Haberin yayım tarihi
2009-12-07
Haberin bulunduğu kategoriler

Türkçe - Türk Kültür Dersi ve İmkansızı Denemek …

Elli yıla yaklaşan Belçika'ya Türk göçünün son otuz yılında devletin gurbetçilere bir lütfu(!) olarak, yeni nesillerin eğitimi için Türkiye'den  Türkçe ve Türk Kültür dersi öğretmenleri gönderilmektedir.

Bu yazımda bu konuyu biraz irdelemek istiyorum.
 
Amaç insan eğitimi yani Avrupa'da yetişen yeni nesillerin asıllarını unutmamalari için gerekli desteği vermek. En azından biz böyle anlıyoruz. Bu göçmen Türkler için onur verici ve vazgeçilemez bir imkan. Ee ne de olsa farkedildik, çocuklarımızı düşünen bir 'arka'mız var. Sadece olması bile yeterli. Gerisi detay…
 
Ancak bu kadar yıldan sonra sonuç ne? Kocaman bir sıfır…

Belki "sıfır" demek bazılarına çok abartılı gelecektir, ancak bu yolla Türkçe öğrenen, kültürünü geliştiren bir çocuğa henüz rastlayamadım. Rastlayan varsa bu genellemeden vazgeçebilirim!
 
Peki gelen öğretmenlere bakalım biraz…

Hangi kriterlere göre seçiliyorlar?

Kalite, yabancı dil bilgisi, çoğulcu yaşam tecrübesi olan, yabancı kültürleri tanıyan ya da bakanlıkla iyi ilişkileri olan…

Orasını bilemem ancak geldikten sonrasından haberdarız.

Nasıl mı?

Kendi çocuklarımızdan…
 
Ne de olsa öğretmen bir misyonla geliyor. Şüphesiz öğretmenler çok onurlu bir meslek icra ediyorlar ve çocuklarımıza iyi insan olma yolunda katkı(!) sağlayacaklar… Biraz daha açıkcası eğitime aç, geri kalmış toplumun çocuklarını aydınlatacaklar. Çağdaş yaşamı tanıtacaklar vs…
 
Öğretmen geldi…

Hedef kitleyi hiç tanımıyor. Çocuklar, alışkanlıklar, sınıf ortamı, öğrenci öğretmen ilişkileri farklı,…. Bu farklılıklarla birlikte birden altıncı sınıfa kadar tüm öğrenciler, okulun en kuytu en kullanışsız, teknik donanımı olmayan bir sınıfına toplandı. Üstelik okul saatleri sonrası.

Hadi bakalım ders ver…

Pedagojik olarak imkansız olanı denemek bu olsa gerek. Öğretmenin suçu değil tabiki, ancak bu ortamda faydalı olabileceğini savunan bir eğitimci varsa, lütfen nasıl yaptığını söylesin. Bu imkansız bir şey.

Eğer "Dostlar alışverişte görsün" diyorsanız,ona sözüm yok.
 
Eğitim ve öğretimin olamayacağı o sınıfta neler mi oluyor?

Küçük beyinlere bazı klişeleşmiş, sıradanlaşmış öğretilerin aktarılması gayreti. Çocukları anlamakta zorluk çeken ve onlarla anlamsız tartışmalara, kavgalara kadar varan eğitimciler ve derslere girmekten vazgeçen öğrenciler….
 
Sonuç mu? Herkese bir Türkçe yeterlilik belgesi ve ilkokul diploması… Ee ne de olsa hedefe ulaşıldı, çocuğumuz haftada 45 dakika dersle diplomayı aldı. İnanmazsanız gelin bakın duvarda asılı…

Beni bu yazıyı yazmaya iten de kendi çocuğumun aldığı bu tür bir diploma…
 
Daha ne istiyorsun desenize. Önemli olan diploma değil mi?

Tam bize has bir bakış açısı.

Çocuğumuz mühendislik fakültesine başlar, biz hemen okulu bitirince işe girebilmesi için gerekli bağlantıları kurmaya, bir 'dayı' ayarlamaya çalışırız. Hiç kimse çocuğunun iyi donanımlı bir mühendis olmasını düşünmez bile. Bu da bize has bir felsefe…
 
Tabiki bu saptamadan sonra, acizane bir önerim de olacak:
 
Belçika'da Türkiye ödenekli kaç öğretmen var, bunların devlete maliyeti ne kadar bilmiyorum ancak bu öneri, hükümetlerin ekonomik krizi aşabilmek için tasarruf kanalları aradığı bu dönemde, iyi bir katkı olur diye düşünüyorum:

Belçika'da gelecek arayan Türkiye'den gelmiş yüzlerce üniversite mezunu genç var. Türk dil ve kültürünün yanında ülkenin dilini de akademik anlamda bilen, kültürünü tanıyan, öğretmenlik formasyonu ve tecrübesi olan bu gençler bu alanda istihdam edilebilir. Öyle ki sınıf ortamının oluşturmak da kolaylaşır. Bu ülkenin eğitim siteminde olduğu gibi saat ücreti uygulaması uygulanabilir. Modüler sistem uygulanır, öğrencinin sınıfı almış olduğu eğitim baz alınırak belirlenir. Toplam proğrama göre eğitim süresi saat olarak belirlenir. Bu görev için saat ücreti sistemiyle  sözleşmeli öğretmenler istihdam edilir. Bu uygulanması çok basit çözüm önerisinin, kaliteyi artırıp, maliyeti minimize edeceğini düşünüyorum.

Tabiki gerçek niyetiniz Türk dil ve kültürünü bu nesillere öğretmekse !
 
Konfüçyüs'e sorarlar:

Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız ilk olarak ne yapardınız?

Büyük düşünür şöyle karşılık verir:

Hiç kuşkusuz, dili gözden geçirmekle işe başlardım.

Ve dinleyenlerin meraklı bakışları karşısında sözlerine devam eder:

Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz.

Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur.

Töre ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar.

Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir."
 
Sebahattin YILMAZ
06/12/2009
Maasmechelen
yilmaz_seba@hotmail.com  

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.