İzzet Dönmez Yazdı..
Bizim gençlik yıllarımızda merhum Necmettin Erbakan, İslam NATO`su, İslam Ortak Pazarı, İslam Dinarı dedikçe çok hoşumuza gidiyordu.
Dünya`da ki bütün Müslüman ülkelerle tek çatı altında birleşecektik.
Petrolümüzde vardı.
O zaman değmeyin keyfimize.
Hem güçlü olacaktık, hem de refahımız artacaktı.
Bunun ham bir hayal olduğunu yıllar geçtikçe anladık.
Hem gelişmiş batı ülkelerini, Hem İslam ülkelerini tek tek görünce, bunun mümkün olamayacağını çıplak gözle gördüm.
Ayrı ayrı ülkelerin siyasi, ekonomik ve askeri entegrasyona girebilmeleri için olmazsa olmaz iki kriter vardır.
Demokrasi ve laiklik, ülkeler arasında kalıcı işbirliğinin olmazsa olmazıdır bu iki kural.
Şimdi bir batıya bakalım.
NATO ile bir askeri şemsiye altındalar.
AB ile ekonomik şemsiye altındalar.
Üst hukuk kurumları bile ortak.
Daha başka bir çok ortaklıkları var.
Yegane kriterleri demokrasi ve laiklik.
Birde batının geçmişine bakalım.
Din ve mezhep savaşları yüzünden milyonlarca can kaybettiler.
Tarihte ki otuz yıl, yüz yıl savaşları, birer mezhep savaşıdır.
Hristiyan, Hristiyan’ı öldürmüştür o savaşlarda.
Katolikliğin mihver ülkesi Fransa ile Protestanlığın mihver ülkesi Almanya arasında geçmiştir bu savaşlar.
Birinci ve ikinci dünya savaşlarında bile bu iki ülke, mihver ülkelerdir.
Tarihte bilinen Haçlı seferleri dahi, Müslüman ülkelere olduğu kadar, Ortodoks ülkelere karşı da yapılmıştır.
Önce Ortodoksluğun ruhani merkezi İstanbul yağmalanmıştır.
Bu savaşlarda 50 milyonun çok üzerinde insan ölmüştür.
Batı çok ağır bedeller ödeyerek, demokratik ve laik düzene geçmiştir.
Tarih kitaplarını açın, bir bakın.
Cemel Vak`ası, Sıffin Savaşından itibaren, Müslüman -Hristiyan kavgasından daha fazla kavga, Müslüman`ın Müslümanla arasında olmuştur.
1400 yıldır Müslüman`ın Müslümanla devam eden kavgası vardır.
Fransa ile Almanya, mezhep kavgalarını bırakmasa idi, bugünkü AB olabilir miydi?
Demokrasi ve laiklik, herkesin kendi orijinal kimliği ile özgürce yaşadığı sistemin adıdır.
İnsanlık çok ağır bedeller ödeyerek buralara gelmiştir.
Tıpkı Fransa ile Almanya gibi.
Türkiye ve İran, İslam Dünyasının iki farklı mezhebe ait iki mihver ülkesi.
İlginçtir; bu iki ülke etnik bakımdan % 65-70 oranında homojen.
Türkiye`de de, İran`da da, bilinenin aksine nüfusun çoğunluğu Türk.
İran`da farklı boylarda 40 milyona yakın Türk yaşıyor.
Yani, yeryüzünde Şiiliğinde, Sünniliğinde mihver milleti Türklerdir.
İran`ı Şii yapan Türklerdir.
Sadece bu iki ülke siyasi, askeri ve ekonomik entegrasyona gitseler, daha o gün dünyanın 5. büyük süper gücü oluyor.
İşin içine dini aidiyetler girince, olmuyor.
Bize göre İran 5. Mezhep, İran`a göre biz Yezit`in torunlarıyız.
Fransa ve İtalya`da bir Katolik mümin, Protestan`a asla Protestan demez.
Ya ne der?
Sadece "Kafir" der.
Mümin bir Katolik için asla "Protestanlık" diye bir hak mezhep yoktur.
Onlar, Katoliklikten ayrılınca, kafir olmuşlardır.
Yani yok hükmündedirler.
Bütün bu kavgaları, demokrasi ve laik devlet düzeni ile çözmüşler.
Demokrasi ve laiklik, birbirini kabul etme, birbirine tahammül etme rejimidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk`ün bu millete miras bıraktığı üç şey var.
Ebediyyen kendisine medyun-u şükran olmamız gereken üç şey.
Biri Diyanet İşleri Başkanlığı, diğeri Türkçe Kur`an meali, ötekisi de Elmalılı Hoca`nın yazdığı Kur`an Tefsiridir.
.Elmalılı Hoca`nın yazdığı Kur`an Tefsiri, Kur`anı Kerim`den sonra benim ikinci başvuru kaynağımdır.
Onun içindir ki; Türkiye yeryüzünde ki 56 İslam Ülkesi arasında açık ara birinci ülkedir.
Müslüman ülkeler arasında işbirliği olmaz mı?
Elbette ki olabilir.
Olmalıdır da zaten.
.Hem de acil olarak olmalıdır.
Ancak bunun olmazsa olmazı Demokrasi ve laikliktir.
Yani halk egemenliğine dayalı bir yönetim şeklidir.
Ben, laiklik deyince, birilerinin horozlarının kabardığını hissediyorum.
Hayır, öyle değil, doğru laiklik, din ve vicdan özgürlüğüdür.
Bizim bu güne kadar yaşadığımız laiklik değildir.
Bizim geçmişte yaşadığımız şey, açıkça din düşmanlığıdır.
O değildir bizim istediğimiz.
Bizim istediğimiz şeyi atalarımız bize yaşatmış zaten.
Bizim istediğimiz laiklikte, inanç ve kimliklerin özgürce yaşandığı ve ifade edildiği bir iklim vardır.
İranlı Ahund ile, Türkiyeli İmam`ın beraberce dua edebildiği rejimdir.
Cuma namazı kılındıktan sonra, topluca Cem Evine gidilerek, Allah`ın huzuruna secde eden Canların saygı ile izlendiği rejimdir laiklik.
Siz, o Cem törenlerinde "Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali" diye "Hu" çekenleri saygı ile sabır ile, hoşgörü ile dinlerseniz.
Bakın ve görün ki; Onlarda camiye yavaş yavaş gelecektir.
Onların yaptığı ibadet, İslam`ın mistik bir yorumudur.
Her mümin Alevi`nin evinde mutlaka Kur`an-ı Kerim vardır.
Başka kitap yoktur yani.
Şia`nın namaz kıldığı her camide ahund, Ka`beye dönerek namaz kıldırır.
Şia`nın tavaf ettiği Ka`be bizimde Ka`bemizdir.
Halk egemenliği olan demokrasiyi, inançlara saygılı laikliği, insan olmanın erdemini ortak payda yapan bütün Müslümanlar birlik olabilir.
Niçin olmasın ki?
Şıhların, Şeyhlerin, Derebeylerin, Aşiretlerin, Diktatörlerin, Mezhepçilerin yönettiği Müslüman ülkelerin işbirliği bin yıl geçse dahi hayal ötesidir..
Türkiye, kendi siyasi rejimine dört elle sarılmalıdır.