İzzet Dönmez
Dün Tank Palet Fabrikası`nın özelleştirilmesi ihtimaline karşı Adapazarı`nda yapılan gösteriyi izleyince, yıllarca gerilere gittim.
Sanırım bundan 40 yıl önceydi.
Erenler-Tabakhane Mahallesinde hanımın amcasının evi vardı.
İki katlı ahşap bir ev.
Üst katta amca oturuyor, alt katta ise bir Assubay kiracı olarak oturuyor.
Hanımla bir akşam amcaya misafir olduk.
Sabahın erken saatlerinde alt katta kızılca kıyamet koptu.
Sanki alt kat yıkılıyor.
Ev sahibi amcalarda bir tepki yok.
"Ne iştir?" diye sordum.
Kiracı Assubay, müthiş kumar oynarmış.
Her kumarda kaybettiğinde, evden bir eşyayı götürüp, satarmış.
Televizyonu, buzdolabını satmış, sıra halılara gelmiş.
Assubay, halıları toparlayıp, götürmeye çalışıyor, zavallı hanımı da engel olmaya çalışıyor.
Evde para edecek tek eşya, bir halılar kalmış.
Ne dramatik bir sahne!
Bu olay, tam 40 yıl önce, gözlerimin önünde cereyan etti.
Bu topraklar, nice kumar borcu hikayelerine sahne oldu.
Her özelleştirme konuşulduğunda, bu Assubay`ın kumar borcu hikayesi aklıma gelir.
Peki, Kamu`nun İktisadi Devlet İşletmelerini özelleştirmesi, Assubay`ın halıyı satması ile aynı şey mi?
Atılan sloganlara bakarsan, bana göre aynı şey,
Bu satırların yazarı, 1970`li yıllarda, zamanın Enerji Bakanı Deniz Baykal, Ataş Rafinerisini devletleştirince, ayakta alkışlamıştı.
Onun için Tank Palet Fabrikası`nın özelleştirilmesi kararına tepki koyanlara, çokta fazla kızamıyorum.
Ancak, bu tepkiyi koyanlar, bana göre 40 yıl geride kalmışlar.
Şöyle ki;
İktisat Fakültesi 3.-4. sınıflara gelince Makro İktisat, Uluslararası İktisat dersleri okumaya başladık.
Sosyalist Sistemi de, Kapitalist Sistemi de çok ayrıntılı olarak okuduk.
Zorunlu olarak.
Kafam allak bullak oldu.
Birde 1979 yılında karayolu ile Almanya`ya gitmiştim.
Bulgaristan`ın Kırcaali Bölgesinde yolu kaybettik.
Kırcaali Bölgesi, nüfusunun % 90`ı Türk ve Çingene.
Amcaoğlu Abdullah Dönmez ile yol kenarında bir çeşme başında mola verdik.
Yolun sağında ve solunda devasa tütün tarlaları, tarlalarda çalışan kadınlı erkekli yüzlerce insan.
Türk yada Çingene, hepsi Müslüman ve hepsi Türkçe konuşuyor.
Türkiye`den geldiğimizi anlayınca, başımıza toplandılar.
Toplandılar ama, korka korka.
Bütün tütün işçilerinin başında silahlı askerler bulunuyor.
Tütün işçileri, silahlı askerler eşliğinde çalışıyor.
Bulgaristan Göçmeni vatandaşlarımız bilir bu durumu.
Askerler, öğle tatili olduğu için, bizimle konuşmalarına izin vermiş.
Kırcaali`de iki şey çok dikkatimi çekmişti.
Birincisi, tütün tarlasında çalışan işçilere, kamyonlarla ve kocaman kazanlarda yemek getiriliyor.
Yemek dediğin ne?
Tek tas çorba, sadece çorba, yanında salata dahi yok.
Pespaye kamyonlarda, pespaye kazanlarla tek kase yemek.
İşçilerin başında ise eli tüfekli asker.
İkincisi, içinden geçtiğimiz yer, bir kasaba, aylardan Ağustos ayı ve kasaba`da sadece bir tane devlet mağazası var.
Mağaza, Ağustos ayında halka palto dağıtıyor.
Halk, istediği renk ve bedende palto alabilmek için, öğle tatilinde birbirini ezercesine mağazaya hücum ediyor.
Keza ayakkabıda öyle dağıtılıyor.
Halbuki, Ankara`da Üniversite öğrenciliğim döneminde, komünist olmama bir tık kalmıştı.
Solcu hocalar, solcu öğrenciler, bize komünizmi öyle ballandıra ballandıra anlatıyorlardı ki; beynim iyice yıkanmıştı.
Ülkemiz için Komünizm`den başka çare yoktu artık.
Komünist ülkelerde işsizlik yoktu, açlık yoktu, herkes toktu, enflasyon yoktu.
Öldükten sonra yaşayacağımız cennet, komünizmle bu hayatta var olacaktı.
Yani, Cennete girmek için, ölmeye hiç gerek yoktu.
Sadece komünist olalım, yeterdi.
Bulgaristan`ı geçtik, eski Yugoslavya`ya vardık, eyvah orası da aynı,
Yoksulluk ve sefalet içinde herkes.
Yoldan geçen Türk gurbetçilerinin verdiği çikita muz`a saldırıyor çocuklar.
Yugoslavya`dan Avusturya`ya geçince, herşey değişiyor.
Sanki gece ile gündüz gibi, ak ile kara gibi,
Her yer pırıl pırıl, her yer ışıl ışıl.
Komünist olmaya bir tık kalmışken, bütün hayallerim yıkıldı.
Büyük bir hayal kırıklığı ile Türkiye`ye geri döndüm.
İlk defa, Komünizmi bana ballandıra ballandıra anlatan Tarsus`lu kız arkadaşıma anlattım durumu.
Onunda kafası karıştı.
Zaten babası çok zengin bir CHP`li kodamandı, toprak ağası idi.
Kız arkadaşım, lafta sosyalist, yaşantıda tam bir kapitalist idi.
Daha sonra diğer sosyalist arkadaşlara anlattım gördüklerimi.
Bana kimse inanmadı.
"Sen, halüsinasyon görmüşsündür" dediler, "Kitap`ta böyle yazmıyor" dediler.
1990`lı yıllardan sonra Sosyalist arkadaşlarımın hepiciği Atatürkçü oldu.
Sosyalizm, sadece Rusya`da değil, onların kafasında da yıkılmıştı.
Şimdi bir araya geldiğimizde geçmişi anlatıp, gülüp, geçiyoruz.
Eski Sovyet Ülkeleri.
Ellerindeki tüm iktisadi işletmeleri, ya kapattılar, yada bedelsiz olarak, özel sektöre devrettiler.
Bir yakın akrabam Romanya`da Devlet`e ait bir ayakkabı Fabrikasını 800 dönümlük arazisi ile birlikte sadece bir dolara satın aldı.
Hemde tapusu ile birlikte.
Yanlış okumadınız, sadece bir Amerikan Dolarına.
Romanya`da, Bulgaristan`da, Çekoslovakya`da, Macaristan`da kimse ayaklanmadı.
Kimse, Devlet İşletmeleri birilerine peşkeş çekiliyor demedi.
Şimdi o ülkelerin hepsi AB üyesi.
Refahları 8-10 kat artmış durumda.
Özel Sektör, yeni ve rekabet edebilir teknolojilerle, o fabrikaları tıkır tıkır çalıştırıyor.
Özel Sektör`ün rekabete dayanıklı ile dinamiği ile faaliyet yapmayan hiçbir iktisadi işletme, devletin sırtına kambur olmaktan ari olamaz.
Benim tam 40 yıl önce aynı tarlada bıraktıklarım, hala aynı tarlada otlamaya devam ediyorlar.
Vah ki, ne vah!