Haberin yayım tarihi
2011-12-09
Haberin bulunduğu kategoriler

Sözün Özü

Tarih boyu ben-i âdemin çözülememiş en büyük sırlarından biri, hiç şüphesiz, ona bahşedilen konuşma kabiliyetidir. Hâlâ esrarını muhafaza eden bu özel yeteneği nasıl, ne şekilde kullanacağımız ve bu istimal esnasında o kabiliyetten ne ölçüde istifade edeceğimiz tamamiyle bizim inisiyatifimize bırakılmış vaziyettedir.

İnsanı diğer bütün can iyelerinden ayıran, farklı ve üstün kılan aklı ve lisanıdır. İletişim mefhumunun en güçlü vasıtası da hiç şüphesiz lisandır. Peki lisanın kaynağı nedir? Bu soruya verilebilmiş bir cevap var mıdır? Nasıl vücut bulmuş, ne şekilde ortaya çıkmıştır genelde lisan, özelde ise lisanlar?

Bir ayette, “Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, ‘Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin’ dedi.” (Kur’an-ı Kerim: Bakara, 31) denilerek eşyanın adının ilk insan olan Hz. Âdem’e bizzat Allah (cc) tarafından öğretildiği belirtilmektedir. İncil’de de “söz”e özel bir vurgu yapılmakta ve Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı.“ (Yuhanna 1:1) denilmektedir. Her ne kadar Yuhanna’daki bu cümle Hz. İsa’nın kişiliğinde Tanrı mânâsını da ihtiva ediyor olsa bile, bu durum yine de “söz”ün ehemmiyetine yapılan vurgunun değerini düşürmemektedir. Sırf bu ayetlerden hareketle bile sözün, dolayısı ile de lisanın, gerek İslâmî literatüre gerekse Hıristiyanlık literatürüne göre ilahî mahiyete sahip bir mefhum olduğu söylenebilir.     

Söz, hem sözlü kültür geleneğinde hem de insanoğlunun sözlü kültüre kıyasla çok sonra icat edip kullanma ve geliştirme imkânı bulduğu yazılı kültür ve edebiyat geleneğinde kullanılan temel yapı taşıdır. Tarihe not düşmenin, nesiller arasında bağ kurmanın, medeniyet birikimlerini ve tecrübelerini sonraki nesillere aktarmanın, yani hars (kültür) denilen mefhumu var etmenin yolu sihirli bir mahiyete sahip “söz” ile mümkün olabilmiştir. Bütün bunların yanısıra sihirli bir yapıya sahip olması hasebiyle onun aç(a)madığı/açamayacağı bir kapı da yoktur. Yani ki bu özellikleri ile birlikte sihirli bir varlıktır o. Yunus Emre de sözün bu yönüne asırlar öncesinden temas etmiş ve “Söz ola kese savaşı / Söz ola bitire başı / Söz ola ağulu aşı / Yağ ile bal ede bir söz” diyerek sözün özündeki cevhere dikkat çekmiştir. 

Ve elbette istimal olunan her söz birbirine denk, yekdiğerine eşit değildir. Sözün merhaleleri vardır. Kıymet-i harbiyesi yoksa şayet -ki makbul olmayanıdır bu- lâf diye adlandırılır. Seviyesi vasat olanına söz denir. Ulvî mânâlar ihtiva edeni ise kelâm diye tesmiye olunur.  

“Konuş ki kim olduğunu bileyim.” cümlesi ve bu cümlenin açılımı olarak da istimal olunan söz/lisan ile kimlik arasında bir münasebet kurmak mümkündür. Zannımca buradan hareketle biz de dilimiz ile kimliğimiz ve kişiliğimiz arasında çok güçlü bir bağ olduğunu söyleyebiliriz.

Eflatun, “Konuşma, insanın aklını kullanma sanatıdır.” der. Sahi, fert ve millet bazında biz, bize bahşedilen bu sanatlı hazineyi yeterince ve verimli bir biçimde kullanabiliyor, o müstesna değerden gereğince istifade edebiliyor muyuz?

Y.Rıfat İDİLLİ

rifatidilli@hotmail.com    

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.