Sayın Hüseyin Dönmez,
Siteniz Gündem'in 29 Ekim 2007 tarihli açılış sayfasında "Ural Manço'dan şaşırtıcı yorumlar…" başlıklı haberinizi dikkatle okudum. Fransızca bilenlerin okumasını önermişsiniz. Bugün saat 16.30 sularında tekrar baktığımda haberin 117 kez okunduğunu, yani ilgi çektiğini gördüm.
Sayın Ural Manço'yu şahsen tanırım. Bilgili, birikimli, düzeyli ve uygar bir insandır. Değişen ve değişken koşullara rağmen karşılıklı hukukumuzu sürdürmeyi başardığım, olması gereken bir nüanstır. Bazı nüansları bazılarını -benim gibi- rahatsız etse de. Herkes belli bir tarihin ürünü olduğundan, Ural da sui generis (kendine özgü) bir kişiliktir.
Zaten kendisi de bana söyleşisini okumaya davet eden bir SMS göndermişti. Keşke tembellik etmeyip kendi söyleşisini kendisi o güzelim Türkçesi ile çevirse de daha geniş bir kitleye ulaşsa…
Dolayısıyla çift davet üzerine okumasam ayıp olurdu. Hem de pür dikkat !
Belki de söyleşi ortamında söylenilmiş, hızlı düşünmeden kaynaklanan, ama bir bilim adamına yakışmayan, birkaç genelleme dışında, senin ifadenle 'şaşırtıcı' birşey göremedim. Tam aksine ilginç bazı fikirler belirledim. Ve hatta bir frankofon Belçikalı dostuma da okuttum. Çok beğendi.
Genellemelerden başlayalım.
"Bütün Türk evlerinde, TV açıktır ve RTBF değil yirmi dört Türk kanalı izlenir" Sanmıyorum, inanmıyorum. Nerden biliyor merak ettim. Daha nüanslı olabilirdi. "Avrupa'da yaşayan Türklerin ortalama olarak Türkiye'den daha fazla gazete aldıklarını biliyoruz… " Aynı yorumum burada da geçerli. "Belçika Türklerinin Türkçe'yi Faslı Arapların Arapça'sından daha iyi konuştukları…" Doğruluk payı elbette vardır. Ama Türkiye henüz sömürgeleştirilememiş bir ulus-devlet olma özelliğini zor da olsa korumaya devam ediyor da ondan. Ayrıca Arap kökenli Belçikalılarda üniversite tahsili yapma oranı, siyaset dünyasında yer alma ve görünme başarısı da daha yüksek Türklere oranla. İşte iyi dil bilmenin faydası burada gösteriyor kendini.
Benim belirlediğim ilginç fikirlere gelince…Verdiği örneklerde sayın U. Manço « anlamaya » yönelik bir yaklaşım sergiliyor. Söylenenle yapılan arasında sebep-sonuç ilişkileri önererek. Benim 'yaşamsal mutsuzluk' diye çevireceğim 'mal-vivre' konusuna girmiş. Avrupa Türklerinin burada yabancı, Türkiye'de gurbetçi muamelesi gördüklerini, dışlandıklarını, itildiklerini anlatıyor. Bazen "çift aidiyet", bazen "aidiyetsizlik" duygusunun yaşandığını, kimlik bunalımına düşüldüğünü ve bunun sonucu olarak "…kendilerine ve Türkiye'de kalanlara, hâlâ Türk kaldıklarını, asimile olmadıklarını kanıtlamaya çalışıyorlar" demek istiyor sanırım. Ve milliyetçilikleri ile dindarlıkları Türkiye ortalamasının üzerinde demeye getiriyor. Bence anlamlı bir gözlem. İrdelenmesi gerekir.
Bazı toplumsal olayların açıklamasını üç bin kilometre uzakta (Türkiye'de) aramayın diyor "derin" Belçikalılara. Dikkatleri bu ülkede yaşayan insanların beynine, gönlüne çekiyor. Ve ekliyor : Katılımcıların yaşı ve olayların hızını dikkate alarak bunun spontan, kendiliğinden aniden gelişen, bir olay olduğunu ve bunun bazıları tarafından kullanılmış olabileceğini ima ediyor.
Sadece …."les chiens de garde de l'armée et de l'élite kémaliste turques- qui n'est pas dans le gouvernement actuel, mais qui tient encore une partie des rênes du pouvoir …/mevcut hükümette bulunmayan, fakat iktidar dizginlerinin bir bölümünü hâlâ elinde bulunduran Ordu ve Kemalist elitin bahçe k…kleri" nitelendirmesini bir bilimadamına hiç yakıştıramadım.
Lâkin gül dikensiz olmuyor n'apalım !
Yakup YURT ©
Brüksel / 29 Ekim 2007