Geçen Çarşamba günü akşamı Belçika’da Türk kökenli toplumun ilgisiz kaldığı son derece önemli bir olay oldu.
Belçika’da Fransızca yayın yapan basın dünyası Yvon Toussaint’i toprağa verdi.
80 yaşında kanser illeti yüzünden dünyadan göçen ve bizleri terk eden bu kişi parlak bir gazeteci, günlük «Le Soir» gazetesi yazıişleri müdürü ve üstün yetenekli bir yazardı?
Öldüğünde İxelles Gölleri (Etangs d’Ixelles) semtindeki çok sevdiği evinde, sevdiklerinin arasındaydı.
Onun öldükten sonra büyük olmasını sağlayan sağlığındaki kabına sığmayan kişiliğiydi.
Dünyayı dolaşmış deneyimli bir gazeteci olarak meslekteki gençlere yardım eden, göğüs geren, örnek alınan biriydi.
Cehaleti besleyen haberciliğin kol gezdiği dünyamızda lüzumsuz haberleri ayıklama uzmanı araştırmacı, derin analiz erbabı, mücadele gazetecisi değerli bir insandı.
Yaptıklarını özgürce, bağımsızca ve üstün becerisi ile demledikten sonra servis ederdi okuyucuya.
***
Hem yetenek avcısı gibiydi, hem de mesleğe yeni giren genç gazetecilere «kaleminizi yaraya sokun» derdi.
Basın dünyasındaki benzerlerinin çoğu gibi hafiften kendini beğenen, narsist bir zat-ı muhterem olsa da, genç yeteneklere yardım etmekten büyük haz duyardı.
2003 Kasım ayındaki bir konuşmasında : «Bir dönemin zevklerini, sorunlarını, hayallerini, tabularını veya geçici olarak egemen olan ideolojilerini aktarma konusunda hiçbir şey bir gazetenin yerini alamaz. Gazeteyi yapanların cömert olmaları şartıyla. Albert Camus’nün anladığı gibi cömert : ‘Geleceğe karşı cömert olmak şimdiki zamana herşeyi vermekten geçer’.
İşte ondaki yetenek te bu cömertlik içgüdüsüydü.
Zira başarılı olduğunun ve hayatta her şeye sahip olduğunun bilincindeydi.
Tek arzusu başkalarını keşfetmekti.
Kimler mi?
Sanatçı Jacques Brel’den cumhurbaşkanı François Mitterand’a, filozof Jean-Paul Sartre’dan ruhani lider Ayetullah Humeyni’ye…
Ona göre tek limit gökyüzüydü.
Hayat onu, o hayatı seviyordu; nahoş görünmeye hakkım yok diyordu.
***
Hastalığın pençesine düştüğünü öğrendiğinde, ağzından çaresiz şu sözler dökülmüştü : «Ben ne olacağım şimdi, gazetelerimi bile okuyamayınca?»
Muhteşem eşi Monique hanım Le Soir gazetesini ona okuyordu.
Çağdaş büyük bir yazar olan oğlunun son kitabı Nue yü de (Çıblak Kadın) eşinin okumasıyla keşfetti.
Kendisi için değil ama dünya için bir projesi vardı.
Onun hayali sosyal adalet, ilerleme, insan haklarına saygı, kadının yükselmesi, yoksulların korunması şeklinde özetlenebilirdi.
Le Soir gazetesine ilk girdiğinde yaptığı ilk eylem bir gazeteciden yakınan bir üniversite arkadaşıyla bozuşmak ve Le Soir ile FDF partisi arasında geçmişten gelen yakınlığı bozmak oldu.
Zira ona göre bir gazete bir siyasi partinin hizmetinde olamaz, kendisine karşı düşünemezdi.
İnançlı bir laik olarak emir almayı sevmezdi.
Çünkü boyun eğmek demek yok olmayı kabullenmek demekti.
***
O da bir insandı ve şüphesiz eksikleri vardı.
Kızdığı, sabırsızlıktan öfkeye yenik düştüğü olurdu.
Ama büyük bir mükemmeliyetçi olan merhum ince eleyip sık dokurdu.
Ona göre «Yetenek asla ve asla tesadüfe veya torpile borçlu olamazdı.»
Bu kuralı kabul etmeyenlere haydi başka kapıya derdi.
O kurulmaya çalışılan, arayış içindeki, savruk Avrupalılık kavramının delikanlı bir gözlemcisiydi, 80 yaşında aramızdan ayrıldığında.
Toprağın bol olsun, nurlar içinde uyu değerli üstad…
Yakup Yurt
Schaerbeek, 09-12-2013