Haberin yayım tarihi
2025-09-10
Haberin bulunduğu kategoriler

TİANJİN’DEN KÜRESEL MESAJ: ŞANGAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ ÜZERİNDEN ÇİN OKUMASI

Dr. Bedri Şahin: 

Röportajda sözlerime bana bu güncel önemli konuda düşüncelerimi açıklamak için imkân veren RUBASAM Kuruluşu’na ve röportajı gerçekleştiren koordinatör İrem Keskin hanımefendiye teşekkürlerimi sunuyorum.

İkinci olarak da yine röportajdaki ana konuyla ilgili soruları cevaplamadan önce röportajı okuyacak olanların uluslararası toplantılara dikkatlerini çekmek için kısa ve öz bir şekilde bu ve benzeri uluslararası toplantıların önemini, değerini ve etkisini  vurgulamak istiyorum: 

Bu ve benzeri uluslararası toplantılar/kongreler/zirveler vb.  devletler, uluslararası örgütler, sivil toplum kuruluşları ve diğer paydaşların canlı veya çevrimici (online) bir araya gelerek küresel ve bölgesel sorunları tartıştığı, çözüm yolları aradığı ve iş birliği geliştirdiği büyük/mega platformlardır. Bu toplantılar, çağımızdaki modern uluslararası ilişkilerin temel taşlarından biri olarak kabul edilir ve dünya düzeninin istikrarı, iş birliği ve barışın tesisi açısından kritik bir rol oynar. Aşağıda, uluslararası toplantıların önemi, değeri ve etkisini ana hatlarıyla paylaşıyorum:

■ Uluslararası Toplantıların Önemi: a) Ekonomik ve Sosyal İşbirliği. b)  Küresel Sorunlara Ortak Çözüm Arayışı. c)  Uluslararası Hukuk ve Normların Geliştirilmesi. d) Diplomasi ve İletişim Kanalı Sağlama. ■ Uluslararası Toplantıların Değeri: a) Kriz Yönetimi ve Çatışma Önleme. b)  Bilgi ve Deneyim Paylaşımı. c)  Uluslararası Topluluğun Güçlendirilmesi. d) Çok Taraflı Diplomasi ve İş Birliği. ■ Uluslararası Toplantıların Etkisi: a) Kültürel ve Sosyal Etki. b)  Toplumsal ve Çevresel Etki. c)  Ekonomik Etki. d) Politik Etki.

Öncelikle en baştan Tiencin Deklarasyonundan biraz bahsedeyim:

Tiencin Deklarasyonu, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) 25. Devlet Başkanları Konseyi Zirvesi’nde, 31 Ağustos – 1 Eylül 2025 tarihinde Çin’in Tiencin şehrinde kabul edilen bir sonuç bildirgesidir. Bu deklarasyon, ŞİÖ’nün bölgesel ve küresel iş birliğini güçlendirme hedeflerini yansıtan önemli bir belge olarak değerlendirilmektedir. ŞİÖ, önümüzdeki on yılda, özellikle ekonomik ve güvenlik alanında, küresel karar alma mekanizmalarında etkili bir aktör olma potansiyeline sahiptir. Ancak, bu vizyonun gerçekleşmesi, örgütün iç uyumunu artırmasına, kurumsal kapasitesini güçlendirmesine ve üye ülkeler arasındaki çıkar farklılıklarını yönetmesine bağlıdır. Deklarasyon, ŞİÖ’nün küresel bir aktör olma iddiasını desteklese de, bu vizyonun bölgesel sınırların ötesine geçip geçemeyeceği, örgütün stratejik hamlelerine ve küresel konjonktüre bağlıdır. Deklarasyon, ŞİÖ’nün çok kutuplu dünya vizyonunu ve küresel yönetişimdeki rolünü güçlendirme çabasını yansıtan önemli bir belgedir. Egemenlik, içişlerine karışmama ve çifte standartlara karşı duruş gibi ilkeleri merkeze alarak, Batı merkezli düzene alternatif bir normatif çerçeve önerir. Küçük devletlerin kalkınma taleplerinden, Türkiye’nin çok taraflı diplomasisine, Belarus’un üyeliğinden Çin’in dijital liderlik vizyonuna kadar, ŞİÖ’nün bölgesel ve küresel hedeflerini yansıtır. Ancak, örgütün iç uyum eksiklikleri, kurumsal zayıflıklar ve Batı’nın küresel yönetişimdeki hakimiyeti, ŞİÖ’nün küresel bir aktör olma yolunda karşılaştığı temel zorluklardır. Gelecekteki başarı, ŞİÖ’nün bu zorlukları aşma kapasitesine bağlı olacaktır.

Bu zirve, uluslararası ilişkiler açısından önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir. Zirve, ŞİÖ’nün küresel saflaşmalarda artan etkisini ve çok kutuplu dünya düzenine yönelik vizyonunu güçlendiren bir platform olarak öne çıkmıştır.Tiencin Deklarasyonu ve ŞİÖ’nün 25. Zirvesi, uluslararası ilişkilerde çok kutuplu dünya düzenine geçişin hızlandığı bir dönemde, ŞİÖ’nün küresel bir aktör olarak yükselişini pekiştirmiştir. Zirve, özellikle Orta Doğu’nun Avrasya merkezli yeni jeopolitik dengelerde kilit bir rol oynayabileceğini göstermiş, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ile ekonomik entegrasyonu derinleştirme stratejisini desteklemiştir. Deklarasyonun en önemli maddeleri, çok kutuplu dünya düzeni çağrısı, egemenlik ve iç işlerine karışmama ilkeleri, terörizmle mücadelede yeni mekanizmalar, BM reformu talebi ve Orta Doğu’daki barış vurgusudur. Türkiye’nin zirvedeki aktif rolü, Ankara’nın bölgesel ve küresel sahnede dengeleyici bir güç olarak konumunu güçlendirmiştir. Buraya kadar yaptığım değerlendirmemde, ŞİÖ’nün kurumsal bir kimlik/organizasyon/kuruluş olarak uluslararası sistemde alternatif bir güç merkezi olarak yükselişini ve Deklarasyon’un küresel yönetişim, güvenlik ve ekonomik iş birliği açısından sunduğu vizyonu vurgulamış bulunuyorum.

İrem Keskin:

Uluslararası ilişkilerde normatif rekabet ve “çok kutupluluk tartışmaları çerçevesinde, Tiencin Deklarasyonundaki egemenlik ve içişlerine karışmama ilkeleri yeni bir uluslararası düzen önerisi olarak değerlendirilebilir mi? ŞİÖ’nün çok kutuplu dünya vizyonu Batı merkezli sistemlere gerçek bir alternatif olabilir mi?

Dr. Bedri Şahin: 

Deklarasyon, ŞİÖ’nün temel ilkeleri olan egemenlik, içişlerine karışmama ve toprak bütünlüğüne saygı gibi prensipleri bir kez daha vurgulayarak, uluslararası ilişkilerde normatif rekâbet ve çok kutupluluk tartışmalarına katkı sunmayı amaçlamaktadır. Deklarasyon, ŞİÖ’nün “Şanghay Ruhu” olarak adlandırdığı karşılıklı güven, eşitlik ve iş birliği ilkelerine dayanır ve bu ilkeleri küresel düzene alternatif bir normatif çerçeve olarak sunar. Medyada yer alan bilgilere göre, deklarasyon, özellikle Batı’nın insan hakları ve demokrasi eksenli müdahaleci politikalarına karşı, devletlerin egemenlik haklarını koruma ve içişlerine karışmama ilkesini öne çıkarır. Bu, uluslararası ilişkilerde normatif rekâbetin bir yansıması olarak değerlendirilebilir; zira ŞİÖ, Batı merkezli liberal uluslararası düzenin normlarına (örneğin, insan hakları temelli müdahaleler) karşı, egemenlik odaklı bir düzeni savunmaktadır. Normatif rekâbet, devletlerin ve uluslararası aktörlerin küresel düzeni şekillendirmek için farklı değerler ve normlar etrafında rekabet ettiği bir kavramdır. Deklarasyon, bu bağlamda, ŞİÖ’nün “çok kutuplu dünya” vizyonunu güçlendiren bir belge olarak görülebilir. Deklarasyon, özellikle ABD ve Batı ittifaklarının liderliğindeki tek kutuplu veya liberal hegemonik düzene karşı, çok kutuplu bir dünya düzenini teşvik etmeyi hedefler. Bu vizyon, devletlerin içişlerine karışmama, egemenlik ve karşılıklı saygı gibi ilkeleri merkeze alarak, Batı’nın “insani müdahale” veya “insan haklarını koruma” gerekçeli politikalarına alternatif bir çerçeve önerir. Örneğin, deklarasyon, ŞİÖ’nün “blok ve çatışmacı yaklaşımları dışlayan” bir çizgide durduğu belirtilmiş ve bu, normatif olarak Batı merkezli sistemlere meydan okuyan bir duruş olarak yorumlanabilir.

ŞİÖ’nün çok kutuplu dünya vizyonu, teorik olarak Batı merkezli sistemlere bir alternatif sunma potansiyeline sahiptir; ancak bu potansiyelin gerçekleşmesi, örgütün ekonomik, siyasi ve askeri kapasitesine bağlıdır. ŞİÖ, dünya nüfusunun yaklaşık %42’sini ve küresel GSYİH’nin (PPP bazında) %36’sını temsil eden geniş bir coğrafi ve demografik kapsama sahiptir. Çin ve Rusya’nın liderliği, Hindistan ve Pakistan gibi büyük aktörlerin üyeliği ve İran ile Belarus’un yakın zamanda katılımı, örgütün küresel saflaşmalarda ağırlığını artırmaktadır. Ayrıca, ŞİÖ’nün Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (CSTO), Avrasya Ekonomik Birliği (EAEU) ve ASEAN gibi diğer bölgesel yapılarla kesişen ilişkileri, örgütün küresel etkisini genişletme potansiyelini göstermektedir.

Bununla birlikte, ŞİÖ’nün Batı merkezli sistemlere gerçek bir alternatif olabilmesi için birkaç zorlukla karşı karşıya olduğu unutulmamalıdır:

  • İç Uyum Eksikliği: ŞİÖ üyesi devletler arasında, özellikle Çin ve Hindistan veya Hindistan ve Pakistan arasında, Keşmir gibi bölgesel anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Bu, örgütün ortak bir normatif vizyon oluşturmasını zorlaştırabilir.● Ekonomik Bağımlılık: ŞİÖ ülkeleri, özellikle küçük devletler, ekonomik olarak Çin’e bağımlıdır, bu da örgütün eşitlikçi bir iş birliği platformu olma iddiasını zayıflatabilir. Batının Kurumsal Üstünlüğü: NATO, AB ve BM gibi Batı merkezli kurumlar, küresel yönetişimde hâlâ baskın bir rol oynamaktadır. ŞİÖ’nün bu kurumlarla rekâbet edebilmesi için daha güçlü bir kurumsal yapı ve bağlayıcı mekanizmalar geliştirmesi gerekmektedir.

Deklarasyon, normatif rekâbet bağlamında, egemenlik ve iç işlerine karışmama ilkelerini merkeze alarak yeni bir uluslararası düzen önerisi sunmaktadır. ŞİÖ’nün çok kutuplu dünya vizyonu, özellikle gelişmekte olan ülkeler için çekici bir alternatif olarak görülebilir; ancak, örgütün iç uyum eksiklikleri ve Batı’nın kurumsal üstünlüğü, bu vizyonun küresel bir alternatif haline gelmesini sınırlayabilir. Deklarasyon, ŞİÖ’nün normatif bir aktör olarak konumunu güçlendirme çabasını yansıtsa da, bu hedefin gerçekleşmesi için daha fazla siyasi ve ekonomik entegrasyon gerekmektedir.

İrem Keskin: 

Küçük devletler teorisi ve “çok yönlü dış politika” stratejileri bağlamında, Kazakistan, Özbekistan gibi ülkelerin kalkınma talepleri Tiencin Deklarasyonu’nda nasıl yer buldu? Bu ülkeler Çin’in ekonomik etkisi ile Rusya’nın güvenlik ağırlığı arasında nasıl bir denge politikası izliyor?

Dr. Bedri Şahin: 

Küçük devletler teorisi, uluslararası ilişkilerde küçük ve orta ölçekli devletlerin büyük güçler arasında denge kurarak hayatta kalma ve çıkarlarını maksimize etme stratejilerini inceler. Kazakistan ve Özbekistan gibi Orta Asya devletleri, ŞİÖ’nün kurucu üyeleri olarak, Deklarasyon’da kalkınma taleplerini dile getirme ve çok yönlü dış politika stratejilerini uygulama konusunda önemli bir platform bulmaktadır. Deklarasyon, bu ülkelerin ekonomik kalkınma, altyapı geliştirme ve bölgesel istikrar gibi önceliklerini yansıtan bir çerçeve sunar. ŞİÖ’nün ekonomik iş birliğini güçlendirme hedefini vurgulayarak, özellikle altyapı projeleri, ticaret ve enerji iş birliği gibi alanlarda üye ülkelerin kalkınma taleplerine odaklanır. Kazakistan ve Özbekistan, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) kapsamında önemli transit ülkelerdir ve bu girişimin finansmanından faydalanmaktadır. Deklarasyonda, ekonomik nitelikteki tek taraflı yaptırımlara karşı çıkılması, bu ülkelerin dış ticaret ve yatırım olanaklarını koruma taleplerini destekler. Örneğin, Kazakistan’ın “Nurly Zhol” (Parlak Yol) programı ve Özbekistan’ın ekonomik liberalleşme çabaları, ŞİÖ’nün bölgesel ekonomik entegrasyon hedefleriyle uyumludur. Deklarasyon, bu ülkelerin kalkınma taleplerini, ŞİÖ’nün ortak ekonomik projeleri ve dijital ekonomi gibi yeni alanlara vurgu yaparak destekler. Kazakistan ve Özbekistan, Çin’in ekonomik etkisi ile Rusya’nın güvenlik ağırlığı arasında çok yönlü bir dış politika izleyerek denge kurmaktadır.

 Çin’in Ekonomik Etkisi: Çin, Kuşak ve Yol Girişimi aracılığıyla Türkistan’a (Orta Asya) büyük ölçekli altyapı yatırımları yapmaktadır. Kazakistan, Çin’den gelen yatırımlarla limanlar, demiryolları ve enerji altyapısını geliştirirken, Özbekistan, tekstil ve tarım sektörlerinde Çin ile iş birliğini artırmaktadır. Ancak, bu ekonomik bağımlılık, borç tuzağı riski ve Çin’in bölgesel hegemonya arayışı gibi endişeleri de beraberinde getirir.

Rusya’nın Güvenlik Ağırlığı: Rusya, Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (CSTO) aracılığıyla Orta Asya’da güvenlik garantörü konumundadır. Kazakistan, CSTO’nun aktif bir üyesi olarak Rusya ile yakın güvenlik iş birliği içindedir, özellikle sınır güvenliği ve terörizmle mücadelede. Özbekistan ise CSTO’ya daha mesafeli bir yaklaşım sergilese de, Rusya ile tarihsel ve kültürel bağlarını sürdürmektedir.

Denge Politikası: Küçük devletler teorisi bağlamında, Kazakistan ve Özbekistan, büyük  güçler arasında denge kurarak bağımsızlıklarını ve çıkarlarını korumaya çalışır. Örneğin, Kazakistan, Çin’in ekonomik yatırımlarını kabul ederken, Rusya ile güvenlik alanında iş birliğini sürdürerek tek bir güce bağımlı olmaktan kaçınır. Özbekistan ise son yıllarda ekonomik reformlarla Batı’ya da açılmaya çalışarak çok yönlü bir dış politika izler. Deklarasyon, bu denge politikasını destekleyen bir platform sağlar; zira deklarasyon, üye ülkelerin egemenlik ve bağımsızlığına vurgu yaparak, büyük güçlerin hegemonyasına karşı bir alan yaratır.

Deklarasyon, Kazakistan ve Özbekistan gibi küçük devletlerin kalkınma taleplerini, ekonomik iş birliği ve altyapı projeleri aracılığıyla destekler. Bu ülkeler, Çin’in ekonomik gücünden faydalanırken, Rusya’nın güvenlik şemsiyesi altında istikrarlarını koruma stratejisi izler. Çok yönlü dış politika, bu devletlerin büyük güçler arasında denge kurarak bağımsızlıklarını ve kalkınma hedeflerini sürdürmelerine olanak tanır.

İrem Keskin:

Türkiye’nin “çok taraflı diplomasi” yaklaşımı ve Avrasya eksenli dış politika açılımları, ŞİÖ daimi üyeliği olasılığını nasıl etkiliyor? Neorealist kuram açısından, Erdoğan’ın zirve kapsamındaki temasları NATO ile ilişkiler bağlamında nasıl bir denge yaratıyor?

Dr. Bedri Şahin: 

Türkiye’nin “çok taraflı diplomasi” yaklaşımı, Batı ittifaklarıyla (özellikle NATO ve AB) ilişkilerini sürdürürken, Avrasya merkezli örgütlerle (örneğin ŞİÖ) iş birliğini artırma stratejisine dayanır. Tiencin Zirvesi’nde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şeref konuğu olarak katılımı ve gerçekleştirdiği yoğun ikili temaslar, Türkiye’nin bu yaklaşımını yansıtmaktadır. ŞİÖ’nün diyalog ortağı olan Türkiye, daimi üyelik olasılığını değerlendirirken, neorealist kuram bağlamında güç dengesi ve stratejik çıkarlar çerçevesinde hareket etmektedir.

Türkiye, 2012’den beri ŞİÖ’nün diyalog ortağı statüsündedir ve bu statü, örgütün zirvelerine katılım ve iş birliği projelerine dâhil olma imkânı sağlar. Tiencin Zirvesi’nde Erdoğan’ın Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan gibi liderlerle gerçekleştirdiği görüşmeler, Türkiye’nin Avrasya eksenli dış politikasını güçlendirme çabasını gösterir. Deklarasyonun, çok kutuplu dünya düzenine ve egemenlik ilkelerine vurgusu, Türkiye’nin “bağımsız dış politika” söylemiyle uyumludur. Ancak, ŞİÖ’ye daimi üyelik, Türkiye’nin NATO üyeliği ve Batı ile ilişkileri nedeniyle karmaşık bir meseledir:

Fırsatlar: ŞİÖ üyeliği, Türkiye’ye ekonomik iş birliği (örneğin, Kuşak ve Yol Girişimi), enerji güvenliği ve bölgesel güvenlik alanlarında yeni fırsatlar sunabilir. Ayrıca, ŞİÖ’nün geniş coğrafi kapsamı, Türkiye’nin Orta Asya ve Güney Asya’daki etkisini artırma potansiyeli taşır. * Zorluklar: Türkiye’nin NATO üyeliği, ŞİÖ’nün Rusya ve Çin liderliğindeki anti-Batı söylemiyle çelişebilir. ŞİÖ’ye daimi üyelik, Türkiye’nin Batı ittifaklarıyla ilişkilerini zora sokabilir ve özellikle ABD ile gerilim yaratabilir.

Neorealist kuram, devletlerin uluslararası sistemde güç dengesi ve güvenlik arayışı çerçevesinde hareket ettiğini savunur. Erdoğan’ın Tiencin Zirvesi’ndeki temasları, Türkiye’nin neorealist bir perspektiften güç dengesi kurma çabasını yansıtır. İkili görüşmeler, Erdoğan’ın Putin, Şi Cinping ve Aliyev ile görüşmeleri, Türkiye’nin enerji, ticaret ve bölgesel güvenlik konularında iş birliğini çeşitlendirme hedefini gösterir. Örneğin, Erdoğan’ın Putin ile görüşmesi, Türkiye-Rusya ilişkilerinin stratejik önemini (örneğin, enerji iş birliği ve Suriye meselesi) vurgular ve NATO’nun Rusya’ya yönelik yaptırımlarına rağmen diyaloğu sürdürme çabasını yansıtır. NATO ile Denge bağlamında Türkiye, NATO’nun kilit bir üyesi olarak, ŞİÖ ile ilişkilerini derinleştirirken Batı ittifaklarıyla bağlarını koruma stratejisi izler. Neorealist açıdan, bu, Türkiye’nin güç dengesi politikasıdır; zira NATO, Türkiye’nin güvenliğini sağlayan temel bir ittifak iken, ŞİÖ ekonomik ve bölgesel iş birliği için tamamlayıcı bir platform sunar. Erdoğan’ın zirvedeki konuşmasında Gazze meselesine vurgu yaparak BM reformu çağrısında bulunması, Türkiye’nin küresel adalet söylemini Batı’ya karşı bir eleştiri olarak kullanırken, NATO üyeliğini riske atmayacak şekilde hareket ettiğini gösterir. Türkiye’nin çok taraflı diplomasisi, ŞİÖ daimi üyeliği olasılığını artırırken, NATO üyeliği bu süreci sınırlamaktadır. Neorealist kuram bağlamında, Erdoğan’ın Tiencin Zirvesi’ndeki temasları, Türkiye’nin Batı ve Avrasya arasında stratejik bir denge kurma çabasını yansıtır. Ancak, ŞİÖ’ye daimi üyelik, Türkiye’nin NATO ile ilişkilerinde ciddi bir gerilim yaratma riski taşıdığından, kısa vadede diyalog ortağı statüsünün devamı daha olası görünmektedir.

İrem Keskin:

Bölgesel örgütlerin coğrafi esneklik tartışmaları ışığında, Belarus’un üyeliği ŞİÖ’nün genişleme stratejisini nasıl etkiliyor? Lukaşenko’nun zirvedeki Batı karşıtı söylemi, örgütün Avrasya güvenlik mimarisi kurma iddiasını destekliyor mu?

Dr. Bedri Şahin: 

Belarus’un Temmuz 2024’te ŞİÖ’ye tam üye olarak kabul edilmesi, örgütün coğrafi genişleme stratejisini ve Avrasya güvenlik mimarisi kurma iddiasını güçlendiren önemli bir gelişmedir. Bölgesel örgütlerin coğrafi esneklik tartışmaları, bu tür yapıların geleneksel coğrafi sınırların ötesine genişleyerek yeni üyeleri dahil etme kapasitesini inceler. Belarus’un üyeliği, ŞİÖ’nün yalnızca Avrasya ile sınırlı kalmayıp, Avrupa ve diğer bölgelere uzanma potansiyelini gösterir. Belarus’un ŞİÖ’ye katılımı, örgütün coğrafi ve stratejik kapsamını genişletmiştir. Coğrafi Esneklik açısından ŞİÖ, başlangıçta “Şanghay Beşlisi” olarak Çin, Rusya ve Orta Asya devletlerini kapsayan bir yapı iken, Hindistan, Pakistan, İran ve şimdi Belarus’un katılımıyla Avrasya’dan Avrupa’ya uzanan bir örgüt haline gelmiştir. Belarus’un üyeliği, ŞİÖ’nün “Avrasya-Avrupa” eksenine evrilme vizyonunu destekler ve örgütün küresel bir aktör olma iddiasını güçlendirir. Stratejik ağırlık açısından Belarus, Rusya ile yakın bir müttefik olarak, ŞİÖ’nün güvenlik odaklı politikalarına katkıda bulunur. Özellikle Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (CSTO) ile olan bağları, ŞİÖ’nün güvenlik mimarisini güçlendirir. Belarus’un üyeliği, örgütün Batı’ya karşı bir denge unsuru oluşturma stratejisini destekler. Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko’nun Tiencin Zirvesi’ndeki Batı karşıtı söylemi, ŞİÖ’nün Avrasya güvenlik mimarisi kurma iddiasıyla uyumludur. Medyada yer alan bilgilere göre, Lukaşenko’nun zirvedeki konuşmaları, Batı’nın tek taraflı yaptırımlarına ve müdahaleci politikalarına karşı bir duruş sergilemiştir. Bu söylem, ŞİÖ’nün “içişlerine karışmama” ve “egemenlik” ilkelerini güçlendirerek, örgütün Batı merkezli güvenlik yapılarına (örneğin, NATO) alternatif bir güvenlik mimarisi oluşturma hedefini destekler.

Avrasya Güvenlik Mimarisi bağlamında ŞİÖ, terörizm, aşırıcılık ve ayrılıkçılık gibi “üç kötülük” ile mücadelede ortak bir güvenlik çerçevesi geliştirmeyi amaçlar. Belarus’un katılımı, bu çerçeveyi Avrupa’ya taşıyarak, ŞİÖ’nün bölgesel güvenlik mimarisini genişletir. Lukaşenko’nun Batı karşıtı söylemi, ŞİÖ’nün Rusya ve Çin liderliğinde NATO’ya karşı bir karşı ağırlık oluşturma çabasını güçlendirir. Sınırlamalar bağlamında ancak, Belarus’un ekonomik ve siyasi sorunları (örneğin, Batı yaptırımları ve iç muhalefet), ŞİÖ’nün güvenlik mimarisine katkısını sınırlayabilir. Ayrıca, ŞİÖ’nün içindeki farklı çıkarlar (örneğin, Çin-Hindistan gerilimi), ortak bir güvenlik vizyonunun uygulanmasını zorlaştırabilir. Belarus’un ŞİÖ’ye üyeliği, örgütün coğrafi esnekliğini ve küresel ağırlığını artırmış, ancak aynı zamanda iç uyum ve ekonomik kapasite gibi zorlukları da ortaya çıkarmıştır. Lukaşenko’nun Batı karşıtı söylemi, ŞİÖ’nün Avrasya güvenlik mimarisi kurma iddiasını desteklese de, bu vizyonun etkinliği, örgütün kurumsal kapasitesine ve üye ülkeler arasındaki iş birliğine bağlıdır.

İrem Keskin:

Çin, Tiencin Zirvesi’nde “Dijital İpek Yolu” projesiyle teknoloji liderliğini ŞİÖ ülkelerine taşımayı vaat etti. Peki bu dijital açılım nasıl karşılandı? Yapay zekâdan veri güvenliğine, Çin’in dijital egemenlik vizyonu ŞİÖ içinde nasıl karşılık buldu?

Dr. Bedri Şahin: 

Çin’in Tiencin Zirvesi’nde “Dijital İpek Yolu” projesini öne çıkarması, ŞİÖ’nün ekonomik ve teknolojik iş birliğini derinleştirme hedefinin bir parçasıdır. Dijital İpek Yolu, Kuşak ve Yol Girişimi’nin bir uzantısı olarak, dijital altyapı (örneğin, 5G ağları, yapay zekâ, veri merkezleri) ve teknoloji transferi yoluyla üye ülkeler arasında bağlanabilirliği artırmayı amaçlar. Ancak, bu girişimin ŞİÖ üyeleri tarafından nasıl karşılandığı ve Çin’in dijital egemenlik vizyonunun örgüte etkisi, hem fırsatlar hem de zorluklar barındırır. Medya ve mevcut kaynaklarda, Dijital İpek Yolu’nun Tiencin Zirvesi’nde genel olarak olumlu karşılandığı belirtilmektedir. Özellikle Kazakistan, Özbekistan ve Pakistan gibi ülkeler, Çin’in sunduğu dijital altyapı yatırımlarından faydalanma potansiyeli görür. Örneğin, Çin’in 5G teknolojisi ve yapay zekâ alanındaki liderliği, bu ülkelerin dijital ekonomi kapasitelerini artırma fırsatı sunar. Ancak, Hindistan gibi üyeler, Çin’in teknoloji liderliğine temkinli yaklaşmakta ve veri güvenliği ile ulusal egemenlik endişeleri nedeniyle çekinceler dile getirmektedir. Hindistan’ın, Çin’in teknoloji şirketlerine (örneğin, Huawei) yönelik kısıtlamaları, bu temkinli duruşun bir göstergesidir. Çin’in dijital egemenlik vizyonu, devlet kontrolündeki bir internet modeli ve veri güvenliğine vurgu yapar. Bu vizyon, ŞİÖ’nün “içişlerine karışmama” ilkesine uygun olsa da, bazı üye ülkelerde endişe yaratmaktadır:

Yapay Zekâ ve Teknoloji Transferi: Çin, yapay zekâ ve büyük veri teknolojilerini ŞİÖ ülkelerine ihraç ederek, bu ülkelerin dijital dönüşümünü hızlandırmayı hedefler. Ancak, bu teknolojilerin kullanımı, Çin’in veri toplama ve gözetim kapasitesini artırabilir, bu da Hindistan ve Rusya gibi ülkelerde ulusal güvenlik kaygılarına yol açar. 

Veri Güvenliği: Çin’in veri güvenliği modeli, devlet merkezli bir yaklaşımı benimser ve özel sektör ile devlet arasında sıkı bir entegrasyon gerektirir. Bu, ŞİÖ’nün küçük devletleri için cazip olabilir; ancak, Hindistan gibi demokratik ülkeler, bu modelin bireysel özgürlükler ve veri gizliliği üzerindeki etkilerinden endişe duyar.

Dijital İpek Yolu, ŞİÖ ülkeleri için ekonomik ve teknolojik fırsatlar sunarken, Çin’in dijital egemenlik vizyonu, veri güvenliği ve ulusal egemenlik gibi konularda farklı tepkiler almıştır. Küçük devletler bu girişimi ekonomik kalkınma için bir fırsat olarak görürken, Hindistan gibi büyük üyeler temkinli bir duruş sergiler. Çin’in teknoloji liderliği, ŞİÖ’nün küresel etkisini artırma potansiyeline sahip olsa da, bu vizyonun uygulanması, üye ülkeler arasındaki güven ve iş birliği düzeyine bağlıdır.

İrem Keskin:

Çin, ŞİÖ’de uzun vadede nasıl bir rol üstlenmek istiyor? 2035 vizyon belgeleri ve Avrasya Şartı gibi stratejik planlar, Çin’in bu örgütü küresel bir etki ve fikir merkezi hâline getirme hedefini mi gösteriyor? Bu hedefler, ŞİÖ’nün yapısını ve işleyişini nasıl değiştirebilir?

Dr. Bedri Şahin: 

Çin, ŞİÖ kuruluşundan bu yana örgütün lider aktörlerinden biri olmuş ve Tiencin Zirvesi’nde de bu liderliği pekiştirme çabasını göstermiştir. Çin’in ŞİÖ’deki uzun vadeli hedefi, örgütü ekonomik, siyasi ve güvenlik alanında küresel bir etki ve fikir merkezi haline getirmektir. 2035 vizyon belgeleri ve Avrasya Şartı gibi stratejik planlar, bu hedefin birer göstergesidir ve ŞİÖ’nün yapısını dönüştürme potansiyeline sahiptir. Çin, ŞİÖ’yü, BRI ile entegre ederek, Avrasya’da ekonomik ve siyasi entegrasyonu artırmayı hedefler. Tiencin Zirvesi’nde, Çin’in “Dijital İpek Yolu” ve diğer ekonomik projeleri öne çıkarması, bu vizyonun bir yansımasıdır. Ayrıca, Çin, ŞİÖ’yü, Batı merkezli küresel yönetişim yapılarına (örneğin, BM ve G7) alternatif bir platform olarak konumlandırmayı amaçlar. 2035 vizyon belgeleri, ŞİÖ’nün ekonomik iş birliğini, dijital dönüşümü ve bölgesel güvenliği güçlendirme hedeflerini içerir ve Çin’in bu vizyonu liderlik etme çabasını yansıtır. Avrasya Şartı ise, ŞİÖ’nün çok kutuplu dünya düzenine katkısını kurumsallaştırmayı hedefleyen bir çerçeve olarak değerlendirilebilir. Çin’in ŞİÖ’yü küresel bir etki ve fikir merkezi haline getirme hedefi, örgütün normatif ve pratik kapasitesini artırmayı içerir:

Normatif Kapasite açısından Çin, ŞİÖ’nün “Şanghay Ruhu”nu (karşılıklı güven, eşitlik, iş birliği) küresel bir norm olarak sunmayı amaçlar. Tiencin Deklarasyonu’nda vurgulanan “çifte standartlara karşı duruş” ve “içişlerine karışmama” ilkeleri, Çin’in küresel yönetişimde alternatif bir söylem geliştirme çabasını gösterir. Öte yandan pratik kapasite açısından Çin, ŞİÖ’nün ekonomik projelerini (örneğin, BRI ve Dijital İpek Yolu) destekleyerek, örgütü gelişmekte olan ülkeler için bir çekim merkezi haline getirmeyi hedefler. Ayrıca, ŞİÖ’nün güvenlik mekanizmalarını (örneğin, Bölgesel Anti-Terör Yapısı) güçlendirerek, örgütü küresel güvenlik tartışmalarında etkili bir aktör yapmayı amaçlar. Çin’in bu hedefleri, ŞİÖ’nün yapısını ve işleyişini şu şekilde değiştirebilir:

Kurumsallaşma bağlamında ŞİÖ’nün daha kurumsal bir yapıya kavuşması, Çin’in liderliğinde gerçekleşebilir, örneğin, Avrasya Şartı, örgütün karar alma mekanizmalarını daha bağlayıcı hale getirebilir. Ayrıca Ekonomik Entegrasyon bağlamında Çin’in ekonomik projeleri, ŞİÖ’yü bir ekonomik iş birliği platformuna dönüştürebilir, ancak bu, diğer üyelerin (örneğin, Hindistan) ekonomik bağımsızlık endişelerini artırabilir. Güvenlik ağırlığı  bağlamında ise Çin’in güvenlik alanında daha aktif bir rol üstlenmesi, Rusya’nın geleneksel güvenlik liderliğini dengeleyebilir ve ŞİÖ’nün güvenlik mimarisini çeşitlendirebilir.

Çin, ŞİÖ’yü küresel bir etki ve fikir merkezi haline getirerek, Avrasya’da liderliğini pekiştirmeyi ve Batı merkezli düzene alternatif bir platform oluşturmayı hedeflemektedir. 2035 vizyon belgeleri ve Avrasya Şartı, bu hedefin stratejik çerçevesini sunar. Ancak, bu hedeflerin gerçekleşmesi, ŞİÖ’nün iç uyumunu artırmasına ve üye ülkeler arasındaki çıkar farklılıklarını yönetmesine bağlıdır.

İrem Keskin:

Tiencin Deklarasyonu’nda yer alan “çifte standartlara karşı duruş” vurgusu, Çin’in insan hakları söylemiyle nasıl örtüşüyor?

Dr. Bedri Şahin: 

Deklarasyon’nda yer alan “çifte standartlara karşı duruş” vurgusu, ŞİÖ’nün Batı merkezli insan hakları söylemine ve uluslararası müdahalelere karşı eleştirel bir duruşunu yansıtır. Bu vurgu, Çin’in insan hakları konusundaki devlet merkezli yaklaşımıyla doğrudan örtüşmektedir ve küresel yönetişimde alternatif bir normatif çerçeve sunma çabasını destekler. Çin, insan haklarını, bireysel özgürlüklerden ziyade devlet egemenliği, ekonomik kalkınma ve toplumsal istikrar bağlamında tanımlar. Bu yaklaşım, Batı’nın birey odaklı insan hakları anlayışına (örneğin, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü) karşı bir alternatiftir. Çin, özellikle Uygur Türkleri ve Hong Kong gibi konularda Batı’dan gelen insan hakları eleştirilerini “içişlerine karışmama” ilkesine aykırı olarak nitelendirir ve bu eleştirileri “çifte standart” olarak görür. Örneğin, Çin, Batı’nın kendi insan hakları ihlallerini (örneğin, Guantanamo veya ırkçılık) görmezden gelirken, Çin’i hedef aldığını savunur. Deklarasyon, çifte standartlara karşı duruşu, uluslararası ilişkilerde eşitlik ve adalet ilkelerine vurgu yaparak savunur. Bu  durum, Çin’in insan hakları söylemiyle şu şekilde örtüşür:

Egemenlik ve İçişlerine Karışmama: Deklarasyon, devletlerin egemenlik haklarını koruma ilkesini merkeze alır ve Batı’nın insan hakları gerekçesiyle diğer ülkelere müdahale etmesini eleştirir. Bu, Çin’in Uygur meselesi veya diğer iç politikalarına yönelik eleştirilere karşı kullandığı argümanlarla uyumludur. Küresel Adalet Söylemi: Deklarasyon, Batı’nın insan hakları söylemini seçici ve siyasi bir araç olarak kullandığına işaret eder. Örneğin, ŞİÖ’nün Gazze’deki insani krizi kınaması ve Filistin sorununun adil çözümünü savunması, Batı’nın bu konuda sessiz kalmasını çifte standart olarak nitelendirir. Alternatif Normatif Çerçeve: Çin, ŞİÖ aracılığıyla, insan haklarını ekonomik kalkınma ve toplumsal istikrar ekseninde yeniden tanımlamayı amaçlar. Tiencin Deklarasyonu, bu vizyonu destekleyerek, insan hakları tartışmalarını Batı’nın tekelinden çıkarmaya çalışır.

Deklarasyon’ndaki “çifte standartlara karşı duruş” vurgusu, Çin’in insan hakları söylemiyle doğrudan örtüşür ve devlet egemenliği ile toplumsal istikrarı merkeze alan bir normatif çerçeve sunar. Bu söylem, Batı’nın insan hakları eleştirilerine karşı bir savunma mekanizması olarak işlev görürken, ŞİÖ’nün küresel yönetişimde alternatif bir ses olma iddiasını güçlendirir. Ancak, bu yaklaşımın uluslararası toplumda geniş kabul görmesi, ŞİÖ’nün normatif etkisini artırma kapasitesine bağlıdır.

İrem Keskin: 

Çin’in Tiencin’de yaptığı BM reformu çağrısı, mevcut küresel sistemin temsil krizine mi işaret ediyor?

Dr. Bedri Şahin: 

Çin’in Tiencin Zirvesi’nde yaptığı BM reformu çağrısı, mevcut küresel yönetişim sisteminin temsil krizine işaret eden önemli bir girişimdir. Medyada yer alan bilgilere göre, Çin, ŞİÖ platformunda, BM’nin küresel adaleti temsil etme kapasitesini güçlendirmek için reform yapılması gerektiğini savunmuştur. Bu çağrı, BM’nin mevcut yapısının (özellikle Güvenlik Konseyi’nin veto sistemi) gelişmekte olan ülkelerin çıkarlarını yeterince temsil etmediği eleştirisine dayanır. BM’nin temsil krizi, özellikle Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin (ABD, Çin, Rusya, İngiltere, Fransa) veto yetkisi nedeniyle karar alma süreçlerinde tıkanıklık yaşanması ve gelişmekte olan ülkelerin seslerinin yeterince duyulmamasıdır. Çin, bu krizi, ŞİÖ’nün çok kutuplu dünya vizyonuyla ilişkilendirerek, küresel yönetişimin daha kapsayıcı ve adil bir yapıya kavuşmasını savunur. Tiencin Deklarasyonu’nda, BM’nin “küresel adaleti temsil eden bir platform” haline getirilmesi gerektiği belirtilmiş ve bu, Çin’in reform çağrısının bir yansımasıdır. Çin’in reform çağrısı, aşağıdaki unsurları içerir:

Güvenlik Konseyi’nin genişletilmesi bakımından Çin, Güvenlik Konseyi’ne daha fazla gelişmekte olan ülkenin dâhil edilmesini savunur. Bu, Hindistan gibi ŞİÖ üyelerinin dâimi üyelik taleplerini destekleyebilir. Karar alma süreçlerinin demokratikleştirilmesi bakımından Çin, veto yetkisinin yarattığı tıkanıklıkların azaltılmasını ve daha kapsayıcı karar alma mekanizmalarının geliştirilmesini önerir. Küresel Güney’in temsili bakımından  Çin, Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinin BM’de daha fazla temsil edilmesi gerektiğini vurgular, bu da ŞİÖ’nün gelişmekte olan ülkeler için bir platform olma iddiasıyla uyumludur.

Çin’in reform çağrısı, BM’nin mevcut yapısının, özellikle Soğuk Savaş sonrası değişen güç dengelerini yansıtmakta yetersiz kaldığını gösterir. Örneğin, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika gibi ülkeler, daimi üyelik taleplerinde bulunurken, BM’nin mevcut yapısı bu talepleri karşılamakta zorlanmaktadır. Ayrıca, BM’nin Gazze gibi krizlerde etkisiz kalması, küresel adalet ve temsil krizini derinleştirir. Çin, bu krizi, ŞİÖ’nün çok kutuplu dünya vizyonunu desteklemek için bir fırsat olarak kullanır. Çin’in Tiencin Zirvesi’ndeki BM reformu çağrısı, mevcut küresel sistemin temsil krizine işaret eder ve gelişmekte olan ülkelerin daha fazla söz sahibi olduğu bir düzen önerir. Ancak, bu çağrının uygulanabilirliği, büyük güçler arasındaki rekabet ve BM’nin mevcut üyelerinin reformlara direnciyle sınırlıdır. ŞİÖ, bu reform çağrısını destekleyerek küresel yönetişimde daha etkili bir rol oynama potansiyeline sahiptir.

İrem Keskin:

ŞİÖ, önümüzdeki on yılda küresel karar alma mekanizmalarında gerçekten etkili bir aktöre dönüşebilir mi? Yoksa bu vizyon, hâlâ bölgesel sınırların ötesine geçemeyen bir söylem olarak mı kalacak?

Dr. Bedri Şahin: 

ŞİÖ’nün önümüzdeki on yılda küresel karar alma mekanizmalarında etkili bir aktöre dönüşme potansiyeli, örgütün ekonomik, siyasi ve kurumsal kapasitesine bağlıdır. Deklarasyon, ŞİÖ’nün çok kutuplu dünya vizyonunu ve küresel yönetişimdeki rolünü güçlendirme çabasını yansıtır. Ancak, örgütün bu vizyonu realize etme yeteneği, hem fırsatlar hem de zorluklarla şekillenmektedir.

ŞİÖ’nün küresel karar alma mekanizmalarında etkili bir aktöre dönüşme potansiyeli şu unsurlara dayanır:

Coğrafi ve Demografik Kapsam: ŞİÖ, dünya nüfusunun %42’sini ve küresel GSYİH’nin %36’sını temsil eder. Hindistan, Pakistan, İran ve Belarus’un üyeliği, örgütün küresel ağırlığını artırmıştır. Ekonomik Güç: Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ve Dijital İpek Yolu gibi projeleri, ŞİÖ’yü ekonomik iş birliği için bir çekim merkezi haline getirir. Bu, özellikle gelişmekte olan ülkeler için caziptir. Güvenlik İş Birliği: ŞİÖ’nün Bölgesel Anti-Terör Yapısı (RATS) ve Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (CSTO) ile bağları, örgütü bölgesel güvenlik tartışmalarında etkili bir aktör yapar. Normatif Alternatif: ŞİÖ’nün “Şanghay Ruhu” ve çifte standartlara karşı duruşu, Batı merkezli liberal düzene alternatif bir normatif çerçeve sunar.

Bununla birlikte, ŞİÖ’nün küresel bir aktör olma yolunda karşılaştığı zorluklar şunlardır:

İç Uyum Eksikliği: ŞİÖ üyesi ülkeler arasında, özellikle Çin-Hindistan ve Hindistan-Pakistan arasında, bölgesel anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Bu, örgütün ortak bir vizyon geliştirmesini zorlaştırır. Kurumsal Zayıflık: ŞİÖ’nün karar alma mekanizmaları, üye ülkelerin konsensüse dayalı yaklaşımı nedeniyle yavaş işler. Örgüt, BM veya NATO gibi kurumsal olarak güçlü yapılara kıyasla daha az bağlayıcıdır. Batının Hâkimiyeti: Küresel yönetişimde Batı merkezli kurumlar (BM, G7, NATO) hâlâ baskındır. ŞİÖ’nün bu kurumlarla rekabet edebilmesi için daha fazla kurumsal kapasite ve küresel kabul görmesi gerekir. Ekonomik Bağımlılık: ŞİÖ’nün küçük üyeleri, Çin’in ekonomik etkisine bağımlıdır, bu da örgütün eşitlikçi bir platform olma iddiasını zayıflatabilir.

İrem Keskin: 

Tianjin Zirvesi, Çin’in ŞİÖ üzerinden küresel sistemde yalnızca ekonomik ve güvenlik odaklı değil, aynı zamanda söylem temelli bir etki kurma çabasını gözler önüne serdi. Dijital egemenlikten BM reformu çağrısına, çok kutupluluk vurgusundan alternatif norm üretimine kadar uzanan bu strateji, Çin’in uluslararası ilişkilerde yeni bir dil kurma iddiasını güçlendiriyor. ŞİÖ’nün kurumsal kapasitesi bu vizyonu ne ölçüde taşıyabilir bilinmez, ancak Tianjin’den yükselen mesaj, küresel düzenin geleceğine dair ezberleri bozacak yeni soruların kapısını aralıyor.

Dr. Bedri Şahin: 

Röportaj için tekrar teşekkür ediyorum, iyi günler, kolaylıklar diliyorum.

Röportajı veren: Dr. Bedri Şahin Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzak Doğu Çalışmaları Uzmanı Almanya Siyaset Bilimi Düşünce Kuruluşu (DVPW) Üyesi.

Röportajı gerçekleştiren: İrem KESKİN -RUBASAM Uluslararası Bülten Koordinatörü

                         RUBASAM – RUMELİ BALKAN STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.