı, ceza kanunu, medeni hukuk, eğitim gibi demokrasinin temellerini oluşturan alanlarda yüz kadar önemli değişiklik veya yenilik gerektiği ortaya çıkmıştı.
Bu rapor sayesinde Türk demokrasisinin üzerine çöken sis dağıldı. İçeriden bakıldığında “böyle gelmiş böle gider” karamsarlığı yerine somut ve ilerlemeye açık bir yol haritası oluştu. Dışarıdan bakıldığında, “geri kalmış bir ülkenin iflah olmaz bulanık siyasal rejimi” görüntüsü dağıldı. Yerine demokratik sorunlarını belli yasal düzenlemelerle çözülebilecek bir ülke belirdi. Türkiye’nin demokratik sorunlarını esas olarak Batılı bir yasal ortamda yaşadığı ve çözüm yollarının da Avrupalı bir çerçevede gerçekleşeceği ortaya çıktı. En önemlisi, Türkiye artık dışarıdan eleştirilere yer bırakmadan kendi demokratik sorunlarına hâkim olmaya başladı.
Türkiye’nin demokratik eksiklikleri yüzünden Avrupa aile fotoğrafının dışında kalması ile başlayan kriz 1999 yılı sonunda Helsinki AB Konseyi zirvesinin aday ülke statüsünü onaylaması ile son buldu. Bu aşamaya gelinirken Bülent Tanör raporu ve sonrasındaki iki yıldaki ilerlemeleri değerlendiren ikinci rapor çok etkili oldu. AB ülkelerine yönelik iletişim etkinliklerimizde ortada artık iki yıl öncesine göre yüzde otuz civarında ilerleme kaydedilmiş ve sekteye uğratılmaması gereken somut bir demokratikleşme süreci vardı. Nitekim AB Komisyonu da zirve kararına temel olan ilk yıllık Türkiye ilerleme raporunda bu raporları temel referans olarak aldı.
Ulusal çıkar mantığı
Sonraki yıllarda raporlar Prof. Süheyl Batum ve Zafer Üskül`ün katkıları ile devam etti. Ecevit, Gül ve Erdoğan hükümetleri dönemlerinde Türkiye demokratik reformlarda ilerledi. Başta CHP ve DYP olmak üzere muhalefet de bu yönde destek oldu. Sonunda 2004 yılı sonbaharı geldiğinde AB Komisyonu raporu dünyaya “Türkiye’yi Kopenhag siyasal kıstaslarına yeterince uyan” ülke ilan etti. Bu sayede Türkiye’nin müzakere yolu açıldı. Yirmibeş AB ülkesi, çekinceli olan birkaç tanesi dâhil oybirliği ile Türkiye’nin AB üyeliği yolunu onayladılar. Fanatik Ermeni ve Rum lobi kesimleri, PKK uzantıları, köktendinci Hıristiyanlar ve diğer karşıt çevreler köşeye sıkıştılar; sustular. Türk demokrasisi yükseldikçe Türkiye’nin siyasal ve ekonomik çıkarları dünya sahnesinde güçlendi.
Fakat 2005 sonundan başlayarak bu Türkiye karşıtları ummadıkları bir hediye aldılar. Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinden kaynaklanan soruşturma ve davalar Türkiye’yi tekrardan zayıflatmaya başladı. Her şeyden önce bilgi çağında bu yasa önce kendi amacına ihanet eder bir etki yarattı. “Türklüğe hakaret” olarak suçlanan görüşler açılan soruşturmalar yüzünden tüm dünyaya yayıldı. Türkiye özgüvensiz, kırılgan bir ülke görüntüsüne saplandı. Türkiye karşıtları 301. madde sayesinde güçlendiler.
Örneğin Fransa’daki bazı Ermeni örgütleri, ılımlı ve yurtsever görüşlerinden haz etmedikleri Hrant Dink bu madde yüzünden mahkûm olunca kaybettiklerini sandıkları bir dosyayı yeniden gündeme getirttiler. Fransa meclisinde “soykırımı inkâr” yasası onaylandı. Yasa tasarısı lehine söz alan Fransız siyasetçi Devedjian konuşmasında TCK 301. maddeye odaklandı. PKK’dan, o dönemin milliyetçi G. Kıbrıs lideri Papadopulos’a bir çok çevre 301. maddenin varlığını sürdürmesi için dua ediyordu.
Demokraside bir gün
Cuma, 19 Ocak 2007
Saat 10. İstanbul.
Gün demokrasi tarihi ile açılıyor. Geleceğe umutla başlıyor. İlk meclisin 1876 yılındaki toplantına mekân olan Dolmabahçe Sarayı manzaralı otelin bir konferans salonu. Prof. Zafer Üskül’ün hazırladığı son TÜSİAD raporunun tanıtım toplantısı:
“Türk Demokrasisi`nde 130 Yıl: Prof. Dr. Bülent Tanör anısına Türkiye`de Demokratikleşme Perspektifleri raporunun 10. yıl güncellemesi.”
Türk demokrasisi çok ilerledi yüzotuz yılda. On yıl öncesine göre ise, Türkiye AB kıstaslarına çok yaklaştı. Fakat geriye kalan sorunları çözme yolunda zaman kaybına tahammül yok. Demokrasi zirvesi yolunda yükseldikçe dönemeçler daha sert, uçurumlar daha sarp. Ülke daha görünür ve gözde. Düşünce özgürlüğü, yargı reformu, azınlık vakıfları, kültürel haklar, vatandaşa saygılı ve hizmetkâr bir hukuk devleti ve Anayasa’nın 21. yüzyıla uyumu gibi birçok atılım daha gerekiyor. Türkiye için. Türkler için. Küresel düzende daha özgüvenli ve rekabet gücü yüksek bir Türk toplumu için. Yakın coğrafyamızda saygın bir demokratik güç odağı ve örnek ülke olarak da insanlık uygarlığına katkıda bulunabilmek için.
Saat 12. İstanbul.
Türkiye’de iş yapan, daha fazla yatırımı, sermaye naklini, iş yaratmayı değerlendiren şirket temsilcileriyle görüşme. Soruları yalnızca ekonomik değil. Bundan sonra siyasal kriz olur mu? Türk demokrasinin ufku açık mı? Yanıtlar dengeli olmak zorunda. Türk ekonomisi krizlere dayanıklı artık. Demokrasiden geri dönüş yok. Fakat zaman zaman inişler yaşanacaktır. Yine de herkes hemfikir: ülkenin geleceği parlak.
Saat 15. Ankara.
AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Günter Verheugen uçaktan iniyor. Kendisini karşılayan AB yetkililerine durumu soruyor. Yanıt iyimser ve temkinli. Ülkenin çok iyi gittiğine fakat hala önemli zafiyet noktaları olduğuna vurgu var. Verheugen yeni havaalanının ışıltılarını gösteriyor. Türkiye’nin artık geri dönüşü olmayan bir çağdaşlık ve yükselen güç olma yolunda olduğuna inanıyor. O sırada bir cep telefonu çalıyor. Acı haber geliyor. Kalpler sıkışıyor. Sanki ışıklar sönüyor: Hrant Dink öldürüldü.
Saat 19. Ankara.
AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Verheugen 2006’da kendisine verilen TÜSİAD Dış Politika Ödülü törenindeki konuşmasında çok önemli mesajlar veriyor:
“Türkiye’nin üyeliği Avrupa’yı küresel bir oyuncu haline getirecek. Belki de bu yüzden Avrupa’da bazıları bu konuda tereddütlü davranıyor. Bu insanların 21. yüzyılın gerçeklerinden kaçmalarına izin vermeyelim. Güçlü ve birlik olmuş bir Avrupa olarak yüzyılımızın zorluklarının üstesinden gelebiliriz. Korku ve kendi kendine yeterlilik anlayışıyla hareket eden bir grup ülke bunu başaramaz.
AB’nin kapısından girmek isteyen herkesin Avrupa tarihinin temel dersini eksiksiz olarak benimsemesi gerekir: bu, sürdürülebilir barış, istikrar, refah, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına tam saygı, azınlıkların korunması ve iyi komşuluk ilişkileri dersidir. Türkiye’den beklentilerimizin temelinde işte bunlar yatıyor. Türkiye ile ilişkilerinde AB işte bu adımları desteklemek konusunda kararlı.
Avrupalılara, özellikle de halen zihinlerinde soru işaretleri ve şüpheler bulunanlara, Türkiye’nin Birliğe katılım sürecinin sonuçlarının neler olacağını her zaman açıklamak zorundayız. Avrupa Birliği’ne katılmış bir Türkiye, artık, süreç başlamadan önceki ülke olmayacaktır. Hukukun üstünlüğü ve insan haklarının sonuna kadar gözetildiği, azınlıkların korunduğu ve eşit fırsatlara sahip olduğu eksiksiz bir demokrasiye sahip bir ülke olacaktır. Böylesi bir fırsatın elimizden kaçmasına göz yumarsak hem AB hem de Türkiye büyük bir hata yapmış olur.”
Saat 24.
Ankara. İstanbul. Brüksel. Berlin, Paris, Londra, Washington, Moskova, Pekin, Tokyo, Bağdat...
Ajanslar haberleri geçmeye devam ediyor.
Türkiye’nin demokrasi tarihinde hazin bir gün sona eriyor.
Dünya dönüyor.
Umutlar asla bitmiyor.
Kararlılık güçleniyor.
Mücadele sürüyor.
Dr Bahadır Kaleağası
International Coordinator - TÜSİAD
Turkish Industry & Business Association