Üçüncü BM LLDC Konferansı
(5-8 Ağustos 2025, Awaza, Türkmenistan)
Derya SOYSAL / Orta Asya Uzmanı / Tarihçi
- Giderek daha fazla birbirine bağlanan bir dünyada, hiçbir ülke coğrafi “tesadüfler” yüzünden geri bırakılmamalıdır.
- Ancak 32 kara ile çevrili gelişmekte olan ülke (LLDC) için denize doğrudan erişimin olmaması, ekonomik entegrasyon, ticaretin genişletilmesi ve sürdürülebilir kalkınma açısından hâlâ büyük bir engel teşkil etmektedir.
- Yüksek taşıma maliyetleri, transit gecikmeleri, yetersiz altyapı ve dışa bağımlılık gibi faktörler, LLDC’leri küresel pazarlardan izole ederek yoksulluk ve yetersiz yatırım döngülerini devam ettirmektedir.
Bu gerçeği kabul eden Birleşmiş Milletler (BM), son yirmi yılda LLDC’lerin karşılaştığı zorlukları uluslararası kalkınma politikalarının öncelikli gündemine taşımak için kararlı adımlar atmıştır. BM En Az Gelişmiş Ülkeler, Kara ile Çevrili Gelişmekte Olan Ülkeler ve Küçük Ada Devletleri Yüksek Temsilciliği’nin (UN-OHRLLS) kurulması ve özel küresel konferanslar yoluyla, BM coğrafyanın kaderi belirlememesi gerektiği fikrini savunmuştur.
Bu makale, bu sürecin evrimini takip etmektedir — 2003’te Almatı’da düzenlenen tarihi konferanstan 2014 Viyana Zirvesi’ne ve şimdi 2025’te Türkmenistan’ın Awaza kentinde gerçekleşecek kritik dönüm noktasına kadar. Bu zirvelerin her biri, küresel ortaklıkların inşa edilmesi, transit bağlantıların iyileştirilmesi ve LLDC’lerin küresel ekonomideki rolünün yeniden tanımlanması açısından önemli kilometre taşları olmuştur.
Türkmenistan, Orta Asya’daki stratejik konumu ve uzun süredir benimsediği tarafsızlık politikası ile bu hikâyede kilit bir rol oynamaktadır. LLDC’ler üzerine Üçüncü BM Konferansı’na ev sahipliği yapma kararı sadece sembolik değildir; bu karar, diyaloğu teşvik etme, sürdürülebilir bağlantıları geliştirme ve kara ile çevrili ülkeleri kara ile bağlı ülkelere dönüştürme konusundaki derin ulusal kararlılığı yansıtmaktadır.
Umarız bu kitapçık, bu çabaların bir kaydı olmasının ötesinde, önümüzdeki on yıllık eylemler için de bir ilham kaynağı olur. Çünkü LLDC’lerin geleceği kara ile çevrili değildir — eğer en önemli ortaklıkları kurmaya devam edersek, açık, dinamik ve birbirine bağlı olacaktır.
- Giriş
Uluslararası toplum uzun zamandır coğrafyanın bir ülkenin kalkınması üzerinde temel kısıtlamalar yaratabileceğinin farkındadır. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, denize doğrudan çıkışı olmayan ve bir veya daha fazla komşu ülke ile çevrili kara ile çevrili gelişmekte olan ülkelerdir. Bu ülkeler için ticaret yolları daha uzun ve maliyetlidir, altyapı genellikle yetersizdir ve küresel pazarlara erişim engelleri çok daha yüksektir.
Bugün, Afrika, Asya, Güney Amerika ve Doğu Avrupa’da toplam 32 ülke LLDC kategorisine girmektedir ve birlikte 440 milyondan fazla insanı temsil etmektedirler. Kültürel ve coğrafi açıdan çeşitlilik gösterseler de, bu ülkeler yüksek taşıma maliyetleri, dış şoklara karşı kırılganlık ve çoğu zaman zayıf transit koridorlara bağımlılık gibi ortak zorluklarla karşı karşıyadır. Bu kısıtlamalar, sanayileşme, ihracatı çeşitlendirme, yatırım çekme ve küresel ekonomiye tam anlamıyla katılma yetilerini sınırlamaktadır.
BM’nin bu özel zorluklara yanıtı 2000’li yılların başında şekillenmeye başlamış ve 2003 yılında LLDC’lere adanmış ilk küresel konferans ile doruğa ulaşmıştır. O tarihten bu yana, LLDC gündemi on yıllık programlara dayalı, kolektif olarak tasarlanmış, uluslararası desteklenmiş ve periyodik olarak gözden geçirilen yapılandırılmış bir yaklaşıma dönüşmüştür.
Bu makale, bu yolculuğun kapsamlı bir özetini sunmayı amaçlamaktadır. LLDC Konferanslarının kökenlerini, dönüm noktalarını ve gelişen hedeflerini; politika, altyapı, ticaretin kolaylaştırılması ve ekonomik dönüşüm üzerindeki etkilerini incelemektedir. Ancak aynı zamanda, LLDC’lerin dijital inovasyon, iklim direnci, bölgesel iş birliği ve stratejik diplomasi yoluyla geleceklerini nasıl şekillendirebileceğine dair ileriye dönük bir vizyon da sunmaktadır.
Bu hikâyenin kalbinde Türkmenistan yer alıyor — fikirlerin buluşma noktası, bölgeler arası köprü ve uluslararası dayanışmanın sıkı bir savunucusu olarak. 2025 konferansına ev sahipliği yapması, ulusal liderlik ile küresel taahhüt arasında bir kesişim anını simgeliyor. Bu, 21. yüzyılda “kara ile çevrili gelişmekte olan ülke” olmanın anlamını yeniden tanımlamak için, birçok yönden doğru yer ve doğru zamandır.
- Bölüm 1:
Kara ile Çevrili Olmanın Zorluğu
Kara ile çevrili olmak basit bir coğrafi durum gibi görünebilir, ancak 32 kara ile çevrili gelişmekte olan ülke (LLDC) için bu durum, ulusal yaşamın neredeyse her alanına dokunan yapısal dezavantajlar bütünü anlamına gelmektedir. Yüksek ticaret maliyetlerinden sınırlı sanayi gelişimine kadar LLDC’ler, ekonomik büyüme ve küresel ekonomiyle entegrasyon yolunda benzersiz engellerle karşı karşıyadır.
En temel düzeyde, LLDC’ler deniz limanlarına doğrudan erişimden yoksundur — ki bu limanlar küresel ticaretin can damarlarıdır. Bu nedenle ithalat ve ihracat yolları için komşu transit ülkelere bağımlıdırlar ve bu yollar çoğu zaman gelişmemiş ya da aşırı yoğunlaşmış altyapılarla doludur. Dış koridorlara olan bu bağımlılık, ciddi maliyetler ve kırılganlıklar doğurmaktadır. BM verilerine göre, LLDC’ler sahil şeridine sahip ülkelere kıyasla ortalama iki kat daha yüksek taşıma ve ticaret maliyetleriyle karşı karşıyadır. Bazı bölgelerde, kara ile çevrili ihracatçılar mallarını sınır kapılarından geçirip uluslararası nakliye terminallerine ulaştırmak için üç haftaya kadar bekleyebilmektedir.
Bu gecikmeler ve maliyetler zincirleme etkilere yol açmaktadır. Doğrudan yabancı yatırımları caydırmakta, ihracat pazarlarındaki rekabet gücünü azaltmakta ve ekonomik faaliyetlerin ölçeğini ve çeşitliliğini sınırlamaktadır. LLDC’lerin çoğu, ihracatta büyük ölçüde ham maddelere — madenler, tarım ürünleri veya hidrokarbonlar — bağımlı kalmakta ve ekonomik dönüşüm için gerekli altyapı yatırımlarını çekmekte zorlanmaktadır. Ayrıca, bu ülkelerin birçoğu siyasi veya ekonomik olarak istikrarsız bölgelerde yer almakta ve bu durum transit ve ticaret lojistiğini daha da karmaşık hale getirmektedir.
Gelişmişlik göstergeleri ise endişe vericidir. LLDC’ler dünya nüfusunun yaklaşık %7’sini temsil etmektedir, ancak küresel mal ihracatının %1’inden daha azını gerçekleştirmektedirler. LLDC nüfuslarının yaklaşık %40’ı gecekondu benzeri koşullarda yaşamaktadır ve birçoğu gıda güvensizliği, zayıf sağlık sistemleri ve yetersiz eğitim kaynaklarıyla karşı karşıyadır. BM İnsani Gelişme Endeksi’nde en düşük sıralarda yer alan 15 ülkeden 9’u kara ile çevrilidir. Son yıllarda COVID-19 pandemisi ve jeopolitik şoklar gibi küresel krizlerin ardından LLDC’ler, elde ettikleri mütevazı kalkınma kazanımlarının çoğunu kaybetmiştir.
İsviçre veya Avusturya gibi bazı kara ile çevrili ülkeler yüksek bölgesel entegrasyon ve güçlü altyapı sayesinde başarılı olmuş olsalar da, bu örnekler istisnai durumlar olarak kalmaktadır. LLDC’lerin büyük çoğunluğu — özellikle Sahra Altı Afrika, Orta Asya ve Güney Amerika’nın bazı bölgelerinde — kalkınma yolunda lojistik, ekonomik ve kurumsal engellerle dolu bir yol izlemektedir. Basitçe söylemek gerekirse, coğrafya küresel ekonomide dışlanmışlığın bir vekili haline gelmiştir.
Ancak işte tam da bu farkındalık uluslararası eylemi harekete geçirmiştir. 2000’li yılların başından itibaren BM ve ortakları, coğrafyanın kader olmaması gerektiğini net bir şekilde ortaya koymuştur. LLDC’lerin özel ihtiyaçları diplomatik gündemin en üst seviyelerine taşınmış ve ortaklığa, altyapı yatırımlarına, bölgesel iş birliğine ve sürdürülebilir transit sistemlerine dayanan özel bir kalkınma çerçevesi ortaya çıkmıştır.
Bu bölüm, kara ile çevrili olmanın yalnızca bir “konum” meselesi değil, aynı zamanda kalkınma adaleti meselesi olduğunu anlamak için temel bir çerçeve sunmaktadır. Ayrıca uluslararası toplumun — BM öncülüğünde — LLDC’lerin potansiyelini hedeflenmiş politikalar, kaynaklar ve küresel ölçekli konferanslarla ortaya çıkarmaya neden nesiller boyu sürecek bir taahhütte bulunduğunu açıklamaktadır.
- Bölüm 2:
Birleşmiş Milletler ve LLDC Gündemi
Denize kıyısı olmayan gelişmekte olan ülkelerin (LLDC’ler) uluslararası kalkınma gündeminde ayrı bir kategori olarak tanınması, bir anda gerçekleşen bir süreç değildir. On yıllar boyunca, denize kıyısı olmayan ülkelerin karşılaştığı zorluklar çeşitli yasal ve ticaret belgelerinde kabul edilmiştir—örneğin, 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 125. Maddesi, kıyısı olmayan devletlerin denize erişim hakkını tanır. Ancak bu hükümler genellikle soyut kalmış, LLDC’ler ekonomik ve yapısal dezavantajlarını gidermeye yönelik somut bir çerçeveden yoksun olmuştur.
Bu durum 1990’ların sonları ve 2000’lerin başlarında değişmeye başladı. LLDC’lerin kendilerinin yürüttüğü diplomatik savunuculuk ve artan ekonomik analizlerle birlikte, BM sistemi bu ülkelerin durumunu özel bir kalkınma vakası olarak ele almaya başladı. 2001 yılında BM Genel Kurulu’nun En Az Gelişmiş Ülkeler, Denize Kıyısı Olmayan Gelişmekte Olan Ülkeler ve Küçük Ada Devletlerinden Sorumlu Yüksek Temsilci Ofisi’ni (UN-OHRLLS) kurması dönüm noktası oldu. Bu ofis, üç grubun benzersiz kırılganlıklarına dikkat çekmek ve onların küresel politika süreçlerinde seslerini duyurmalarını sağlamakla görevlendirildi.
UN-OHRLLS, kısa sürede LLDC savunuculuğunun kurumsal merkezi haline geldi. Görevleri arasında uluslararası desteği koordine etmek, kaynakları harekete geçirmek ve LLDC’ler, transit komşuları ve kalkınma ortakları arasında diyalog platformu oluşturmak yer aldı. En önemlisi, bu ofis 2003 yılında Kazakistan’ın Almatı kentinde gerçekleştirilecek LLDC’lere adanmış ilk küresel konferansın zeminini hazırladı.
Bu, LLDC’ler için konferans bazlı ve on yıllık dönemlere dayalı kalkınma çerçevesinin başlangıcı oldu. Yaklaşım basitti ama iddialıydı: her on yılda bir küresel konferans düzenlenecek, ilerleme değerlendirilecek, yeni bir Eylem Programı kabul edilecek ve LLDC’lerin ihtiyaçlarıyla uyumlu siyasi deklarasyonlar yayımlanacaktı. Bu programlar; altyapı, ticaretin kolaylaştırılması, transit politikası, bölgesel entegrasyon gibi öncelikli alanları belirleyerek uluslararası iş birliği için yol haritası sunacaktı.
BM’nin LLDC’lere odaklanmasının temelinde hem ekonomik mantık hem de insan hakları ilkeleri yatmaktadır. Ekonomik açıdan, LLDC’lerin küresel pazarlara entegrasyonu bölgesel istikrarı artırabilir, ticaret ağlarını genişletebilir ve kullanılmayan kaynakları harekete geçirebilir. Hak temelli bakış açısından ise, mesele eşit fırsatlar ve kapsayıcılıktır—bir ülkenin yalnızca kıyısı olmadığı için geride bırakılmaması gerektiğini vurgular.
Zamanla LLDC gündemi daha görünür ve itibarlı hale geldi. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDG’ler) içine entegre edildi; kapsayıcı ticaret, dayanıklı altyapı ve bölgesel entegrasyonu vurgulayan özel hedefler belirlendi. Addis Ababa Eylem Gündemi (kalkınma finansmanı) ve Paris İklim Anlaşması gibi küresel çerçevelerde de LLDC’ler tanındı.
Önemli olan şu ki, LLDC gündemi yalnızca yardım temelli değil, sistemsel bir değişimi hedeflemektedir. LLDC’lerin pasif yardım alıcılarından küresel ticaretin, değer zincirlerinin ve bölgesel diplomasinin aktif aktörlerine dönüşmeleri amaçlanmaktadır. Eylem Programları hukuken bağlayıcı değildir; ancak hükümetler, çok taraflı kurumlar ve özel sektör tarafından sahici bir taahhüt olarak kabul edilir.
Bu değişen ortamda, Türkmenistan özellikle aktif ve yapıcı bir ortak olarak öne çıkmıştır. Orta Asya’nın kalbinde yer alan denize kıyısı olmayan bir ülke olarak, diyalog, altyapı bağlantıları ve tarafsız diplomasiyi savunmuştur—bunlar LLDC gündemiyle doğal olarak örtüşen değerlerdir. Türkmenistan’ın 2025’te LLDC’lere yönelik üçüncü BM Konferansı’na ev sahipliği yapma kararı, hem diplomatik bir dönüm noktası hem de bölgesel kalkınma geleceğini şekillendirme niyetinin açık bir göstergesidir.
Bir sonraki bölümlerde, Almatı (2003), Viyana (2014) ve Awaza (2025) olmak üzere üç LLDC Konferansı detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Her biri, izolasyonu fırsata dönüştürme çabalarında küresel anlamda kritik bir aşamayı temsil etmektedir.